Türk-Rus ilişkileri: Satranç tahtası değişiyor (I)

Abone Ol

Türkiye ile Rusya arasında oluşturulan Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nin (ÜDİK) sekizinci toplantısı 8 Nisan Pazartesi günü Moskova’da yapıldı. Aynı tarihte Türkiye-Rusya Kültür ve Turizm yılı açılışı, ünlü Bolşov Tiyatrosu’nda sergilenen “Troya oyunu” ile gerçekleştirildi. Bu arada belirtmek isterim ki; Sayın Cumhurbaşkanı ile Rusya Devlet Başkanı’nın üçüncü kez bir araya geldikleri önemli bir toplantı oldu. Daha önce de 24 Ocak, 14 Şubat’ta her iki devlet başkanı yüz yüze görüşme yapmışlardı. Sanırım bu tempo, önümüzdeki dönemde de aynı sıklıkla devam edecek gibi görünüyor. Benim de katıldığım 8 Nisan tarihli toplantı esas itibariyle ekonomik, kültürel ve turizm konulu gibi görünse de arka planında siyasi ve askeri konuların yer aldığı daha büyük bir resmi barındırmaktaydı; ki bu resmin yansımaları yavaş yavaş ortay çıkmaya başladı.

8 Nisan tarihinde Kremlin’de gerçekleştirilen ÜDİK toplantısı aslında üç toplantıyı kapsamıştır. İlk önce saat 14.00 sıralarında Sayın Erdoğan ve Sayın Putin’in yaklaşık bir saatlik basına kapalı ikili görüşmesi, ardından Türk ve Rus heyetlerinin görüşmeleri ve son olarak da iki liderin Türk ve Rus işadamlarıyla yaptıkları görüşme… Bundan sonra da Türkiye-Rusya Kültür ve Turizm yılı açılışının gerçekleştirildiği tiyatro gösterisi… Yani kısa zamanda çok yoğun bir program gerçekleştirildi. Ancak toplantıyı belki de daha kritik bir noktaya taşıyan diğer bir faktör de hemen öncesinde ABD Dış İşleri Bakanı ile ABD Başkan Yardımcısı’nın Türkiye’nin S-400 alması halinde tercih yapmak zorunda kalacağı ve Fırat’ın doğusuna Türkiye’nin olası operasyonunun “yıkıcı sonuçları olacağı” şeklindeki şantajvari açıklamaları olmuştu.

İlişkileri olumsuz etkileyebilecek bu tarz tehditkâr açıklamaların toplantıdan sonra da şu ana kadar devam ettiğini görüyoruz ki; sanırım bir süre daha devam edecek. ABD’nin bu tür söylemleri; siyasi, ekonomik ve askeri yaptırım ve eyleme geçebilir mi, geçerse ne kadar geçebilir? Onu zaman gösterecek; ama ABD’nin şu an Türkiye’ye en yüksek seviyede politik baskı uygulamaya çalıştığı söylenebilir. Elbette ABD’nin Türkiye’ye yönelik içeride ve dışarıda provokatif her türlü (!) planlamayı yapmış olması da muhtemeldir. Ancak bütün bunlara rağmen Türkiye, geçmişe göre bu süreçlerden daha az etkileniyorsa, hükümetler düşürülemiyorsa ya da darbe ültimatomları / muhtıraları verilemiyorsa, toplumsal bütünlük bozulamıyorsa; yani Türkiye dizayn edilemiyorsa, bu ABD’nin iyimserliğinden değil, “Türkiye’nin güçlülüğünden” kaynaklanmaktadır.

Tüm bunlar göz önüne alındığında, şu an için Türk-Amerikan ilişkileri bağlamında kısa vadede söylenebilecek iki şey var: Birincisi; başta Ege ve Akdeniz olmak üzere Suriye ve Irak hattında konvanisyonel ve yarı konvansiyonel provakasyonlara karşı “dikkatli” olmak gerekir. İçeride ise özellikle sosyal medya üzerinden yapılabilecek yasa dışı eylemsel yönlendirmelere karşı insanlarımızın ‘bilinçli ve sağduyulu’ davranmaları, istihbarat ve güvenlik birimlerinin yeterli hazırlık seviyesinde bulunmaları önemlidir. İçeriden bu tür yönlendirmelerin özellikle “FETÖ güdümlü” hücreler tarafından yapılabileceği de unutulmamalıdır. İkicisi ise S-400’ler Türkiye’ye geldikten sonra ve tam aktivasyona geçmelerinden itibaren, artık ABD (aslında derin ABD) Türkiye ile yeni ve daha dengeli ilişki biçimleri kurmak durumunda kalacaktır.

Özellikle Suriye’de birtakım kalıcı adımların bundan sonra atılması daha olası görünüyor. Emperyalizmin kuralı; “Sizi yok edebiliyorsa eder, edemiyorsa dost olur.” Ancak Türkiye-ABD ilişkilerine toptancı bir bakış açısıyla da bakılmaması gerektiğini de söylemek isterim. Zira ABD’de aklı başında, sağduyulu kişi ve kuruluşlar da var; ancak şu an yönetime hâkim olan güç ve lobiler nedeniyle sesleri çok fazla çıkamıyor. Bu nedenle Türkiye, ABD ile ilişkilerinin seviyesini azaltsa bile tamamen kesmemeli, NATO’yu tartışma konusu yapmamalı, AB ile ilişkilerine devam ederek, şu anki “denge politikasını” sürdürmelidir.

İşte ABD’nin bu tavrından dolayı Türkiye-Rusya ÜDİK toplantısı daha bir önemli hale geldi. Temmuz ayında verilmesi planlanan S-400 füze sistemlerinin bir ay daha erkene çekilmesi kararlaştırıldı. Toplantı esnasında, S-400’leri Türkiye’nin “alıp almayacağı hiç konuşulmadı.” S-400’lerin Türkiye’ye nasıl ve nerelere gönderileceği, Türk asker ve teknik personelinin Rusya ve Türkiye’deki eğitimleri, bakım, işletme vs. operasyonel alt yapısının nerelerde kurulacağı gibi konuların konuşulduğu, görüştüğümüz yetkililerce ifade edildi. Sonuçta S-400’ler sadece bir “silah alım satım meselesi” değildir. ABD havadan kontrol edemeyeceği hiçbir ülkeyle müttefik olmak istemez. Hal böyle olunca; S-400’ler aslında derin ABD’nin Türkiye’yi kontrol edip edememesi meselesidir.

Rusya’dan alınacak S-400 hava savunma sistemleri ve Türkiye’nin geliştirdiği Hisar, Bora ve Siper füze sistemleriyle birlikte Türkiye’nin ulaşacağı yüksek kabiliyet, biraz önce belirttiğim provokasyona hassas Ege’de, Doğu Akdeniz’de, Suriye ve Irak hattı ile bu hattın güneyinde (!) Türkiye’nin çok yönlü stratejik dengelere ulaşmasını sağlayacaktır. İşte o zaman satranç tahtasında oyuncuların yeri yeniden belirlenecek, eski ilişki tarzları yeni biçimleriyle yer değiştirebilecektir. Ne diyelim az kaldı…