Bugün en çok istismarı yapılan şey nedir desek öyle zannediyorum ki “duygu” açık ara önde çıkar.

Yeni sayılabilecek alanlar olarak, “Duygular Tarihi” ya da son dönemlerde daha belirginleşen, “Duygu Bilimi” bu zeminde çok ilginç verileri ortaya çıkarıyor.

Aslında felsefenin, sosyolojinin, psikolojinin, antropolojinin ve tarihin ilgi gösterdiği duygular, disiplinler arası bir incelemenin de konusu.

İnsan kadar eski olan duygu tarihi, duygunun fark edilip bir kategori olarak öne çıkmasıyla çok daha farklı bir boyut kazanmıştır.

-Bugün hayvan ya da bitkiler üzerinde yapılan çalışmalar oralarda da çok ilginç veriler ortaya koysa da biz, meselenin insan tarafında birkaç söz etmeyi istiyoruz.-

Lucien Febvre, modern anlamda duyguların tarihine yönelen ilk Fransız tarihçi ve düşünürdür.

-Bugün sadece İngilizcede duyguları tanımlayan 92 kelimenin olduğu ifade ediliyor; tabii doğu dillerinin bu anlamda çok daha zengin olabileceğini düşündüğümüzde ortaya çıkacak tablo da farklı olacaktır.-

Duyguların harekete geçirme kapasitesini fark edenler -ki bunlar ilk önce din adamları ve krallar oldu- bunu, iyi ya da kötü yönde sürekli kullanmaya devam ettiler.

Zira duygular, ortak hareket etmenin yegâne gücüne tekabül ediyor.

Konuşmacının başarılı olabilmesinin çok önemli bir koşulu, dinleyicide istediği duyguları yaratabilmesidir.

Duyguları ve tutkuları tetikleyerek dinleyicilerin harekete geçmesinin mümkün olduğuna dair düşünceleri Aristo’ya dek götürmek mümkündür.

Antik Yunan dünyasına ait olan pathos (duygu) kavramı, bugün de siyasetçilerin duygu yüklü retorik konuşmalarından başka bir şey değildi.

Bir siyasetçinin ya da bir din adamının kitleleri arkasından sürüklemesinin en temel gücü, işte bu duyuları hareket ettirme gücüdür; sadece akılla başarılamayacak olan yönetme gücünün, duygularla tahkim edilmesidir.

Duygular statik bir yapıya sahip olmadığı için insanın tekamülü ile duygular da gelişmekte ve değişmektedir.

İnsanı heyecanlandıran, korkutan, mutlu eden ya da üzen şeyler, tarihin her döneminde farklılık arz etmiştir.

Bugün duyguları profesyonel anlamda keşfetmiş olan ve bütün operasyonlarını buna göre yapan “nöro pazarlama” diye bir gerçekle de karşı karşıyayız artık.

Hangi ürünün hangi duygusallık zemininde daha etkili satılacağını artık psikologlar, sosyologlar ve antropologlar belirliyorlar.

Markette ya da dijital pazarlamada artık çok daha sofistike araçlar devrede olduğu için herhangi bir insanın önce bir “rıza imalatı” ile müşteriye dönüşmesi sağlanıyor.

Satılacak olanın “bir ihtiyacı” olduğuna ikna olan müşteri, ne yapıp edip o eksiğini telafi etme cihetine gidiyor.

Ensesindeki tüylerin kabarmasını fark edemeyen duygusal tüketici, artık kontrolü usta avcısına kaptırmış bir av konumundadır.

Av ancak cebinin boşaldığını fark edince nasıl bir ketenpereye getirildiği ile yüzleşecektir.

Yani “Duygular, ruhun algılarıdır ya da ruhun hisleri veya heyecanlarıdır.” diyen Descartes, bugün ruhumuzu da bu “duygu avcıları”na kaptırdığımızı mı ima ediyor?

Elias, “Uygarlık Süreci” isimli iki ciltlik eserinde, duyguların da bir uygarlaşma sürecinden geçtiğinden bahseder oysa.

Fakat bugün uygarlaşan duyguların, vahşi kapitalizm karşısındaki esaretini açıklamak da bize düşüyor sanırım.

Hiç almasa yıllarca -bazıları için ömür boyu- yetecek kıyafeti olan birinin hâlâ büyük bir eksiği varmış gibi mağaza mağaza dolaşmasının ardında yatan şey, razı olunan o “hep eksik olma” hâli değil mi?

Hangi duygusallıkla ikna edildi insan bu büyük eksikliğe?

Hiç şüphe yok ki bu eksik olma hâli maddi değil, ruhidir.

Febvre, savaşlarla yoğrulan 16. yüzyıl Avrupa’sının kolektif duygusunu; “Hep ve her yerde korku” diye tarif etmişti.

Yaşasaydı acaba şimdi; “Hep ve her yerde haz” der miydi?

Goleman, 1995 yılında yazdığı ve büyük bir ilgi uyandıran; “Duygusal zekâ” adlı çalışmasıyla farklı bir açıdan kervana katıldı.

Zira artık entelektüel aklın bile önüne geçen duygusal akıl, nefsin atına binmiş kişi misali yönsüz ve yörüngesizdir; Hz. Mevlâna’nın o muhteşem tarifindeki gibi.

Geldiğimiz yer artık Mestrovic’in dediği yerdir gerçekten de; “Reklamlar artık ürünün özelliklerinden dahi bahsetmeyerek duyguları satmaktadırlar.”

Akıl ve duygu dengesini kaybetmiş insanın, yeni bir denge kuramaz ise artan bir kölelikle efendilerine hizmet edeceği muhakkaktır.

Yaman çelişki ise şudur: Bu köle, “dünyanın en özgür insanı” olduğuna da ikna edilmiştir…