Elif Kuşağı

Uzun zaman önce Kafkasya…

Abone Ol

Hazırlayan: Akif İnan Anadolu İmam Hatip Lisesi Genç Yazarları

“Kahrolsun sefil esaret,

 yaşasın şanlı ve güzel ölüm!”

Şeyh Şamil

(26 Haziran 1797 ~ 16 Şubat 1871)

Vefat yıl dönümünde Kafkas Kartalı İmam Şamil’in ve beraberindeki tüm mücahitlerin aziz hatırasına hürmetle…

--- HAMZAT ---

Mübarek dağdaki bir Çeçen Avul’unda1 yatsı ezanı yeni bitmiş, köylülerin kimisi camiye gitmek için abdest alıyor, kimisi de dışarıdaki deli soğuktan kendini eve atmaya çalışıyordu. Ay, o gün hiç olmadığı kadar parlaktı. Ezan bitince ortalığı büyük bir sessizlik sardı. Tek duyulan cırcır böceklerinin sesi… Arada bir de uluyan kurtlar ve bağıran buzağılar… Dışarıda kimsecikler yoktu. Yatsı ile köyde yaşam durmuştu. O sırada köyün girişindeki karlı patikadan sakince ilerleyen bir atlı süvari, sessiz sedasız köye giriyordu. Burası onun köyüydü. Kendisi tam bir buçuk yıldır Vedeno Avulu’nda2 imamın müridiydi. Ve şimdi de bir ulak olarak köye gönderilmişti. Atını yine sakince camiye sürdü. Taştan yapılmış ve balçıkla sıvanmış caminin yanında durdu. Çocukluğu aklına gelmişti. Duraksadı. Attan inip atını bağladı. Camiye girmemişti. Üstü başı çamur içindeydi. Camiden gelen sıcaklık içini ısıttı. Beş dakika sonra cemaat çıkmaya başladı. Cemaatten kim delikanlı süvariyi görse, yüzünde bir tebessüm beliriyordu. Ve en sonunda da camiden, köyün başındaki ihtiyar imam çıktı.

“İmam Şamil’den haber var!”

“Selamün Aleyküm!” dedi, delikanlı ulak. Cümleten “Aleyküm Selam!” dediler. Cemaatten biri “Gelişin hayrola?” diye sordu. “Hayır olsun inşallah” diyerek cevapladı, delikanlı ulak. Bir süre böyle havadan, sudan konuştular. Dağlılardan bahsettiler. Sonra ihtiyar imam: “İmam Şamil’den haber mi var?” dedi. “Evet” diyerek cevapladı delikanlı. (Sıkıntılı bir yüz ifadesi vardı.)

Sonrasında cemaat dağıldı. İhtiyar imam bu delikanlıyı evinde ağırlamak için davet etti. Kerpiçten yapılmış, çürük tahta kapılı eve girdiler. Delikanlı ulak, Çerkes kaması dışında kılıcını, tüfeğini çıkardı ve yerleştirdi. İmamın da müsaadesiyle çerkeskasının3  eteklerini toplayıp oturdu. İmam ikram etmek için su, ekmek, bal ve kurutulmuş peynir getirdi. Biraz oturduktan sonra delikanlı konuşmaya başladı.

“Ruslar… (Bir süre duraksadı) Anladığım kadarıyla buraya geliyorlar.” Sonra cebinden mühürlenmiş bir mektup çıkarttı ve imama uzattı. İmam, daha delikanlı ağzını açmadan mektubun Vedeno’daki ihtiyar heyeti ve İmam Şamil’den geldiğini anladı. Besmele çekip okumaya başladı. Mektubu okuduktan sonra bir süre sessizce dua etti. Ve mektupta yazanlardan bihaber olan karşısındaki ulağa anlatmaya başladı. (Belli ki canı sıkılmıştı.)

Ruslar tarafından şehit edildi

“Dediğin gibi… Rus kafirleri rahat durmuyor! Kuzey Kafkas köylerinin çoğunu yağmalamışlar. (Bir süre duraksadı.) Sırada bu köyler var. (Sesi hüzünlü geliyordu.) En sonunda ne olacak? Kime kalacak bu Allah’ın mübarek dağları? Ulak cevap veremedi. Ve ihtiyar devam etti.
“İmam Şamil devasa bir orduyla buraya geliyormuş.” (Buna ulak da şaşırmıştı.) Ancak Rus birlikleri köylere daha yakınmış diye ekledi ihtiyar. “Vedeno’daki heyet herkesi gazavat’a çağırıyor. Toplayabildiğince mücahid toplamamızı istediler. Büyük bir harp çıkacağı kesin… Allah yar ve yardımcımız olsun. ” İhtiyar devam etti: “Hamzat, delikanlı evladım. (Ulağın adı Hamzat’tı.) Sen bana babandan emanetsin. Ana babanı kaybettiğinde küçük bir çocuktun. Baban da alçak Ruslar tarafından şehit edilmişti. Hep onun gibi mert olasın diye dua ettim. Elhamdülillah dualarım kabul oldu. Allah senden razı olsun.” dedi.

Gazavat, Şamil ve dağlar…

Hamzat babasını hatırlamıştı. Gözleri doldu. Sonra ihtiyar imamla geçen yılları aklına geldi. Gazavat, Şamil ve dağlar… “Senden de Allah razı olsun” dedi. Böylelikle helalleştiler. Sanki bir şeyleri hissediyorlardı.

O sırada çar I. Nikolay’ın4 emriyle güneye hareket eden Rus birlikleri bir mola vermişti. Piyadelerin yarısından fazlası uyuyordu. Generaller bir çadırda eğleniyor, gecenin tadını çıkartıyorlardı. Karda, kışta nöbet tutan askerlerin ise canı sıkkındı. Askerlerin arasında, diğerlerinden yaşça küçük birkaçı ateş yakmış ısınmaya çalışıp birbirlerine çocukluklarını anlatıyorlardı. Kafkas köylerine yakındılar. Her an bir baskına uğrayabilirlerdi ancak sarhoş komutanlar keyiflerini bozmak istemiyorlardı. Özellikle de Hacı Murat’ı5 öldürdüklerinden beri bütün dertleri bitmiş gibi davranıyorlardı. Bütün bölüğün arasında, yarın köye yapacakları saldırı için endişelenen tek bir asker vardı. Bu yeni bir askerdi. Daha önce hiçbir savaşa katılmamıştı. Gecenin karanlığında boğuluyor, korkudan uyuyamıyordu. İki de bir cebindeki haç kolyesine bakıp istavroz çıkartıyor6 ve dua ediyordu. Aslında asker olmayı hiç istememişti ancak ordu, askere zorunlu alımlar yaptığı için gelmek zorunda kaldı. Rus ordusu sayıca Kafkas ordusunun üstündeydi. Köyü işgal edeceklerinden emindiler. Ta ki savaş başlayana kadar…

Nisa Suresi 74. Ayet

Ertesi gün cumaydı. Cuma vakti bütün köy camide toplandı. Herkes namaz sonrasında Şeyh Şamil’in mektubunun okunmasını bekliyordu. Her hafta olanın dışında, kadınlar da caminin etrafında toplanmıştı. Ancak hiçbir karmaşa yoktu. Dört rekât sünneti kıldıktan sonra ihtiyar imam pek büyük olmayan, işlenmiş tahtadan yapılma minbere çıkarak gür bir sesle hutbeye başladı. Ve hutbede Gazavat’ı ilan etti. (O an camide çok büyük bir sessizlik oldu. Hiç kimseden çıt çıkmıyordu. ) İmam çok büyük bir çağrıda bulunmuştu. Herkes pür dikkat onu dinliyordu. Acı bir ses tonuyla Şeyh Şamil’in birliklerinin harbin başına yetişemeyeceğini duyurdu. (Bunu söyleyince bahçeden anlaşılmayan birkaç ses yükseldi.) Sonra imam, bunun sadece yıpratıcı bir harp değil, kutlu bir cihad olduğunu hatırlattı. Ve Nisa Suresi’nin 74. Ayet’ini7 okudu.  Ardından hutbesini bitirdi. İki rekât farz namaz  boyunca  Fetih Suresi’ni okudu. Ve harp böylece duyuruldu.

Namaz sonrasında köylülerin durumu çok karışıktı. Ağlayan kadınlar ve çocuklar... Onları sakinleştirmeye çalışan babalar... Kimisi Gazavat’a dünden hazırdı. Kimisi ne yapacağını düşünüyordu. Bir köşede, daha önceden cihada katılmamış, delikanlılar göğüslerini kabartarak en öndeki cephede ben duracağım diyordu.  Hamzat’sa sakin şekilde buyrukları harfiyen yerine getirmeye çalışıyordu. Bu şekilde bir hafta geçti. Ve sonunda çarpışma günü geldi...

Çarpışmadan iki saat önce… Hamzat köydeki herkesten önce uyandı. Yan odadaki süslü, işlenmiş bakır ibrikten akan soğuk suyla abdestini aldı. Beyaz çerkeskasını giydi, silahlarını kuşandı. Ve avluya çıktı. Yollardaki karlar erimişti. Buradan neredeyse köyün tamamı gözüküyordu. Cami, belli belirsiz kerpiç evler ve tarlalar… Derin bir nefes aldı.  Köydeki ağaçlara baktı. Elini toprağına sürdü. Durgundu. Ufka baktıktan sonra yüzünü göğe çevirdi. Gökyüzünde yıldızlar hala parlıyordu. Uzun uzun onlara baktı. Zaman geçtikçe nefes almakta zorlanmaya başladı ya da öyle hissediyordu. Belki de bu, onları son görüşüydü. Duraksadı. Çok ağır adımlarla avludaki bir ağaca bağlı Kazbek8 adını verdiği Kabardey9 atının yanına gitti. Başındaki kara koyun derisinden yapılmış papağı10 kadar simsiyah atının, parlayan yelesini okşadı. Bir adam büyüklüğündeki bacaklarına baktı. Sırtını sevdi. Sonra yanında otlayan, Elbruz4 gibi beyaz, hatta adı da Elbruz olan atı okşadı. Bu imamın atıydı. Kazbek’i hızlıca, kısadan tımar edip eyerlerini bağladı ve dizginlere asılarak doğrudan avulda nöbet tutan mücahidlerin yanına gitti.

O sırada sabah ezanı başladı. Bütün köy uyanmıştı. Mücahidlerle birlikte sabahı orada eda etti. Köy bütün hazırlıklarını yapmıştı. Kadınlar ve çocuklar civar köylere tahliye edildi ve oralardan da mücahit toplandı. Artık düşman ufukta gözüküyordu. Bütün köyde tek duyulan Fatiha’lar, Yasin’ler ve tevbelerdi…

Allahu Ekber nidaları

Herkes yerlerine geçmişti. Hamzat da son kez tanıdıklarıyla ve ihtiyar imamla helalleşti. Atını en yakın teslim yerine bıraktı. Ve görev yerine geçti. Köyün sınırındaki ormanda kazılan siperlerin arasında görev almıştı. Sipere girdi. Her şeyi son kez kontrol etti ve beklemeye başladı. Artık tek yapması gereken; ilk top atışını beklemekti. İşte o an zaman, Hamzat için durmuştu. Güneşin ilk ziyaları ufuktan gözükmeye başlıyordu. Öten kuşlar, toprak ve çiçek kokusu, çekirgelerin sesi, ordudan gelen bağrışmalar… Ağaçların ve diz boyu otların arasında öylece uzanıyordu. Hissettikleri tarif edilemezdi. Alnı terlemiş, soluk alması tekrar güçleşmişti. Bütün hayatı gözlerinin önünden geçiyordu. İlk Kur’an okuyuşu, ilk pusatı… Anasının yemeklerinin kokusu burnunda tütüyor, babasının nasihatleri en yalın haliyle kulağında çınlıyordu. İhtiyar imamla geçen yılları ve Şamil… Hamzat son bir kez daha Fatiha okumak istedi. Ve besmele çekti. İşte o an ormanda ilk top atışı duyuldu.

Ve daha o saniye Allahu Ekber nidaları, bağrış-yakarışlar, nal sesleri, dualar, Rusça cümleler… Sinek vızıltısı gibi aralıksız geçen kurşunlar… Hamzat sanki başının hemen üstünden kurşunların geçtiğini duyuyordu. Hatta başını kaldırmaya tereddüt ediyordu. Ve bir yandan da tüfeği ile ateş etmeye çalışıyordu.  Rus süvarilerinin birkaçının köyün girişine dayandığını fark etti. Süvariler onu görmemişti. Durmadan ateş ederek birkaçını vurmuş ve birkaçının da geri çekilmesini sağlamıştı. Ruslar hızla ilerliyordu. Çeçenler geri çekilmese de ileri gidemiyorlardı. Bütün orman tam anlamıyla harp meydanına dönmüştü. Yerde yatan ölüler...! Bir umutla hayata tutunmaya çalışan yaralılar… Tutuşan ağaçlar ve kaçışan hayvanlar…  Çatışma böylece saniyeler, dakikalar ve saatler sürdü.  En sonunda Ruslar da dağlılar da bitap düşmüştü. Ancak Ruslar biraz daha zor durumdaydı. Hamzat siperden çıkıp atına binmek zorunda kaldı.  Babasının yadigârı kılıçla ileri atıldı. Diğer süvari birliklerine katıldı. Kılıçla savaşma konusunda daha kabiliyetliydiler. En sonunda Rus birlikleri geri çekilmeye başlamıştı. Hamzat kılıcı bir oraya bir buraya savuruyordu. Ve o sırada bir Rus asker gözüne takıldı. Sadece bir anlığına ona bakmıştı.

Asker kanlar içindeydi. Yerde yatan bir Çeçen’e su içiriyordu. Ancak bu bir Rus’tu. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Boynundaki haç kolye kanla kaplanmıştı. Hem çara hem de orduya küfrediyordu. “Ben savaşmak istemiyorum!” diye ağlıyordu. Yeni bir asker olduğu belliydi. Genç bir delikanlıydı. Hamzat ona acımıştı.

Kuş ötüşleri, zafer naraları…

Ve tam o anda bir silah patladı. Hamzat bir anlığına kendisini dünyanın en güçlü adamıymış gibi hissetti. Kılıcını havaya kaldırıp gür ama yorgun bir sesle “ALLAH-U EKBER!” diye bağırdı. Ama sonrasında bir yorgunluk çöktü. Dengesini sağlayamadı ve attan düştü. Kendini öylece kara toprağa bıraktı.

“Ölüyor muyum?” diye düşündü. Korkmalı mıydı? Ağırlık değil hafiflediğini hissediyordu. Tek duyduğu Çeçence “kazandık” haykırışlarıydı. Ruslar geri çekilmişti. Kara toprakta öylece uzanıp donuk gözlerle göğe bakıyordu. Yüzünde bir tebessüm… Artık ne kanlar vardı ne de yaralı askerler… Artık çiçeklerden de güzel kokan bir rayiha vardı. Artık güneşten daha parlak bir aydınlık vardı.  Tekbirler, dualar, Kelime-i Şehadetler… Kuş ötüşleri, zafer naraları… Tüm bu sesler ona bir türkü gibi geliyordu. “Şehadet Türküsü…” Hamzat, Kelime-i Şehadet getirdi ve bu şehadet türküsü büyük bir sevinçle bitti.

DİPNOTLAR:

1-Avul; Kafkas Köyü.

2-Vedeno Avulu; Şeyh Şamil ile adamlarına barınaklık eden köy.

3-Çerkeska; Dağlılar’ın giydikleri fişeklikli bir çeşit kaftan.

4-I.Nikolay;Nikolay Pavloviç, 1825-55 arasında Rus çarı.
5-Hacı Murad; Şeyh Şamil’in naiplerinden biri. (1795-1852).
6-İstavroz Çıkartma; Hristiyanlar`ın elleriyle haç işareti yapmalarına da istavroz çıkartma denir.

7“O halde, dünya hayatını verip âhireti almak isteyenler Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.”(Nisa Suresi, 74)

8-Kafkasya’da bir dağ adı.

9-Kafkasya bölgesinde yetiştirilen dayanıklı bir at cinsi.

10-Kuzu postundan yapılan uzun tüylü bir kalpak türü.

11-Elbruz, Kafkasya bölgesinde bulunan sıra dağlardan en yüksek olanı.

Muhammed Emir MANDACI