Zirai donun fındığa vurduğu darbe

Abone Ol

Türkiye, dünyanın en büyük fındık üreticisi. Karadeniz’in bereketli toprakları, yalnızca bir tarım ürünü değil, aynı zamanda bir geçim kapısı, bir kültür, bir hayat tarzı sunuyor. Ancak doğa, bazen insan emeğini ve hayallerini yok sayan yüzünü gösteriyor. Geçtiğimiz aylarda yaşanan zirai don felaketi, Karadeniz’in fındık bahçelerinde derin yaralar açtı. Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın açıkladığına göre, fındık üreticilerinin uğradığı zarar için 2,3 milyar liralık bir tazminat ödenecek. Bu rakam, devletin üreticisine sahip çıkma iradesini göstermesi açısından önemli. Fakat mesele yalnızca parayla ölçülecek kadar basit değil.

Fındık, Türkiye için stratejik bir ürün. Dünya fındık üretiminin yaklaşık yüzde 70’ini gerçekleştiren bir ülke olarak, bu alandaki her kriz uluslararası piyasaları da doğrudan etkiliyor. Bir don olayı yalnızca Karadenizli çiftçiyi değil, ihracat gelirlerini, gıda sanayisini ve ülke ekonomisinin önemli bir ayağını da etkiliyor. Bu yüzden açıklanan tazminat, yalnızca üreticiye bir nefes değil, aynı zamanda Türkiye’nin tarım politikalarının bir devamlılığı anlamına geliyor.

Ancak şunu da görmek gerekiyor: Zirai don gibi afetler, iklim krizinin tarım üzerindeki etkilerini daha görünür kılıyor. Karadeniz iklimi, geçmişte daha dengeli ve öngörülebilir seyrederken, bugün ani sıcaklık değişimleri, beklenmedik don olayları, aşırı yağış ya da kuraklık üreticiyi hazırlıksız yakalıyor. Bu nedenle yalnızca tazminatlarla günü kurtarmak yetmez; asıl mesele, tarımın iklim krizine karşı dayanıklılığını artıracak yapısal önlemler geliştirmektir.

Üreticilerin çoğu, tek geçim kaynağı olarak fındığa bağlı. Don zararı, sadece bir yılın mahsulünü değil, hane bütçesini, borçlarını, çocuklarının eğitimini de etkiliyor. Dolayısıyla açıklanan ödemeler, bir nebze olsun yaraları saracak olsa da, çiftçinin kaygısını tam anlamıyla dindirmiyor. “Ya gelecek yıl da aynı şey olursa?” sorusu, her üreticinin zihninde dolaşıyor. İşte bu noktada, tarım sigortalarının kapsamının genişletilmesi, risk yönetimi mekanizmalarının güçlendirilmesi büyük önem taşıyor.

Diğer yandan, fındık yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyo-kültürel bir ürün. Karadeniz’in köylerinde fındık zamanı bir bayram havası gibidir. Çocukların okul harçlığından, düğün masraflarına kadar her şey fındığa bağlanır. Dolayısıyla don zararı, yalnızca bahçedeki dalları değil, köydeki hayatın ritmini de kırıyor. Bu açıdan devletin tazminat ödemeleri, yalnızca ekonomik bir destek değil, aynı zamanda toplumsal huzurun korunması anlamına da geliyor.

Fakat burada bir başka boyutu da gözden kaçırmamak gerekir: Türkiye, fındık üretiminde lider olsa da, katma değer yaratmada aynı başarıyı gösteremiyor. Dünyanın çikolata devleri Türk fındığını işleyip kendi markalarıyla pazarlarken, üretici çoğu zaman alın terinin gerçek karşılığını alamıyor. Don gibi afetler ise zaten kırılgan olan bu gelir yapısını daha da sarsıyor. Belki de bu felaket, Türkiye’nin fındıkta yeni bir strateji geliştirmesi için bir uyarı olmalı. Katma değeri yüksek ürünler, işlenmiş fındık ve markalaşma, üreticinin risklerini de azaltacak kalıcı çözümler olabilir.

Öte yandan, bölge halkının dayanışma kültürü de bu süreçte öne çıkıyor. Fındık üreticileri, çoğu zaman komşusunun bahçesini kendi bahçesi gibi korur, birlikte çalışır, birlikte üzülür. Bu kolektif ruh, devletin desteğiyle birleştiğinde daha güçlü bir geleceğin inşa edilmesi mümkün. Yeter ki günübirlik çözümler yerine uzun vadeli politikalar hayata geçirilsin. Açıklanan 2,3 milyar liralık tazminat, önemli bir adım. Ancak bu adımın ötesinde, Türkiye’nin tarımını iklim krizine karşı daha dirençli hâle getirmesi, fındık üreticisinin emeğini güvence altına alması ve dünya piyasalarında hak ettiği payı alacak stratejiler geliştirmesi gerekiyor. Aksi hâlde, her don olayında aynı acıyı, aynı kaygıyı yaşamaya mahkûm oluruz. Fındık, yalnızca bir ürün değil; Anadolu’nun alın teri, Karadeniz’in bereketi ve Türkiye’nin dünyaya açılan yüzüdür. Onu korumak, yalnızca çiftçinin değil, hepimizin ortak sorumluluğudur.