Ninja Kaplumbağalar da bizi görecek mi?

Abone Ol

Perde açıldığında başlayan şey yalnızca bir film değil, hatıralarımızla kurduğumuz bir bağdır

Sinemada izlediğiniz ilk filmi unutmak neredeyse imkânsızdır. 90’ların başında ben de ilk kez bir sinema salonuna girdiğimde, açıkçası hangi filmi izlediğimin pek bir önemi yoktu. Asıl büyü, ışıkların sönüp salonun sessizliğe büründüğü anda başlamıştı. O karanlıkta perde birden ışıkla uyandığında, çocuk aklımla bambaşka bir dünyanın kapısından içeri adım attığımı anlamıştım. Belki de “Ninja Kaplumbağalar da bizi görecek mi?” saflığımdı beni oraya çeken. Ama esas olan film değil, o anın ta kendisiydi.

Zaman akıp gider ve artık genç yaşlarınızda sinema ile ilgili bambaşka deneyimlerle karşılaşırsınız. Mesela hiçbir bilgiye sahip olmadan, tamamen rastgele girilen bir sinema salonunda karşınıza çıkan film, hafızanızda özel bir yer edinir ve bambaşka bir lezzet sunar size. Ne oyuncularını bilirsiniz, ne konusunu… Ama ışıklar söndüğünde kendinizi hikâyenin içinde bulur, onunla birlikte gülüp onunla birlikte üzülürsünüz. İşte o an, sinemanın büyüsünün en saf hâlidir; beklenmedik, plansız ve bir o kadar da unutulmaz.

Çünkü sinema, sadece iki saatlik bir kaçış değildir. Bazen bir aynadır, bize kim olduğumuzu gösterir; bazen bir pusula, nereye gittiğimizi fısıldar. Beyazperdeye yansıyan her kare, çağımızın ruhundan bir iz taşır. Gülüşlerimiz, korkularımız, umutlarımız ve en derin çelişkilerimiz orada, ışık ve gölge arasında hayat bulur.

Bugün dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan, salonların karanlığında aynı ışığın etrafında toplanıyor. Bizi birleştiren sadece hikâyeler değil; o hikâyelerin ardındaki anlam arayışıdır. Çünkü insan, varoluşundan beri kendini anlatmanın, dünyayı anlamlandırmanın yollarını arıyor. Mağara duvarlarındaki resimlerden sahneye, sahneden perdeye uzanan bu serüven, sinemayla birlikte yepyeni bir dil kazandı: Işıkla yazılan dil.

Sizinle tanıştığıma memnun oldum sayın izleyici. Bundan sonra bu köşede sinemayı yalnızca gişe başarılarıyla veya teknik detaylarıyla değil, taşıdığı anlamla konuşacağız. Her hafta beyazperdede gördüğümüz hikâyelerin arkasındaki insanı, toplumu, zamanı ve fikri okumaya çalışacağız. Çünkü inanıyorum ki sinema, doğru okunduğunda sadece bir sanat değil, aynı zamanda bir düşünme biçimidir.

Perdenin ışığı altında buluşacağımız bu yolculukta, her karede insanın kendini arayışını konuşacağız. Kimi zaman bir sahnede kaybolacak, kimi zaman bir diyalogda kendimizi bulacağız.

Perde her açıldığında, yalnızca bir hikâye başlamaz. Zira ışıklar söndüğünde başlayan şey sadece bir film değildir. Bazen bir duygunun, bazen de bir hatıranın bizi alıp götürdüğü yolculuktur.