YEDİ GÜNLÜK GREVDEN KALAN İZMİR FOTOĞRAFI

Abone Ol

DİSK’e bağlı Genel İş Sendikası’nın üyesi, 23 bin İzmir Büyükşehir Belediyesi çalışanı greve gitti. Yedi gün süren grev çok şey anlattı, birçok gerçeği gösterdi, birçok konu başlığında öğretici oldu.

ÖNCESİ VE SONRASI

Daha dün Özgür Özel, Saraçhane mitinginde DİSK’e sesleniyordu: “İhtiyaç olunca genel grev yap, bunların nefes almasına izin verme.”

Yerel seçim öncesinde, oy istemek için DİSK’in kapısını çalan CHP İZBB Başkan adayı Cemil Tugay şöyle demişti: “Hükümet ya örgütsüz yığınlar istiyor ya da her dediklerini koşulsuz onaylayacak saraya yandaş sendikalar… Emeğin hakkını savunan gerçek sendikacılık ancak halkçı, toplumcu belediyelerin olduğu yerde yapılıyor. Bunların başında İzmir Büyükşehir Belediyesi geliyor.”

Öncesi, böyle sulu boya bir fotoğraftı. Grev başlayınca bütün renkler birbirine karıştı. Sorunları çözemeyen İZBB yönetimi, kriz karşısında paralize oldu. Sendikayla, işçilerle kavgaya girişti. Önüne geleni suçladı, öteledi, yaftaladı. İşçileri İzmir halkına hedef gösterdi. Vatandaşı grev yapan işçilere karşı kışkırttı.

“CHP’DE DEVAMSIZLIK ESASTIR”

O ilkeyi “devlette devamlılık esastır” biçiminde özetliyoruz ya bunun CHP’deki karşılığının “CHP’de devamsızlık esastır” biçiminde olduğunu gördük.  

CHP’nin ekipler halinde çalıştığına, yönetim bir ekipten diğerine geçtiğinde, parti değişmiş gibi anlayışın değiştiğine şahit olduk.

Eski yönetimlerden kalan borçların yüksekliğine, kadroların şişkinliğine, işçilerin yarısı işten çıkarılsa dahi hizmetlerin aksamayacağına dair gerçekler ortaya döküldü.

Başkan sendika yetkililerine “Sizleri anlıyorum. 2024 yılının mart ayında, seçime beş gün kala yapılmış bir sorumsuzluğun giderilmesini istiyorsunuz. Haklısınız.” dedi.

Zira önceki Başkan Tunç Soyer, seçime beş gün kala imzaladığı sözleşme ile 5800 işçiye  %68 zam vermiş, büyük sorumsuzluk yapmış, belki de yeni başkana tuzak kurmuştu.

Tugay daha da sertleşecek, daha da yakınacaktı. Fakat Soyer’in CHP’liliğini, şehrin 25 yıldır CHP yönetiminde olduğunu hatırlayınca sustu.

GREV YAPIN, ANCAK İZMİRLİYİ MAĞDUR ETMEYİN

Bir grup gazeteci, yorumcu grev hakkını baş tacı ederek sözlerine başlasa da zihinleri ve  dilleri hızla karıştı. Önce “grev, yasal hakkınızdır, size söz eden karşısında bizi bulur.” dediler. Buraya kadar iyiydi. Sonrasında, “ancak halkı mağdur edemezsiniz, buna izin vermeyiz.” diyerek devam ettiler. Bunun nasıl olacağını izah etme gereği duymadılar.

Sosyalist Enternasyonale üye, sosyal demokrat parti CHP’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tugay, grev gözcülerine “madem grevdesiniz evinize gidin ne işiniz var burada?” diyebildi. Eldivenlerini takıp çöp toplamaya başladı, grev kırıcılığına kalkıştı.

“Yapamazsınız” diyenlere “grev kırıcısı olmak için sendikaya üye olmak gerekir. Ben sendikaya üye değilim” dedi. Komikti, dahası trajikomikti.

Grevin hayatı zorlaştırmak, sesini duyurmak, kamuoyunun desteğini kazanmak, hatta hayatı durdurmak(!) için yapıldığını biliyor olması gerekirdi. (Bakınız: yazının 2. paragrafındaki Özgür Özel’in sözü)

SOSYAL MEDYA ATAĞI

Beş kuşaktan ‘öz İzmirliler’, sosyal medyada zaten faaliyetteydiler. İzmir onlarındı. Grevdeki işçilerin kökenlerini, niyetlerini iyi biliyorlardı(!). Onları geldikleri yere göndermeye pek hevesliydiler. İşçilerin ‘eşit işe, eşit ücret’ istediklerini duymadılar bile.

Bu arada İZBB Başkanı Tugay’ın sosyal medyayı, profesyonel bir ekiple yönettiği, literatürdeki adıyla; başkanın trol ordusu çalıştırdığı ortaya çıktı. Grevi bastırma telaşında, yatırım yaptığı bu orduyu devreye sokmuştu. Paylaşımlarının görüntülenme sayısı milyonlara ulaştı ki; bu durum başkanın sosyal medya performansının doğal akışına aykırıydı. En özel günlerdeki paylaşımları bile binlerle sınırlı kalıyordu.  

Bu parlak algı yönetimi, ancak sistemli bir çalışmayla, bir ‘ordu’ çabasıyla başarılabilirdi.  

ULULSALCILIĞIN PESPAYE HALİ

CHP’li yazarların, kanaat önderlerinin bazıları, en hafif deyimle; çok kötü bir sınav verdiler. Ulusalcılığın pespaye uçlarına savruldular. ‘İşçi düşmanı’ olarak yaftaladıkları sermayedarlardan bile daha öfkeli, daha serttiler. Gözleri çok karaydı, aşağılamalara doymuyorlardı.  

“İzmir Cumhuriyettir” eşitliğinin mucidi olan İzmirli gazeteci, sendikayı sarıya boyamıştı bir kere. “Biz İzmiriz, sadece zeybek oynarken diz çökeriz” diyor, “belediye otobüsüne şoför lazımsa direksiyona biz geçelim, temizlik işçisi eksikse biz çöpçü olalım” diyerek devam ediyordu. Hızını alamayıp “itfaiyeciler işe gelmiyorsa, varsın yansın şehrimiz” bile dedi. Öyle ya, bu memleket, bu cumhuriyet, bu şehir onun ve onun gibilerindi. Canları isterse yakarlardı!

Faşistliği tescilli bir başkası; “Bunlar işçi değil, İzmirli değil, KK zamanında göz kırpılan partinin militanları, şimdi de iktidar yamağı sömürgenler! Hadsiz, arsız, oportünist militanlar.” dedi.

SENDİKA AĞALIĞI

Devrimci İşçi Sendikasının sol yumruğu havada İzmir temsilcisi Memiş Sarı’dan, doğal olarak ücret sendikacılığının üstünde bir performans beklenirdi. Başlarda kontrollüydü, dengeliydi. Sonradan tartışmayı başka bir yere taşıdı. Emek mücadelesinin, işçi haklarını savunmanın dışına çıktı. “CHP 1 milyon 282 bin oy aldı, iktidarın adayı 922 bin oy aldı, işçilerin aileleriyle birlikte 500 bin oyu var, gerisini siz düşünün” dedi.

Sendikal faaliyeti siyasi bir kanala kaydırabileceğini ima ediyor, işçileri küçültüyor, onların siyasi iradelerini yok sayıyordu. Gerilimi tırmandırıyor, İZBB yönetimini tehdit ediyordu. Bunun literatürdeki tam adı ‘sendika ağalığı’ idi.

YEDİ GÜNÜN SONUNDAKİ FOTOĞRAF

Demokratlığı kimseye bırakmayan, hukuku, liyakati, kardeşliği dillerinden düşürmeyen ‘öz İzmirlilerin’ bütün makyajlarının silinmesi için yedi günlük grev yetti. Tel tel döküldüler ve zihinlerindeki konforlu alanlara geri döndüler.

DİSK’i sarı sendika ilan etmekte bir an bile tereddüt etmediler. İzmir, orijinal İzmirlilerindi. Karşılarındakiler Tunceliliydiler, Mardinliydiler. Belediyelere doldurulmuş, işbirlikçilerdi.  

Tarih bilgisinden ve bilincinden yoksun, nefretten çatılmış dilleriyle Kürtleri hedefe koydular. Kürtlerin ne nankörlükleri kaldı, ne hainlikleri.

Yedi günün sonundaki fotoğrafta İzmirliler, ayrımcı, acımasız ve ırkçı görünseler de kaşlarını çatıyor, mağdur pozlarında homurdanıyorlar.

Yedi günün sonundaki fotoğrafta İZBB, işbilmezlik ve beceriksizlik şahikası olarak görünse de, algısını kurtarmanın neşesiyle objektife gülümsüyor.