Bilindiği üzere İsrail, 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren Gazze’de işlediği soykırım suçları nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) devam eden soykırım davasında yargılanırken İsrail Başbakanı Netanyahu ve Eski Savunma Bakanı Gallant hakkında da Gazze’de savaş ve insanlığa karşı işledikleri suçlar nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından tutuklama kararına hükmedilmiştir.
Köşemizi takip edenler hem UAD’deki davayı hem de UCM’nin verdiği tutuklama kararlarını ısrarla takip ettiğimizi hatırlayacaktır. Özellikle UCM başsavcılığının Filistin’in başvurusu üzerine başlatılan soruşturmayı bitirip 20 Mayıs 2024’te Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama kararı verilmesini talep etmesini ve bu talebin üzerinden altı ay geçmesine rağmen mahkemenin ilgili biriminin bu konuda bir türlü karar vermemesini sık sık eleştirdiğimiz de hatırlanacaktır.
Nihayetinde bu altı ayın sonunda mahkemenin ön yargılama dairesi başsavcılığın talebine uyarak Netanyahu ve Gallant’ın yanı sıra o tarihte hayatta olduğu tahmin edilen Kassam Tugayları’nın lideri Muhammed Deyf hakkında da tutuklama kararına hükmetmişti. Ancak mahkemenin kendine ait bir kolluk gücü olmadığı için Netanyahu ve Gallant hakkında şimdiye kadar herhangi bir işlem tesis edilememiştir.
Her ne kadar mahkemenin kararlarını yerine getirecek bir kolluk gücü olmasa da mahkemenin kurucu anlaşması olan Roma Statüsü’nü kabul eden 125 üye ülkenin bu karara uyma yükümlülüğü olduğu gibi, Roma Statüsü’ne tabi olmayan herhangi bir devletin de vicdani veya hukuki sebeplerle bahse konu tutuklama kararını uygulaması mümkündür. Hatta Türkiye gibi birkaç ülke daha Roma Statüsü’ne taraf olmamakla birlikte Netanyahu hakkındaki tutuklama kararını uygulayacaklarını beyan etmişlerdir.
Gerçi ABD başta olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri, kendi demokratik teamüllerine ve değerlerine aykırı olarak Netanyahu ve Gallant hakkındaki kararı uygulamayacaklarını açıklamış olsalar da bahse konu ülkelerdeki muhtelif insan hakları savunucularının ve idealist hukukçuların, Netanyahu’nun kendi topraklarına ayak basar basmaz tutuklanması yönünde girişimlerde bulundukları ve bu nedenle de Netanyahu’nun seyahatlerinin kısıtlandığı, tutuklama kararı çıkabilecek ülkelere gitmekten imtina ettiği de bilinmektedir.
Bu kapsamda, Netanyahu’nun nisan başında Macaristan’ı ziyaret edeceği duyurulduğunda Macaristan Başbakanı Orban’ın, Netanyahu’nun tutuklanmayacağına yönelik olarak kişisel garanti vermiş olmasına rağmen sürpriz bir gelişmeyle karşılaşmamak için Macaristan, Roma Statüsü’nden çekilmiştir. Ancak Macaristan yönetiminin bu hukuksuz hareketi karşılıksız kalmamış ve UCM, Macaristan hakkında Roma Statüsü’nden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmediği için yasal süreç başlatmıştır. Ayrıca Macaristan’dan sonra ABD’ye gitmesi gereken Netanyahu’nun, hava sahasından geçeceği ülkelerde muhtemel bir tutuklama girişimiyle karşılaşmamak için rotasını 400 km. uzatmak zorunda kaldığı da unutulmamalıdır.
UCM’nin Netanyahu ve Gallant hakkında çıkarmış olduğu tutuklama kararı, şimdiye kadar uygulanma imkânı olmasa da İsrail ve onun Gazze’de uyguladığı katliam ve soykırımı destekleyen çağdaş (!) Batılı müttefikleri tarafından hoş karşılanmamış olup kararın ortadan kaldırılması veyahut en kötü ihtimalle esnetilmesi için muhtelif girişimlerde bulunulmuştur.
Aslında bu hoşnutsuzluğun en somut göstergesi, UCM Başsavcısı Karim Khan’ı kararından caydırmak için kendisiyle iletişime geçen ABD’li bir siyasetçinin sarf etmiş olduğu, “Biz bu mahkemeyi İsrail gibi Batı’nın müttefikleri için değil, Afrikalılar ve Putin gibi haydutlar için kurduk” şeklindeki sözleri olmuştur. ABD’nin UCM’ye karşı pozisyonu bununla da sınırlı kalmamıştır. Bir taraftan bazı ABD’li Temsilciler Meclisi üyeleri ve senatörlerden oluşan bir grup, başsavcıya bir mektup yazarak “İsrail aleyhinde karar vermesi hâlinde kendisine ve mahkemenin diğer çalışanlarına yaptırım uygulayacakları” şeklinde tehditte bulunurken diğer taraftan da başka bir grup Kongre üyesi de mahkemenin İsrail aleyhinde karar alması hâlinde 2002 yılında kabul edilen ve “Lahey’i işgal” kanunu olarak bilinen “mahkemeye ve mahkemenin bulunduğu Hollanda’ya” karşı zor kullanılmasını öngören yasayı uygulamakla tehdit etmişlerdir.
Fakat tüm bu çabalar sonuç vermemiş ve nihayetinde mahkeme her türlü baskıya rağmen 21 Kasım 2024 tarihinde Netanyahu ve Gallant’ın tutuklanmasına hükmetmiştir.
Ancak İsrail 23 Eylül 2024 tarihinde, yani henüz tutuklama kararı açıklanmadan önce mahkemeye başvurarak; mahkemenin 5 Şubat 2021 tarihinde vermiş olduğu ve Netanyahu ile Gallant’ın tutuklanmasına esas teşkil eden “Filistin topraklarında yargı yetkisi olduğuna dair” kararın iptal edilmesini istemiştir. Buna gerekçe olarak da Filistin’in bir devlet olarak kabul edilmemesini, İsrail’in Roma Statüsü’ne tabi olmamasını ve İsrail’in sunduğu karşı gerekçelerin yeterince değerlendirilmemesini ileri sürmüştür. Ayrıca İsrail, 21 Kasım’da açıklanan tutuklama kararının ardından 27 Kasım 2024 tarihinde de bahse konu tutuklama kararının iptal edilmesi maksadıyla yeniden mahkemeye başvurmuştur.
İsrail’in yapmış olduğu başvurular mahkemenin çalışma usulleri içerisinde değerlendirilmiş olup temyiz dairesi nihayet 24 Nisan 2025 tarihinde İsrail’in başvurularıyla ilgili kararını açıklamıştır.
Temyiz dairesi, İsrail’in Netanyahu ve Gallant’ın tutuklanmasına yönelik itirazını reddederken mahkemenin Filistin topraklarında yargı yetkisi olduğuna yönelik kararının iptal edilmesini talep eden başvurusunu ise kabul etmiştir. Dolayısıyla ön yargılama dairesinin 5 Şubat 2021 tarihinde almış olduğu yargı yetkisi kararının gözden geçirilerek İsrail’in itirazlarının eksiksiz olarak ele alınması ve ortaya sunulacak bilgi ve belgelere istinaden yapılacak değerlendirmeye göre yeniden karar verilmesi için ilgili birime gönderilmesine karar verilmiştir.
Peki bu karar ne anlama gelmektedir?
Aslına bakılırsa Netanyahu ve Gallant’ın tutuklamasına yönelik karara yapılan itirazın reddedilmesi olumlu bir gelişme olarak gözükse de nihayetinde bu, karara esas olan mahkemenin Filistin topraklarında yargı yetkisi olduğuna dair karardır. Dolayısıyla mahkemenin yargı yetkisi olduğuna dair kararın tekrar ele alınması, hem de İsrail’in itiraz gerekçelerinin daha kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi talebi bazı kuşkulara yol açmıştır.
Nihayetinde 2021 tarihli karar alınırken de İsrail, karşı görüşlerini ortaya koymuş ve bir taraftan Roma Statüsü’ne tabi olmadığını belirtirken diğer taraftan da Filistin’in BM’ye gözlemci üye olmasının devlet olması anlamına gelmediği ve bu nedenle de mahkemenin yargı yetkisinin söz konusu edilemeyeceği belirtilmiş ama buna rağmen mahkeme yargı yetkisi olduğuna dair karara hükmetmişti.
Aradan geçen sürede mahkemenin tüzüğünde veya ilişkili mevzuatta herhangi bir şey değişmediğine göre, temyiz dairesinin aldığı bu kararın iyi niyetli olduğunu düşünmek için bir sebebimiz yoktur. Zira İsrail’in geçmişte de hem BM nezdinde hem de diğer uluslararası kuruluşlarda aleyhinde alınan kararları değiştirmek veya tamamen iptal etmek için türlü oyunlara başvurduğu bilinmektedir. BM’nin 1975 yılında kabul ettiği “Siyonizmin ırkçılık olduğuna dair” kararın, 1991 yılında bir oldubittiyle kaldırılması bunun en bariz örneğidir.
Dolayısıyla bugün de UCM’nin temyiz dairesinin almış olduğu bu karara temkinli yaklaşmak ve aradan geçen süre zarfında üyeleri değişen ön yargılama dairesinin, mahkemenin 2021 yılında almış olduğu Filistin topraklarında yargı yetkisi olduğuna dair kararın yeniden değerlendirmesi sürecini yakından takip etmekte fayda vardır. İsrail’in mahkemeye kararını değiştirmesini gerektirecek yeni bir delil veya argüman sunması mümkün olamayacağına göre, 2021 tarihinde alınan yargı yetkisi kararının bir şekilde değiştirilmesi hâlinde mahkemenin hiçbir inandırıcılığı ve güvenilirliği kalmayacaktır.
Bunu düşünmek bile istemiyorum ama eğer böyle bir durum söz konusu olursa tam da ABD’li siyasetçinin Başsavcı Karim Khan’a söylediği gibi mahkemenin “sadece Afrikalılar ve Putin gibi haydutlar” için kurulmuş olduğu sözünün gerçek olduğu anlaşılacaktır. Böyle bir durumda da ne uluslararası hukuktan ne de adaletten bahsetmek söz konusu olmayacaktır.
Gözümüz kulağımız mahkemede olacak. Umarız adaletin terazisinin saptığını düşünmemizi gerektirecek bir durum ortaya çıkmaz.