HDP ve Eş Genel Başkanlarının 7 Haziran seçimlerini müteakip tavır ve söylem değiştirdikleri bilinen bir gerçek.
Aldıkları yüzde 13’lük oyu, açıkçası kendileri de beklemiyorlardı. Bu o kadar böyle ki, seçimden hemen sonra adeta zafer sarhoşluğu içerisinde birbiri ardına açıklamalar yapmaya başladılar.
Oluşan yeni siyasi tabloyu da hesaba katarak, alenen hükümeti köşeye sıkıştırma çabalarına giriştiler. Kullandıkları şımarık ve kibirli dil, hiç şüphe yok ki, 2012 yılından itibaren fiilen başlatılmış olan barış sürecini zehirliyordu.
Üstelik bu durumdan rahatsız olmak yerine büyük bir keyif alıyorlardı.
Kandil, Öcalan’ın 2013 Newroz’unda yaptığı “silahları bırakın ve derhal kongreyi toplayın” çağrısını boşa çıkaran hamleler yapıyor, HDP de seçimle birlikte yakalarına yapışan şımarıklık ve kibrin etkisiyle bu yaklaşıma destek veriyordu.
Nitekim KCK, 12 Temmuz Salı günü, 2012 sonunda fiilen başlatılan ve kamuoyuna deklere edilen ateşkesin sona erdiğini duyurdu.
Bundan birkaç gün sonra HDP Eş Genel Başkanı S. Demirtaş, bir gazeteye verdiği beyanatta örgütün aldığı kararı olumlayan ve hatta pekiştiren bir dil kullandı.
“Biz HDP olarak PKK’ya silah bıraktıramayız.”
Örgüt ise bölgede defakto olarak ‘devletleştiğini’ adeta gözlere sokarcasına eylemlerini tırmandırıyordu.
Ardından Başbakan, malum operasyonların düğmesine bastı.
Gerçek anlamda bir ‘İslâm düşmanı’ olan IŞİD’le birlikte eşzamanlı olarak Kandil de hedef alındı.
Başlangıçta, yıllar öncesinde olduğu gibi, zevahiri kurtarma maksadı taşıyan çakma operasyonlardan birisi gibi algılandı bu harekât…
Ama çok geçmeden öyle olmadığı anlaşıldı.
Sahici ve terör odaklarını yıpratıcı bir operasyonlar dizisiyle karşı karşıya kalındığı herkes tarafından görüldü.
Büyük bir panik başlamıştı.
Bu panik, sadece PKK/HDP cephesinde değildi.
Örgüt üzerinden bölgeyi çekip çevirmek hesabındaki emperyalist güçler ile birlikte bu güçlerin içerideki mümessilleri de ciddi bir panik yaşıyorlardı.
Paralel İhanet Çetesi mensuplarıyla “Vay Şerefsiz!..” medyasında kümelenen ‘Beyaz Türklerin’ bu süreç içerisinde kullandığı dil ve serdettiği yaklaşım, gelişmelerin nasıl bir paniğe neden olduğunu göstermesi açısından yeterli açıklıkta ve netlikte olsa gerektir.
Durumun ciddiyetinin farkına varan bu çevreler, Demirtaş’ı tekrar sürdüler sahneye.
“Ben, ‘Devlet silah bıraksın’ falan demiyorum. Devlet, silah bırakır mı? Silahsız devlet olmaz. Devlet kendini koruyacak, bir şey demiyoruz. Karşılıklı ateşkes durumundan, birbirine ateş etmeme durumundan söz ediyorum. Bu çağrı, aynı zamanda ve acil olarak PKK’yadır.”
Bu açıklamayla Demirtaş, sanki KCK ateşkesi bitirmemiş, kendisi de istihza eder gibi; “Biz silah bıraktıramayız” dememiş gibi zavallı bir tutarsızlık sergiliyor ve kendi kendini çürütüyordu.
O kibirli ve şımarık dil gitmiş, yerine alttan alan, sözde sorunu çözmeye çalışan bir tavır gelmişti…
Sonrası?..
Dilerseniz, müteakip gelişmeleri ve HDP’nin ‘kapatılması’ konusunu, Cumartesi günkü yazıya bırakalım.