Vakit almak vakti değil, olmak vaktidir!

Abone Ol

Türkiye'nin kırmızı et tedariki kendine yetmiyor, bir söylentiyle piyasalar allak bullak oluyor, tıpkı şimdilerde olduğu gibi. Ortada hiçbir sıkıntı yokken bir söylentiyle son on günde kırmızı et fiyatları, 50-100 lira aralığında zamlandı. Kuş gribi yalanıyla tavuk eti fiyatları tavan yaptı.

Çözüm; sert bir açıklama eşliğinde ithalat sopasını göstermek! Peki, et ithalatı bu işi gerçekten çözebilecek mi? Geldiğimiz durumdan belli olmuyor mu? Neyse! Gelin birlikte bir özeleştiri ve çözüm turuna çıkalım…

Köy hayatını iyi kötü bilirim, tarım ve hayvancılığa aşinayım. Bu iş bugünün meselesi değil. Uzun yıllar öncesine dayanıyor... 1960’lı yıllarda başladı; taşı toprağı altın olan şehirlere akın etmemizle bugünlerin temellerini atmış olduk! Köyleri boşaltmak, toprağı kaderiyle baş başa bırakmak, meradan kaçmak, ahır kokusundan kurtulmak(!) için ne taklalar attık. “Ben çektim çocuğum çekmesin.” saplantısıyla kendi sonumuzu hazırladık aslında.

Şehirlere dolduk, çağdaş peribacalarını andıran beton yığınlarını mesken tuttuk, herkes okullu oldu! Tarım ve hayvancılık, bitme noktasına geldi. Bundan doğal bir süreç olamaz!

Yerli çobanımız yok, yerli sığırımız yok olmaya doğru gidiyor, yerli besimiz yok, mera hayvanlarımız sizlere ömür! Yerli tohumlarımızın yerinde yeller esiyor! Kasapların kapılarında “yüzde 100 yerli besi” aldatmasıyla işi götürmeye çalışıyoruz. Bir de yerli olarak ayar vermeye çalışıyoruz. O da bir yerden sonra işe yaramıyor artık!

Türkiye'nin gerçeği bu; tüketici ihtiyaçlarına cevap verebilmek ve günü kurtarmak için ithal et, ithal mevsimlik işçi ve ithal çoban kaçınılmaz oldu!

“Türkiye’de Afgan, Türkmen, Suriyeli istemiyorum.” gibi söylemlerle bu işin üstesinden gelemeyiz! Gördük işte; fındık bahçelerini, çay tarlalarını, soğan patates arazilerini onlarla hasat ettik. Merada, onların varlığıyla hayvancılık nefes alıyor oldu. Demem o ki tarım ve hayvancılık, onlarsız olmayacak duruma geldi, bu durumlara biz getirdik.

Zira bizim gençlerimiz, ağır işlerde çalışmak istemiyor. AVM’lere hapsolmaktan aşırı hoşlanıyor ama açık meralarda sıkılıyor. Özgür ve özgüvenli(!) neslimiz, tarlalarda kan ter içinde kalmak yerine beachlerde güneşin tadını çıkarıyor, kahvehanelerde duman kokusuna müptela olan yiğitlerimiz(!) ahır kokusundan nefret ediyor… Tuttuğunu kopartacak kudrete sahip cengaverlerimiz sıra sıra hayvanlarına bakarak alın terini taçlandırmak yerine, ganyan kuponu yatırma sırasında beklemeyi tercih ediyor. Sonra da “Ne olacak bu memleketin hâli?” mavalları!.. Kuytu köşelerde hükûmet yıkıp hükûmet kuruyorlar.

Türkmenler, Özbekler, Suriyeliler ve Afganlılar işin içinden çekilsin; mahsul tarlada kalır, meyve dalında çürür, içecek süt, yiyecek et bulamaz hâle geliriz. Çözümü ithalatta ararız ki bugün işler, öyle yürür hâle geldi maalesef.

Yükselen kırmızı et fiyatları ve beraberinde gelen tüketici şikâyetlerine karşın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ithalat sopasını gösterdi ve “vatandaş kırmızı ete beklediği fiyatlarla ulaşabilsin diye” Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı'ya “kırmızı et fiyatlarını düşürecek kritik bir talimat verdiğini, süratle Uruguay ve Brezilya’dan büyükbaş hayvan ithalatı yapılacağını” açıkladı.

Hemen akabinde Et ve Süt Kurumu bir açıklama yaptı ve piyasada et sıkıntısı yaşanmadığını, yeterli miktarda stoklarının bulunduğunu ilan etti. Neye güvenerek? Aynı kaynağa yani kırmızı et ithalatına!

Sayın Erdoğan'ın açıklamasını medya nasıl gördü, uzmanlar nasıl yorumladı? Hep bir ağızdan, olayı “hamle” olarak değerlendirdiler, “tüketiciye nefes aldıracak talimat” olarak yorumladılar, “kurtuluş reçetesi” diyenler bile çıktı! “Bugünlere nasıl geldik?” sorusu kimsenin aklına gelmedi maalesef!..

Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu “talimatı” halkı rahatlatacak mı? Bu rahatlamanın ömrü ne kadar olacak? İthalatla biz bu işi nasıl çözeceğiz? Taşıma suyla değirmenin dönmeyeceğini ne zaman anlayacağız?

Ortada acı bir gerçek var, fotoğraf iç karartıcı. Bu acı gerçekle yüzleşmek zorundayız; çalışmak ve üretmek mecburiyetindeyiz. Belki birkaç sene sıkıntı yaşarız ama kalıcı çözüm üretmek için bugünden tezi yok harekete geçmeliyiz. Tarım ve hayvancılığın yeniden şaha kalkması için Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın “yeni yol haritasına” omuz vermekle mükellefiz. Siyasi istismara tamah etmeden çekeceğimiz çileyi bereketli günlere yorarak, oy hesabıyla yara kaşımak yerine yaralara merhem olmaya çalışarak işe koyulmalıyız.

İnsanlar fanidir, iktidarlarsa gelip geçici… Aslolan Türkiye’nin yüksek çıkarları, ülkemizin müreffeh yarınlarıdır…

Vakit almak vakti değil, olmak vaktidir! Zaman, üretmek zamanıdır… İşte o zaman bu aziz millet, ayakta kalmaya ve tarih yazmaya devam edecektir.

Buna yürekten inanıyorum.