AB’nin Güney Avrupa Ülkeleri İtalya, Fransa, İspanya, Portekiz, Yunanistan, Malta ve GKRY, 29 Ocak Salı günü Lefkoşa’da bir araya geldiler. Med-7 olarak adlandırılan toplantılar dizisi, AB’nin Akdeniz ülkeleri arasında her alanda sıkı bir işbirliği yürütmelerini hedeflemektedir. Bu hafta Güney Kıbrıs’ta toplanan zirvede Med-7 ülkeleri, “Türkiye’nin muhalefetine rağmen, Güney Kıbrıs’ın doğalgaz arama çalışmalarını ve Kıbrıs sorununda Rum tarafının tezlerini desteklediklerini” belirtmişlerdir.
AB’nin önde gelen Akdeniz üyelerinin bu pozisyonu, genel olarak AB’nin tutumunu da etkilemektedir. Burada ana aktörler, Fransa ve İtalya’dır. Kıbrıs-Mısır-İsrail ve Lübnan arasındaki deniz yataklarında keşfedilen doğalgaz kaynaklarında, Fransız Total ile İtalyan Eni, aslan payına sahip şirketler olarak göze çarpmaktadır. Dolayısıyla Med-7’nin tarafsızlıktan uzak ve münhasıran Rum görüşlerini benimseyen açıklamalarının kaynağını, İtalya ve Fransa arasındaki çıkar birliği oluşturmaktadır. Fakat Med-7’nin bu tavrı, Kıbrıs ve doğalgaz meselesine çözüm bulunmasına yönelik çabalara herhangi bir olumlu katkı sağlamayacağı gibi AB’nin felsefi ve ideolojik sütunlarını istismar eden bir yaklaşımdır.
Akdeniz doğalgazının Avrupa’ya aktarımı şüphesiz önemli bir konudur. Ancak bu stratejik koridorun siyasi açıdan barışçıl, ekonomik açıdan da rasyonel bir şekilde hesaplanması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle, Güney Kıbrıs ve AB’nin, Türkiye ve KKTC’nin telkinlerine kulak tıkaması ile herhangi bir müspet sonuç elde edilemez. Nitekim bu durum Türkiye ve KKTC resmi makamlarının yaptığı yazılı ve sözlü açıklamalardan anlaşılmaktadır. Med-7’nin bu bağlamda krizi derinleştirici bir politik söylem yerine, Türkiye ve KKTC’nin de müdahil olabileceği bir formül üzerinde teklifler sunması, bu aşamada daha kavi bir girişim olabilirdi.
Rum tarafının, Doğu Akdeniz’deki tek yanlı doğalgaz arama faaliyetlerinde ısrarı ve AB’nin bu faaliyetleri koşulsuz desteği, Türkiye’nin bölgede hem doğalgaz arama teşebbüslerini hem de askeri görünürlüğünü arttırmasını gerekli kılmıştır. Türkiye’nin kendi kıta sahanlığının ve KKTC’nin hak ve menfaatlerinin ihlal edildiği gerekçesiyle Rum tarafının faaliyetlerine temelde iki itirazı bulunmaktadır. Bu itirazlar bir çırpıda geçiştirilebilecek basit kaygılar olarak nitelendirilemez. Zira Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarında Doğu Akdeniz’de sürdürülen adı geçen eylemler, “ülkenin güvenliğine yönelik muhtemel risk ve tehditler” kategorisinde yer almaktadır. Bu nedenle söz konusu itirazlar çözüme kavuşturulmadan ve mevcut uyuşmazlıklar giderilmeden atılan her türlü tek yanlı adım, yeni bir krizin habercisi olma vasfını taşımaktadır.
MGK’nın 30 Ocak tarihli 2019 yılının toplantısında yukarıdaki durum bir kez daha teyit edilmiştir. Yapılan açıklamada Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Ege’deki gelişmelerin yakından izlendiği ve Türkiye’nin uluslararası antlaşmalardan doğan hak ve menfaatlerinin korunmasına yönelik bütün tedbirlerin alınmasına devam edileceği ciddiyetle vurgulanmıştır.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ege’deki egemenlik alanlarını içeren muhtemel tehditlere karşı 27 Şubat-3 Mart tarihleri arasında tüm denizlerini kapsayan, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın tüm unsurlarının yanı sıra Hava ve Kara Kuvvetleri’nin de desteğiyle dev bir tatbikata hazırlanması ve tatbikatın adını “Mavi Vatan” olarak belirlemesi, konunun hassasiyetini tüm yönleriyle gözler önüne sermesi bakımından dikkate değerdir. Tatbikatın, Ege ve Doğu Akdeniz’de, Yunanistan ve Kıbrıs tarafından tartışmalı gösterilen sahaları da kapsayacak şekilde icra edilecek olması, yürütülen diplomatik girişimlerin yanı sıra, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de olası harp senaryoları üzerinde hesaplar yaptığı izlenimi vermektedir.