Siyasetin iki yüzü hep vardı!

Abone Ol

Sokaklara çıkın, bir pazara uğrayın, bir çay ocağında kulağınızı açın. Halkın dilinde en çok dönen kelime artık geçim derdi. Kimi elektrik faturasını nasıl ödeyeceğini düşünüyor, kimi çocuğuna süt alamamanın utancını yaşıyor, kimi de sabah işe giderken cebindeki yol parasını hesaplıyor. Enflasyon, sadece fiyat tabelalarında değil, insanların yüreğinde de koca bir yük hâline gelmiş durumda. Her gün değişen rakamlar, etiketler, hayat standardını biraz daha aşağıya çekiyor.

Böylesi bir tabloda, siyasetin halkın yanında görünmeye çalışması normaldir. Herkes derdini anlatacak, siyasî aktörler de çözüm arayacak. Ancak bugün başka bir manzara da gözümüze çarpıyor: Halkın çektiği sıkıntıların bir “koz” gibi kullanılması. Enflasyonun, işsizliğin, pahalılığın, adaletsizliğin siyaset malzemesi yapılması. Bir partinin veya grubun “bakın, onlar kötü yönetti, biz gelirsek düzelteceğiz” söylemine sarılması. Burada sorulması gereken asıl soru şudur: Bugün halkın arasında fotoğraf çektirenler, yarın iktidara geldiklerinde yine aynı şekilde halkın yanında olacaklar mı?

Geçmişin tecrübeleri, bu soruya iyimser cevap vermeyi zorlaştırıyor. Zira defalarca gördük; muhalefetteyken vatandaşla aynı sofraya oturan, aynı tencereden çorba içen siyasetçiler, iktidara geldiklerinde o sofralardan uzaklaşıyor. Sarayların, villaların, lüks araçların, yüksek maaşların etrafında şekillenen bir yaşam tarzına geçiyorlar. Halktan aldıkları güveni, halkın içinde kalabalıklar arasında değil, kendi çevrelerinde güç devşirmek için harcıyorlar.

Bugün siyasete duyulan güvensizliğin temelinde işte bu ikiyüzlülük yatıyor. Çünkü insanlar artık şunu hissediyor: “Benim derdim, onların gündeminde sadece seçim zamanlarında var.” Ekmek kuyruğunda bekleyen vatandaşın soğuğunu kim paylaştı? Öğrencinin yurt bulamadığı geceyi hangi siyasetçi tecrübe etti? Asgari ücretlinin ay sonunu getirememe telaşını hangi vekil yüreğinde hissetti? Eğer bu soruların cevabı yoksa, siyasetin güven telkin etmesi de mümkün olmuyor.

Bir de işin başka bir boyutu var: Torpil, adam kayırma, akraba düzeni. Liyakat yerini sadakate bıraktığında, hak eden değil, yakın olan kazanıyor. Bu sadece bir adaletsizlik değil, toplumsal güvenin köküne atılmış baltadır. Gençler çalışıyor, didiniyor, sınavlara hazırlanıyor ama bir gün torpilli birinin önüne geçtiğini gördüğünde tüm umudu kırılıyor. Halk, siyasetçinin çevresini zengin ettiğini, kendisinin ise yoksullaştığını gördüğünde güveni tamamen sarsılıyor.

Siyaset aslında en kutsal sorumluluklardan biridir. Çünkü halka hizmet etmek, hakkı gözetmek, emanete sahip çıkmak büyük bir vebaldir. Ama bizde çoğu zaman bu vebal unutuluyor. Siyaset, bir meslek değil, bir hizmet makamıdır. Oysa bugün öyle bir noktaya geldik ki, maaşların yüksekliği, imkânların genişliği, ayrıcalıkların cazibesi siyaseti bir “rant kapısı”na dönüştürdü. İnsanların gözünde, siyaset artık ülkeye hizmet etmenin değil, kendi geleceğini garanti altına almanın yolu olarak görülüyor.

İşte bu yüzden siyasete güven kalmadı. Halk, sandığa gitse bile umudu yok. Kimseyi alkışlamak gelmiyor içinden. Çünkü herkes aynı fotoğrafı görüyor: Önce vaatler, sonra unutuş. Önce halkın arasında yürüyüşler, sonra yüksek duvarların ardında kayboluş. Önce “biz sizdeniz” sözleri, sonra “siz bizden uzaksınız” tavırları…

Oysa siyaset başka türlü de yapılabilir. Halkın arasında gerçekten olmak, yalnızca seçim zamanı değil, her gün milletle aynı derdi paylaşmak mümkündür. Adaletli davranmak, yakınını değil hak edeni kayırmak mümkündür. Maaşını ve ayrıcalığını değil, sorumluluğunu öne çıkarmak mümkündür. Ama bunun için önce niyet, sonra da ahlâk gerekir.

Bugün halkın tek istediği şey, adil ve samimi bir siyaset. Belki bu çok basit görünebilir ama aslında en büyük ihtiyaçtır. Çünkü güven olmadan hiçbir düzen ayakta kalmaz. Güven, devlet ile millet arasındaki en sağlam köprüdür. O köprü yıkıldığında geriye sadece umutsuzluk kalır.

Siyasetin iki yüzü hep vardı. Bir yüzü halka dönük, diğer yüzü menfaate dönük. Ama artık milletin gözü açıldı, kalbi yoruldu. O yüzden bugün sorulması gereken soru şudur: Hangi siyasetçi, hangi kadro, hangi anlayış bu güveni yeniden inşa edecek? Kim halkın yanında gerçekten kalabilecek? İşte asıl mesele budur.