Terör sorununun çözümünde siyasi partilerin nasıl konum aldıklarına bakarken, ‘Var mısın, yok musun?’ sorusunu esas alabilir, bu sorunun cevabından gayrı söylenenleri duymazlıktan gelebiliriz.
Türkiye’nin göğsünün üzerindeki değirmen taşını, yani terör sorununu kaldırmak için olağanüstü bir çaba var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedefi, Türkiye’nin ikinci yüzyılının terörsüz olması. MHP Genel Başkanı Bahçeli, süreci salimen sonuca ulaştırmak için ne gerekiyorsa yapıyor.
SİYASET ÜSTÜ SORUN OLARAK TERÖR
Her ne kadar çözümünü siyasetten beklesek de, terör, ‘siyaset üstü’ tanımlanmayı en çok hak eden sorun. Dolayısıyla siyasi partiler, bu konuda mutabakat sağlayabilmeli, terör belasından kurtulma konusunda aynı çizgide hizalanmalıydılar.
Bu hizalanma, siyasi yarışı sakatlamaz, tam tersine güçlü siyasi programlar ortaya koymanın yolunu açardı. Bu yarış ülkenin yararına olurdu.
Partiler hep birlikte önden yürüyebilmeli, tarihi bir işlev yerine getirebilmeliydiler.
O zaman siyasetin hareket alanı genişler, itibarı hiç olmadığı kadar yükselirdi.
Öyle olmadı. Bazı partiler anketlerin iğvasına kapıldılar. İmralı’ya gidilmesine itirazın yüksek olduğunu gösteren oranlar akıllarını çeldi. Sandık hesabına giriştiler. “Varsın terör sorunu çözülmesin, seçimden kârlı çıkma ihtimalimiz var” dediler.
Anketin sonucu belki doğruydu. Ancak, soru “bebek katilinin ayağına gidilmesine razı mısınız?” kalıbındaydı. Açıkçası; en baştan hileliydi.
Başladılar bu retoriği köpürtmeye, popülerlik kazanının altına odun taşımaya. Tarihten devşirip bilgiyle yoğurdukları, samimiyetle seslendirecekleri bir cümleleri yok. Ancak en sert yüz ifadeleriyle ve en yüksek ses tonlarıyla bağırmaya devam ediyorlar.
“NE VARIM, NE YOKUM”
Açıktan “yokum” diyemeyenler renkli bir öbeği oluşturuyorlar.
Onlar; sürecin başından bu yana ‘ha bitti, ha bitecek’ gözüyle bakanlar… “Nasıl olsa bu kavşağı dönemez” duygusunda yaşayanlar… Gözleri önünde yapılmayanları yok sayanlar… Sorunun kökenine, niteliğine, yıllar içinde alınan yola bakmadan, alışkın oldukları cümle kalıplarla konuşanlar…
Her aşamayı önce “başarılamaz” diyerek yorumlayıp, başarılınca küçümseyenler…
Düne takılı kalanlar, sloganları çoğaltanlar, önyargıları besleyenler…
İşin aslına, esasına ilişkin hiçbir soruyu kendine sormayanlar…
Bütünle ilgilenmeden, konunun bir yarısı üzerinden itiraz edenler…
TEST EDİLEN
Vatanseverlik mi? Kısa vadeli siyasi çıkar hesabı mı? Cesaret etmek mi? Popülizme demir atmak mı? Şimdi test edilen budur. Ayrışma noktası burasıdır.
Tarihin, önümüze getirip dayattığı sorumluluğu üstlenmek mi? Yoksa kolaya yaslanmanın konforu mu? Bugünün sorusu budur.
Baştan bu yana küçük hesap yapan İYİ Parti’yi dışarıda tutabiliriz. Pozisyonu en problemli olan parti CHP. İktidar adayı olmakla övünen CHP’nin oy hesabı yapmadan, yücelerden bakabilmeli, geleceğe dönük özgüvenini gösterebilmeliydi.
‘Terörsüz Türkiye’ sürecinin dışında kalmayı aklına bile getirmeden, çözümün tam ortasında, kendi önerileriyle kendisine yer açabilmeli, orada var olabilmeliydi.
Tarihin bu aralığında ne yapıp edip çözümün bir parçası olmak varken, parlak (!) gerekçeler üretme çabası ezikliktir.
‘Barış ve kardeşlik’ bu kadar yakınımıza gelmişken, tarihin akışının değiştiğini görememek, gereğini yapamamak, doğru siyaset olamaz.
Halk kendisine hak verilmesinden, gönlünün okşanmasından elbette kısa zaman dilimi içinde mutlu olacaktır. Ancak değerli olan ülkenin sorunlarını çözmektir.