Onlar mı çok cesur, yoksa biz mi çok korkağız?

Abone Ol

Tarih ‘cengâver milletlerin’ destanını anlatır.

Cengâver milletlerin çoğu, bir geçmiş zaman hikâyesidir artık.

Rivayeti mi deseydim?

Cengâverliğin ‘ilim ve irfanla’ kaim olduğu hakikatini de anlatır tarih bize.

Adaletli olanları saygı ile yâd eder, zalimleri hatırlamayız bile.

Cengâverlik, bahadırlık, yiğitlik ve mertlik hikayeleri ‘heyecanlandırır’ bizi.

Cengâverlik, bahadırlık da bir ‘kültür’ işi.

Sadece kültür değil, ‘eğitim, öğretim’ meselesi.

Kültür, eğitim ve öğretimin insandan ‘cehaleti’ aldığı kesin.

Eskiler buna bir de ‘ilâve’ yapmışlar.

‘Eğitim cehaleti alır, eşeklik baki kalır’ demişler.

‘Baki kalan eşeklik de nedir?’ diye kafa yordunuz mu bilmiyorum.

Bana kalırsa ‘eyleme geçmemek’, ‘çatışmayı göze alamamak’ kastedilen.

İçinden çıkamadığımız herhangi bir meseleyi eğitim, öğretime bağlayıveriyoruz.

O yetmiyor, ‘kültür ve medeniyet’ eleştirilerine girişiyoruz. Aynı şey.

İlim ve irfan sahiplerine yakışan ve yakışmayanlar üzerine nutuk çekiyoruz filan.

Gâvurun, ‘ilim, sanat, edebiyat, teknoloji’ ve hatta ‘sosyolojik terakkisine’ hayranlık besliyor, ‘gâvurluklarına rağmen’ terakkiyi nasıl sağladıklarını ‘anlamakta’ güçlük çekiyoruz.

Oysa biz, ne kadar ‘iyi, vicdanlı, hamiyetperver’ bir milletizdir.

Üstelik ecdadımız, kültür ve medeniyetin şahikasına ulaşmış, ilim, sanat, edebiyat ve mimaride muhteşem eserler vermiştir. Ya biz?

Hem ‘ecdadın’, hem de ‘gâvurun’ terakkisi karşısında gizliden gizliye zekâmızı ve aklımızı ‘test eder’ ve bir türlü işin içinden çıkamayız.

Peki nedir bizi durduran, elimizi, kolumuzu bağlayan?

‘Onlar mı çok cesur, biz mi çok korkağız?’

Son iki yüz yıldır başımıza gelenlerin, ‘terakkimizi yavaşlatacak kudrette’ olduğunu ben de kabul ediyorum.

‘İslâmsız‘ bir dünya dayatanların, ‘demokrasi, barış ve kardeşlik’ sloganlarının birer ‘mavra’ olduğunu anlamak ‘zamanımızı aldı ve pahalıya patladı’ bize.

Siyaset arenasında onlardan ‘aşağı’ olmadığımızı göstermek de bir çözüm olmadı.

12 yılda, memleketin birçok ‘köklü probleminin hakkından gelmek’, inkâr edilemez ‘ekonomik kalkınma’ ve ‘kenar mahallelerin bile mamur edilmesi’, ‘sosyal refah düzeyinin artması’ birilerini ‘mutlu’ etmeğe yetmedi.

Bütün bunları başarmış olan iradeye ‘saygı duymak bir yana’, ‘saygısızlıkları’ aklın ve edebin sınırlarını zorluyor.

AK Parti, özellikle Recep Tayyip Erdoğan için, ‘gitsin de nasıl olursa olsun’ diyenlerin, tahammülsüzlüklerinin ‘neye’ olduğunu ‘bizim anlamamız’ gerekiyor.

‘Tek bir kişinin gitmesiyle’ her şeyin hale yola gireceğine dair geliştirdikleri ‘inanç nedir?’ Bakmak lazım.

Onları bu kadar çileden çıkaran ‘şey’ tam olarak ‘bizim sahip çıkmamız ve korumamız gereken şey’ şüphesiz.

‘Bir kişinin korunması ve baş tacı edilmesinden bahsetmiyorum.’

Elbette korumamız ‘gerekeni’ korumalıyız. Bu başka bir mevzu.

O kişinin taşıdığı ‘hasletlerden’ bahsediyorum. İçinde yeşerdiği ‘kültürün’ hakkını veren ‘adamlık iradesinden.’

Tam olarak ‘ihtiyacımız’ olandan, ‘çatışmayı göze alabilen’ olmaktan.

Bize ‘bir masal gibi anlatılan’ ancak ‘öğretilmeyen cengâverlik ruhundan.’

İlim ve irfan öğreten ‘Yeşil sarıklı ulu hocaların bile’, ‘kasıtlı olarak öğretmediği, yahut ıskaladığı’ haksızlık karşısında susmama ve hesap sormamızı mümkün kılacak, şeytanlaşmamamızı engelleyecek ‘cevvaliyet ve cengâverlik ruhundan.’

Allahualem.