Son günlerde basına yansıyan bir uzman görüşü, özellikle İstanbul’da olası büyük bir depremin “100 yıl kırılmayacağı” yönündeki iddialarla gündem oldu. Bu tür açıklamalar, deprem riski yüksek olan bölgelerde yaşayan toplumda doğal olarak merak ve bazen de kafa karışıklığı yaratıyor. Peki, deprem uzmanları neden genellikle böyle kesin ifadelerden kaçınırken bazı isimler nasıl bu kadar rahat konuşabiliyor? Bizler, sıradan vatandaşlar olarak bu tür açıklamalara nasıl anlam yüklemeli, güvenmeli ya da temkinli yaklaşmalıyız?
Öncelikle şunu netleştirmek gerekiyor: Deprem bilimi, doğası gereği tam anlamıyla kesinlik sunmaktan uzaktır. Depremlerin tam olarak ne zaman, nerede ve şiddetinin ne olacağı hakkında kesin bir öngörüde bulunmak günümüz teknolojisi ve bilim anlayışıyla mümkün değildir. Bu yüzden alanında saygın birçok uzman, her fırsatta “Hazırlıklı olunmalı” ve “Risk halen devam ediyor” vurgusu yapar. Bu, bilimsel dürüstlüğün gereğidir.
Ancak her bilim insanı farklı analiz yöntemleri, veri setleri ve deneyimlere sahiptir. Bazı uzmanlar, belirli fay hatlarının mevcut hareketlerini detaylıca inceleyerek, riskin azaldığı ya da kritik eşiklerin bir süre için aşılmadığı yorumlarını yapabilir. Bu tür açıklamalar, teknik anlamda o anki verilerle yapılmış değerlendirmelerdir. Fakat “şu fay 100 yıl içinde kırılmaz” gibi ifadeler, elbette ki yüzde yüz garanti anlamına gelmemelidir. Çünkü jeolojik süreçler uzun ve karmaşıktır; öngörülemez etkiler her zaman olabilir.
Bahsi geçen uzman, bazı bölgelerdeki fay hatlarının şu anda tehlikesiz göründüğünü ve önümüzdeki dönemde kırılma ihtimalinin düşük olduğunu belirtirken, bunun uzun yıllara yayılmış bir değerlendirme olduğunu vurgulamaktadır. Yine de “düşük risk” demek “risk yok” demek değildir. Özellikle büyük metropollerde yaşayanların, en küçük ihtimali bile göz ardı etmemesi gerekir.
İstanbul gibi bir mega kent, jeolojik olarak karmaşık fay hatlarının kesiştiği ve nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu bir bölgedir. Bu nedenle, geçmişte yaşanan 1999 Marmara Depremi gibi büyük sarsıntılar hafızalardadır ve bilim insanlarının da temel referans noktasıdır. Bu tür olaylar, hazırlıklı olmanın önemini ve gerekli önlemlerin ne denli hayat kurtarıcı olduğunu açıkça göstermiştir.
İşte tam bu noktada, “Rahat uyuyabilirsiniz” mesajı toplumu yanlış bir güven duygusuna sevk etmemelidir. Deprem riski bitmiş gibi algılanmamalı, aksine hazırlıklar, dayanıklı yapılar, eğitim ve bilinçlendirme faaliyetleri kesintisiz sürdürülmelidir. Çünkü doğa olayları üzerinde insan kontrolü sınırlıdır; ama alınacak önlemlerle yıkıcı etkiler azaltılabilir.
Diğer yandan, uzmanların yaptığı açıklamaların bağlamından koparılmadan, teknik jargonun arka planı ve bilimsel çerçevesi ile anlaşılması gerekmektedir. Medyada bazen bu açıklamalar eksik ya da yanlış yorumlanarak paniğe ya da yanlış bir güvene yol açabilir. Bu nedenle, kamuoyu bilgilendirilirken daha dikkatli ve kapsamlı anlatımlar yapılmalıdır.
Unutulmamalıdır ki, deprem sadece doğa olayı değil, aynı zamanda toplumsal bir meseledir. Toplumun her kesimi, devlet kurumları, akademisyenler, şehir plancıları ve vatandaşlar, deprem gerçeğini sürekli gündemde tutmalı, iş birliğiyle dayanıklılığı artırmalıdır.
Sonuç olarak; hiçbir bilim insanı deprem konusunda kesin garanti veremez. “Belli bir süre içinde kırılmaz” denilebilir, ancak doğanın sürprizleri her zaman mümkündür. Bizim görevimiz, bu bilimsel gerçekliği kabul ederek, paniğe kapılmadan ama asla gevşemeden, hazırlık ve önlemlerimizi artırmaktır.
Çünkü gerçek güven, bilgiye, dayanıklı yapılara ve bilinçli topluma sahip olmaktan geçer. Bu bilinçle hareket edenler, depremin yıkıcı gücünü azaltabilir ve hayatlarını koruyabilir.
İşte bu nedenle, “Rahat uyuyabilirsiniz” mesajı, “Hazırlıklarınızı yapmayı bırakabilirsiniz” anlamına gelmez. Bilakis, bu tür açıklamalar, bilimsel verilerle desteklenirken bile, toplumu harekete geçmeye çağıran uyarılar olarak görülmelidir.
Depremle yaşamayı öğrenmek zorundayız. Ve bu yaşamda, her zaman temkinli, bilgili ve hazırlıklı olmak en büyük güvencemizdir.