3 yıl kadar önce kaleme aldığım “Özbekistan’ın uzun kışı ne zaman sona erecek?” adlı 3 bölümlük bir köşe yazısı dizisi Dünya Bülteninde yayınlanmıştı. Orta Asya’nın kalbi ve medeniyet beşiği olan, tarihten adlarını bildiğimiz din ve bilim adamlarını yetiştiren Özbekistan ve yakın çevresindeki ilim havzası, Sovyet işgali sonrasında büyük bir haksızlığa uğramış; Sovyet mantığıyla ilkel ve vahşi bulunan Orta Asya ve Kafkas halklarına medeniyet götürüldüğü iddiasıyla yetmiş yıl boyunca bu haksız işgal sürmüştü.
Bu dönem boyunca Orta Asya halklarının nüfus bakımından en büyüğü olan Özbekler de milli ve dini kimlikleriyle baskı altına alınmış; halkın kanaat önderleri hapsedilmiş, sürülmüş veya bir şekilde itibarsızlaştırılarak yok edilmişti. Orta Asya’nın ve özelikle bugünkü beş Cumhuriyeti içeren eski adıyla “Batı Türkistan” bölgesinin ilim, kültür ve sanat bakımından kalbi olan Özbekistan, tarihi bağlarından ve kadim kimliğinden koparılmaya çalışılmıştı.
Sovyet sistemi 1950’den 1970’lere kadar altyapıda önemli adımlar atmış, ekonomik açıdan “az ama eşitlikçi” standartları sağlamış olsa da bu dönemden sonra bölge hızla gerilemiş ve 1990’lara gelindiğinde Özbekistan’ın da içinde olduğu on beş eski Sovyet Cumhuriyeti, Sovyetler Birliğinden ayrılarak bağımsızlıklarını ilan etmişti.
Özbekistan 1991 yılında kazandığı bağımsızlıkla birlikte, yeni bir döneme giriyor, halk yetmiş yıldır elinden alınan özgürlüklerin tadını çıkarmaya çalışıyordu. Aynı dönemde Sovyet ekonomisinin çöküşünden sonra serbest piyasanın kurulabilmesi için gereken şartlar ve altyapının kurulması gerekiyordu. Ancak Kerimov döneminin başlamasıyla muhalefete karşı yoğun ve acımasız bir savaş başlatılarak yüz binlerce Özbek muhalif farklı gerekçe ve iftiralarla hapishanelere dolduruldu. Böylece, fiilen tek parti dönemi başlarken Devlet tekelindeki televizyon, radyo ve medya dışında Özbek halkının haber alma kaynakları da kalmamış oldu. Bu dönemde, özgürlüklere dair herhangi bir talep acımasızca bastırılıyordu.
Ülke dış dünyaya adeta kapatılmış, büyük bir güvenlik endişesi içerisinde kendi başına kalkınacağı vaatleriyle 25 yıl geçirdi. Zorunlu çalışmaya kadar (angarya) varan ve dünyanın en ucuz işgüçlerinden birisi olarak baskı altında tutulan Özbek halkı, sonuçta ağır faturalar ödemiş oldu. Ayrıca komşularıyla sınır ve su problemleri; Özbeklerin tarihi olarak yaşadığı ve halen komşu ülkelerde kalan Özbek nüfusu dolayısıyla haksızlığa uğradı. Ancak bu krizler diplomasiyle çözülemediği gibi büyütülerek kalıcı hasarlar oluşturdu. Ta ki, Kerimov’un ölümünden sonra Şavkat Mirzoyeyev’in geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanı olmasına dek…
Mirziyoyev, en doğru noktadan başlayarak komşularıyla problemleri hızla çözmeye; tek adam ve kapalı ekonomi politikalarının verdiği ağır hasarı onarmak üzere ülkeyi dışa açmaya başladı. Bunun ne anlama geldiğini size şöyle bir örnekle açıklayayım:
1999 yılında Kazakistan sınırında yaşıyorken Özbekistan’a geçmek için defalarca girişimde bulunmuştum. O dönemin fiili tek partili hükümetinin dışa kapanma, korku ve paranoyaya dönüşmüş olan güvenlik kaygıları ve Türk vatandaşlarına özellikle uygulanan güçlükler dolayısıyla vize almayı başaramamıştım. Artık, 10 Şubat 2018 tarihinde 6 ülke ile birlikte Türkiye’ye de 30 günlük vize muafiyeti tanınmış oldu. Ayrıca diğer ülkelerle e-vize dönemine geçilerek yeni bir açılım sağlandı.
Cumhurbaşkanı Mirziyoyev bununla da sınırlı kalmadı. Türkiye basınına yansıyan haberler bile çok kısa bir zaman içerisinde yaşanan gelişmeyi gözler önüne seriyor. Bu gelişmelerden bir kısmı rüya gibi…
Özbekistan bu yılın ilk çeyreğinde altın ve döviz rezervlerini hızla artırdı. Aynı dönemde ekonomisi ilk defa yüzde 5.1 oranında büyüdü.
Sirderya vilayetinde altyapısı hazırlanan serbest ekonomik bölgede on yıla kadar şirketlere vergi ve gümrük muafiyeti tanındı. Taşkent’de de “spor” alanında ve “balık üreticiliği” konusunda serbest ekonomik bölge kurulması için bir kararname çıkarıldı.
Özbekistan bütün kardeş komşu ülkelerle ilişkilerini hızla düzeltirken Türkiye’yle ilişkilerinde de son 25 yılın en iyi dönemine girildi:
Hızlı büyümenin yaşandığı 2018’in ilk çeyreğinde Özbekistan’ın dış ticaret payında Rusya, Çin ve Kazakistan’dan sonra yüzde beşlik pay ile Türkiye yer aldı. Bir özel Türk havayolu firmasının Özbekistan’da kuracağı havayolu şirketi haberi ile Özbekistan Havayollarının Taşkent-İstanbul arası sefer sayısını artıracağı haberi diğer olumlu gelişmeler arasında.
İlk defa Emir Timur Han’ın doğduğu köyde doğum yıldönümü kutlanarak Özbek Türkleri, tarihleriyle de yeniden buluşmanın adımlarını atıyorlar.
Bütün bu olumlu gelişmeler, çalıştığım kurum olan İstanbul Ticaret Üniversitesi’ne kadar yansıdı: Birkaç gün önce, Özbekistan Milli Üniversitesi Rektör Yardımcısı Rasul Rahmanov ile Kalite Denetim Başkanı Behzad Şayzakov’un üniversitemizi ziyareti sırasında üniversitemiz adına Rektör Yardımcısı olarak ben, Özbekistan Milli Üniversitesi Adına ise Prof. Dr. Rasul Rahmanov karşılıklı işbirliği anlaşmasını imzalayarak her iki taraf için de önemli bir adım atılmış oldu. Halbuki, geçtiğimiz yıllarda Özbek üniversiteleriyle işbirliği konusunda defalarca teşebbüste bulunmama rağmen Özbekistan’da yumuşayan atmosfer ve dışa açılım politikasıyla birlikte aynı dilin iki lehçesini konuşan iki kardeş halkın üniversiteler ile de birbirleriyle olan tarihi kardeşlik köprüleri yeniden inşa edilmiş oluyor.