Yıkılmadık ayaktayız ama…

Abone Ol

Son yüzyılda toplumun erkek egemen olduğu ve kadınların toplumda ezildiği tezini yüksek sesle dillendiren mecralar hızlıca hedeflerine ulaştı ve feminizm tüm dünyada olduğu ülkemizde bilhassa genç kızlarımızı ele geçirmeye başladı. Hâlbuki bu mihrakların derdi feminizmi yaymaktı, zira feminizm yaygınlaşınca aile ve evlilik biterdi. Aile içi ilişkilere en çok önem veren ve kadınlara en çok değer veren medeniyetin İslam ve Türk medeniyeti olduğu gerçeğini de her zaman gizlediler gençlerimizden.

Bu feminist tezler maalesef hızla karşılık buldu ve buna bağlı olarak toplumda hızlı ancak dengesiz bir sosyal değişme yaşandı. Biçimsiz anlamına gelen amorf kelimesi tam da bu değişimi anlatmak için en doğru terim. Bu tür bir aile yapısında yani amorf aile ve toplumda kadın ve erkek rolleri; anne ve babanın aile içi sorumlulukları birbirine karışmış vaziyettedir.

Androjen bir yapıda açığa çıkan yani her iki cinse uygun davranışların sergilendiği bu yapıda rol model alınacak ebeveyn davranışlarını gözlemlemek çocuklar için son derece zor olduğu için kız çocuğu annesine, erkek çocuğu babasına bakarak cinsiyet rol kimliği geliştirme fırsatını elde edememektedir. Sonuç olarak kız çocuğu evde kadın gibi davranan bir anne, erkek çocuğu ise evde erkeğe uygun davranan bir baba görmedikçe ileriki yıllarda bir türlü kendi cinsiyet kimliğine uygun davranma sorunu yaşayacaktır. Böylece günümüzde olduğu meskulen ve erkeksi kadın davranışları ve feminen ve kadınsı erkek davranışları artacaktır. Bu durumda cinsel kimlik problemleri gözle görülür düzeye gelebilir. Davranış şablonları değişir, meteroseksüel davranan delikanlılar ve erkeksi protesto sergileyen kız ergenlerin sayısı giderek daha fazla artar.

Feminizm teorisinin gelişmesinin temeli yarım asır öncesine dayanmaktadır. Cinsel kimlik ve cinsiyet rolleriyle ilgili yoğun çalışmalar yapan Sandra Ruth Lipsitz Bem, geliştirdiği Cinsiyet Rol Şeması Kuramı’nda ebeveynlerin ve kültürün çocukların erken çocukluk yıllarından itibaren cinsiyet kimliği ve şema geliştirmelerinde oldukça önemli olduğunu vurgulamıştır. Bem’in teorisine göre çocuklar sosyal gelişimlerinin ilk yıllarından başlayarak kendi cinsiyet davranışlarını içinde yaşadıkları aile ve kültüre göre şekillendirmektedir. Cinsiyet kimlik ve şemalarının gelişimi, sosyal öğrenme ile model alma ve taklit etme yöntemiyle gerçekleşmektedir. Bununla birlikte Bem’in teorisinde kültür ve ailenin çocuğu sınırladığı ve cinsiyetine uygun davranmasının belli bir noktadan sonra özgürlük önünde engel olduğu vurgulanmaktadır. Halbuki kültür ve aileden bağımsız yetişen bir çocuğun cinsiyet şemalarının ve kimliğinin son derece uç noktalara savrulabileceği gerçeği, günümüzde Batı aile yapısında yaşanan birçok problemin ana belirleyicisidir. Ancak cinsiyetin insanları sınırlandırdığına yönelik yanlış görüş maalesef ülkemizde de giderek yaygınlaşmaktadır.

Ailede insanların birbirine yardım etmesi, görev ve sorumluluklarda birbirlerini desteklemesi oldukça önemlidir, mutluluğa katkı sağlamaktadır. Ancak bugün istenen ve uygulamaya konulan durum biraz farklıdır, amaç da hiç masum değildir. Temel hedef rollerin bulanıklaşması, sınırların kalkması ve aile içi denetim ve otoritenin zayıflatılmasıdır. Bugün birçok şey birbirine karıştırılmaktadır. Örneğin, anne babalar çocuklarına sevgilerini göstermeli, onlarla ilgilenmeli, ihtiyaçlarını mümkün olduğu oranda gidermeye çalışmalıdır. Ancak bunu yaparken çocuklarına her istediklerini elde edemeyeceklerini de anlatmalıdır.

Ataerkil yani pederşahi denilen ve bu yönüyle niteliksizleştirilmeye çalışılan Türk aile yapısının yerine hâlihazırda çok tehlikeli bir yapı olarak günümüzde veletşahi yani çocuk merkezli aileler yaygınlaşmıştır. Çocuk merkezli ailelerde anne ve baba, çocuğuyla problem çıkmaması için söylemesi, yapması gerekenleri yapamamakta ve çocuğuna koyması gereken sınırları net olarak ortaya koyamamaktadır. Sonuç olarak bugün çocuklarımızın temel sorunu; haklarını bilmelerine rağmen hadlerini yani sınırlarını bilememeleridir. Ergenlerde ve genç yetişkinlerde “isteminin farkında olan ancak karşıt istemi reddeden” bir davranış şablonu giderek yaygınlık kazanmaktadır. Benzer biçimde “anne babaya hürmetin” yerini giderek “anne babaya saygı” almaktadır. Hâlbuki anne babaya hürmet her koşulda farzdır. Saygı yasal, hürmet duygusal bir bağlılıktır.

Bu konu meşhur Cibril hadisinde söz konusu edilmiş ve "kıyametin alametlerinden biri de köle kadınların efendilerini doğurmaları olduğu" vurgulanmıştır. (Buharî, Tefsiru Sureti 31,2). Günümüzde yaşadıklarımız tam da Efendimizin (sav) haber verdiği bu gerçeğin şahidi. Anne babalar çocukların kölesi gibi bir hayat yaşıyor. Söz aralarında dile gelen cümleler buna tercüman. ‘Biz çocuklarımız için yaşıyoruz.’ Çocukların fıtratı bozuluyor, roller ve görevler karışıyor. Sonunda ciddi bir kaos ve bunalım yaşanıyor. Huzursuz anne babalar, mutsuz ve doyumsuz çocuklar ve endişeli toplumlar oluşuyor.

Selametle…