Muhtevası olumlu olsa bile, olumsuz çağrışımlı cümleler kasıyor.
Meselâ yazımın başlığı.
Muhtemelen çoğunuz ‘İşte, Müslümanlarda bir kusur arama çabası daha’ diye düşündü ve alınganlık gösterdi.
Hemen söyleyeyim, ‘öyle bir niyetim yok.’
İyi niyetli bir cevap arayan, basit bir ‘suâl’ hepsi o kadar.
‘Kusur arama’ söz konusu olunca, kimse fırsat kaçırmıyor.
Bunu ne biz, ne de ‘hariç’ yapıyor (Ötekiler demedim, sanki ‘Öteki’ değillermiş gibi tepki veriyorlar da, o sebepten naşi)
‘Hariçler’, Müslümanların noksanlıklarına yüklenirken, insaf göstermiyorlar.
‘Onlardan bana ne’ deyip, geçemiyorum maalesef.
Çünkü eleştirileri, ‘Müslümanların ihyâsı ve ıslahı’ için bir ‘öneri niyeti’ taşımıyor.
Hariçlerin (aman dikkat, ‘Hariciler’ demedim) eleştirilerini anlamak mümkün.
Bizimkilerin (!) eleştirilerinin, onlarla aynı dilden olmalarını anlamak nâ-mümkün.
Bazen, Youtube ulemalarının çektikleri reddiye videolarına göz atıyorum.
Trajik ve komik.
Evvelden ‘reddiye risaleleri’ yazarlardı. Artık ‘reddiye videoları’ yapıyorlar.
Keşke reddiyeyle kalsalar.
‘Tekfir’ nidâları, ‘Tekbir’ nidâlarını bastırıyor.
Kendilerini alim, ulema, entelektüel ilân edenlerin, birbirlerine saldıkları eleştiri oklarının egolarında açtığı yarayla, sarf ettikleri hazımsız sözler inanılır gibi değil.
Fenâ halde nezaketsizler.
Hele, bir tanesi var ki; bir ‘Maocu ulusalcılar’, bir ‘Kemalistler’ safında durup, kelle kesiyor, kefen biçiyor.
Eğrilerle ‘saf tutup’, doğruluk ‘ahkâmı’ kesmek ‘münâfıklık’ sayılmaz mı?
Müslümanın hata ve yanlışı, ‘hata ve yanlışların şahı’; günâhı, ‘günâhların sırma işleme kaftanlı padişahı mı oluyor?’
Anlıyoruz ki, İslâmî ilimler uleması olmakla, İslâm uleması olmak farklı.
Her sakallıyı ‘hacı baba’ sanmamak lâzım.
***
Bazen benim de, dile getirdiğim bir başka can sıkıcı mesele.
Kendi içimizde konuşmaktan yorulduğumuz ‘edebiyat ve bediiyat’ meselemiz, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a ‘gareziyle’ meşhur ‘Elif’i görse kütük, zurnayı görse düdük’ sanacak, ‘boyalı’ basının ‘yeni lejyoneri’ ve benzeri cühelâ dümbeleklerin özeleştiri ayağına Müslümanlara çakmak için kullandığı bir malzemeye dönüşmüş durumda.
Bu ülkede, ‘Müslümanlar sanatta, edebiyatta hangi terakkiyi gösterdiler?’ suâli karşısında apışıp kalanlarımız, neyi ‘milât’ kabul ettiklerini sormayı akletmiyor.
Iskalanan, sual eyleyenlerin niyeti değil sadece.
‘Millî tarih bilinci ve medeniyet şuuruyla’ sorulmuyor bu sorular.
Cumhuriyeti dönemini ‘milât’ alıyorlar.
Bize yönelik en insafsız eleştiriler de, ‘nice insafsızlıklara’ maruz bırakıldığımız bu zaman diliminden geliyor.
Kendini ‘Batı uygarlığına eklemlemiş ve içselleştirmiş’ olanların huyu bu, tamam.
‘Peki, bize ne oluyor?’
‘En meşhur İngiliz şairi kimdir?’ desem, Shakespeare (Şekspir okuyun) cevabını anında yapıştırırsınız.
Peki, bu Şekspir hangi yüzyılın şairidir?
Hiç yormayın hafızanızı, ben söyleyeyim: 16. Yüzyıl.
Elin İngiliz’i ne tarihi, ne edebiyatı, ne de bediiyatlarına bizdeki gibi bir milât koyup, öncesini yok saymıyor. Bu bizim içimizdeki İngilizlerin hastalığı.
Bir İngiliz’e 16. Yüzyıl’dan üç şairini sorsanız, ikinci kişiyi zor çıkarır.
Onların topu da Şekspir’in ‘çeyreği’ etmez.
Size, 16. Yüzyıl’dan birkaç edibimizi hatırlatayım da feleğiniz dengesini bulsun.
‘Fuzulî, Baki, Pir Sultan, Zatî, Bağdatlı Ruhî, Taşlıcalı Yahya, Kazak Abdal, Köroğlu, Hayalî’ hemen aklıma gelen isimler.
Kıyas etmek şık değil elbette. Bana göre, Şekspir ellerine su dökemez. Dahası var.
Meselâ, Muhibbî’yi saymadım. Nâm-ı diğer Kanuni Sultan Süleyman’ı.
Bu isimlerin hepsi de ‘dîvân’ sahibi. Köroğlu hariç.
Yarınki yazım da aynı minvâlde olacak inşaallah.
Şimdilik eyvallah…