Tarihten ibret alacak mıyız?

Abone Ol

Osmanlı Devleti’ne onlarca veziri azam, yüzlerce vezir, çok sayıda alim ve ulema yetiştirmiş olan Arnavutlar, imparatorluğun zayıflaması ve Balkanlar’daki milliyetçi akımlardan da etkilenerek 28 Kasım 1912’de bağımsızlıklarını ilan etti. Aslında Arnavutlar’ın imparatorluktan ayrılacağına kimse ihtimal vermiyordu, çünkü özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde birçok önemli makam ve mevkide Arnavutlar bulunuyordu. Ancak bunlar Arnavutlar’ı Osmanlı bünyesinde tutmaya yetmemişti. Önemli kısmı Müslüman olan Arnavutlar’da milliyetçilik damarı ağır basmış ve bağımsızlık için artık ok yaydan çıkmıştı. Osmanlı hükümetinin merkeziyetçi uygulamalarına karşı 1911 yılında Katolik Arnavutların isyanı daha sonra büyük bir ayaklanmaya dönüştü. Bu isyan hareketi, Ortodoks ve Müslüman Arnavutları da etkiledi ve İsmail Kemal Bey’in önderliğinde, 28 Kasım 1912’de Avlonya’da toplanan Arnavut Kongresi’nde bağımsızlığın ilan edilmesiyle sonuçlandı.

Arnavutlar büyük bir heyecanla bağımsızlıklarını ilan edip, özgür ve rahat bir şekilde geniş coğrafyalarında yaşayacaklarını umarken, hayatın acı gerçeğiyle karşılaştı. Kendilerini o güne kadar bağımsız olmaya teşvik eden, destek veren büyük güçler, 1913 yılındaki Londra Konferansı’nda tarihi Arnavutluk topraklarının yarısını üç Balkan devleti arasında paylaştırdı. Bağımsızlıktan 2. Dünya Savaşı’na kadar ise bir türlü istikrarın sağlanamadığı Arnavutluk, daha sonra İtalyanların işgaline uğradı. İtalyanlar’a karşı savaşan Arnavutlar, bu defa da başlarına getirdikleri Enver Hoca’nın zulmüne maruz kaldı. Enver Hoca, iktidara gelir gelmez ilk iş olarak İslam’a savaş açtı. Ülkedeki bütün camileri yıktırdı, din adına ne varsa yasakladı. Dinsiz bir toplum oluşturma adına, bütün alimi, ulemayı hapse attırdı. Ülkenin sınırlarını dünyaya kapattı, özgürlük adına ne varsa yasakladı… Arnavutluk dışında yaşayan Arnavutlar ise bölünmüş, parçalanmış, bulundukları ülkelerde ikinci sınıf muameleye maruz kalarak bugünlere geldi.

Mehmet Akif Ersoy’un Arnavutlar’ın Osmanlı’dan ayrılışını anlatan şiirinde dediği gibi;

“Medeniyyet’ size çoktan beridir diş biliyor;

Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor.

Arnavutlar size ibret olacakken hâlâ,

Ne bu şûride (bulanık) siyaset, ne bu fasid (bozuk) dava?

Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz,

Bunu benden duyunuz, ben ki evet Arnavudum…

Başka bir şey diyemem… İşte perişan yurdum!”

100 yıl önce Arnavutların bağımsızlık süreci, belki bugün bazılarımız için ibret olur. Dinden, diyanetten kopuk, 1940’ların Marksist/Leninist/Stalinist söylemleriyle hareket eden, özgürlük ve barışı kendisi dışında herkese yasaklayan, bir eli dağda, bir eli şehirde olan ve Kürtler adına hareket ettiğini söyleyen bir örgütten bahsediyorum. Bu örgütün siyasi uzantıları, bölgedeki Kürt halkını siyasallaştırdı. Siz havaalanı, hastane, okul yapsanız da halk kendisine en basit belediyecilik hizmetini bile götürmekten bile aciz olanı tercih etti.

Bu şekilde devam ederse Allah korusun Arnavutlar’ın 100 yıl önce başına gelenlerin bir benzeriyle Kürtler de karşı karşıya kalabilir.

Yine Akif’in dediği gibi; “Tarih tekerrürden ibaret derler/ Hiç İbret alınsaydı tekerrür mü ederdi”

İnşaallah ibret alınır, tarih bir kez daha tekerrür etmez. Yoksa sonuç belli. Bugünler çok ama çok aranır…

KUZEY KAFKASYA’DA NELER OLUYOR?

Gazetemizin bu sayfasındaki haberleri dikkatle takip edenler Dağıstan’da, İnguşetya’da, Adıgey’de, Çeçenistan’da, Karaçay-Çerkes’te, Osetya’da yerel bazda neler olup bittiğine tanık olabiliyor. Bu sayfayı hazırlayan bizler ise bölgeden Türkiye’ye haber geçen tarafsız kaynakların azlığı nedeniyle sıkıntı yaşıyoruz. Bu konuda bizi genelde habersiz bırakmayan Ajans Kafkas’a teşekkür ediyoruz.

Kuzey Kafkasya’da son zamanlarda güvenlik güçlerinin özellikle “insan hakları savunucularına”, “Selefi” olarak addedikleri Müslümanlara yönelik baskı ve sindirme eylemleri dikkatimizi çekiyor. Ruslara karşı özellikle 1990’lı yıllarda Çeçenistan’ın bağımsızlığı sürecinde başlatılan ve daha sonra bütün Kafkasya’ya yayılan direniş hareketi, önemli ölçüde bastırıldı. Kafkasya Emirliği’nin liderleri ve üyeleri, Ruslar’ın ve işbirlikçilerinin operasyonlarıyla öldürüldü ve öldürülmeye devam ediyor. Bununla da yetinilmiyor, potansiyel olarak Kafkasya Emirliği ile irtibatı olduğu düşünülen kişiler ise haksız ve hukuksuz bir şekilde, kaçırılıyor. Daha sonra bu kişilerin polis karakollarında sorgulandığı görülüyor. Kaçırılan kişilerin avukatlarının beyanında ise, bu kişilere eski KGB’nin yöntemleriyle suç addediliyor. Mesela kaçırılan bir insan hakları savunucusunun cebine silah konuluyor. Ardından ruhsatsız silah taşıdığı iddiasıyla işlem yapılıyor. Çeçenistan’da, Dağıstan’da, İnguşetya’da, Adıgey’de adeta Müslüman gençlere son zamanlarda cadı avı yapıldığına tanık oluyoruz. Sakallı veya tesettürlü gençler ve aileleri sürekli polis kontrolünde, her an gözaltı tehlikesi yaşıyorlar. Bu baskı ve şiddet ise özellikle genç nüfusu, daha da radikalleştiriyor. Bunun sonucu olarak ise IŞİD ve benzeri örgütlerin bölgede destek bulmasına yol açıyor. Son zamanlarda Kafkasya Emirliği’nin bazı üst düzey yöneticileri ile halkın sevip saydığı dini liderlerin IŞİD’e destek veren açıklamalarına da tanık olmaya başladık.

Yine geçtiğimiz günlerde İnguşetya’da Nasır-Kort Camisi’nde yaşanan ve internete de düşen görüntüler adeta bizleri ürpertti. İmam Hamzat Çumakov’un bundan böyle camide cumanın farzından sonra öğlen namazının eda edilmeyeceği yönündeki açıklaması infiale yol açtı. Cami cemaati birbirine girdi. Bölgenin geleneksel Şafi ve Sufi olan halkı ile Selefi akımların arasındaki kavga gittikçe büyüyor. Bu durum da yaklaşık 200 yıldır bölgeyi işgal eden Ruslar’ın işine yarıyor. İnşaallah bu akımlar arasındaki kavga gittikçe büyümez. Bölge halkları yüzyıllardır verdikleri özgürlük mücadelesini, kendi aralarında bir kavgaya dönüştürerek heba etmez. Birçoğumuz belki merak ediyoruzdur, ne oldu da Çeçen direnişi bir anda durdu. Ben 2008 yılında Çeçenistan’a gittiğim zaman bu sorunun cevabını aslında kendi açımdan bulmuştum. Çünkü Çeçenler, Ruslar’a karşı en şiddetli direnişlerini verdikleri sırada, bölgeye dışarıdan gelen savaşçılar, onların saygı duyduğu Kadiri tarikatının şeyhlerine ait türbeleri havaya uçurmaya başlıyor. Geleneksel zikirlerini yasaklıyor. Bunun üzerine halkla aralarında bir kopuş başlıyor. Rusya’nın kuklası Ramazan Kadirov ise bu durumu bir fırsata çeviriyor. Bir taraftan babası Ahmet Kadirov’un tasavvufi yönünü öne çıkartan, bir taraftan ülkeye modern camiler inşa eden Kadirov, bir taraftan da Müslüman halka ve ailelerine her türlü baskıyı yapıyor.

Kafkasya’da son gelinen noktada ise bir yanda Rusya, diğer yanda Rusya’nın kuklası baskıcı rejimler, öte yanda geleneği reddeden Selefi akımlar ve bunların arasında ezilen samimi Müslümanlar. Allah burada yaşayan Müslümanların yardımcısı olsun.