ÇOK enteresan günler, çok enteresan aylar ve çok enteresan yıllar yaşadık. Sanırım aynı niteliğe sahip günler, aylar ve hatta yıllar yaşamaya da devam edeceğiz. Sıra dışı gelişmeler bizi bekliyor…

Liderlik ve liderler söz konusu olduğunda, üzerinde yaşadığımız bu topraklar, Üstad Necip Fazıl’ın deyişiyle, tarih boyunca bir fikir ana kıtası hâlini almıştır.

Bu topraklarda liderlerin anlaşılması dün olduğu gibi bugün de, yarın için de son derece önemlidir. Bu toprakların liderlik tarihi eğer doğru anlaşılırsa, yine bu topraklar üzerinden inşâ edilecek cihanşümûl bir insanlık medeniyeti üretmenin kodlarının anlaşılması da kolaylaşacaktır.İnsanlık, yeniden Pîr-i Türkistan Ahmet Yesevî geleneğinden başlayarak, Horasan erenlerinin, sînesi Anadolu kıtası genişliğindeki güzellerin bütün gönülleri fetihlerine hasrettir.

İnsan ile sevgiyi merkeze koyan bu anlayışın, uzanmış olduğu tüm coğrafyalarda yeniden vücut bulması ile Tuğrul Bey’in, Alparslan’ın, Osman Gazi’nin, Fatih Sultan Muhammed Han’ın, Yavuz Sultan Selim ve Abdulhamid-i Sânî’nin liderlik geleneği de yüzeye çıkacak ve âdeta kabuklarını yağmura açan sedef gibi açılacaktır.

Bu milletin sahip olduğu yerli ve millî kimlikteki “insan ve sevgi” parolası, bahsettiğimiz üzere beşeriyet için cihanşümûl medeniyet inşâsının imkân ve muvaffakiyetine giden yol işaretlerini taşımaktadır.Yerli ve millî olmak, yerli ve millî olmanın liderliğini yapmak son yüzyılda neredeyse imkân dışına savrulmuş, erişilmez bir noktaya getirilmiştir.

Zira küresel yapı, maalesef bizim anlayamadığımız ölçüde tarihimizi anlamış ve anladığı tarih üzerinden Türklerin yeniden medeniyet üretebilme kapasite ve gücünü görmüştür.

Ve küresel yapı, son yüz yıldır bu geleneğin tasfiyesi ve tamamen yok edilmesi için bir büyük gayret içerisindedir.Bu gayretin en önemli parçası, sistemin bu topraklarda kurmak istediği hâkimiyet yolunun ayakları olan sivil ve askerî bürokrasi ile siyaset ve iş dünyasından -özellikle son dönemde- seçerek akıllarını ve gönüllerini Anadolu’suz kıldığı devşirmeler üzerinden yakaladığı “acente liderlik” formatıdır.

Böylece yerli ve millî olmanın tasfiyesinde kritik adımlar atmışlardır. O adımlar öyle bir noktaya gelmiştir ki, yerli ve millî olmak ve de yeniden bu toprakların genlerine sahip çıkmak, bir şeytanlaştırma tornasına sokulma eşiğine dayanmıştır.

Bu lider görünümlü acenteler üzerinden topraklarımızın yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla beraber insan kaynağımız da sömürgeleştirilerek etkisiz kılınmaya çalışılmıştır.Ancak Anadolu, “Su akar, yatağını bulur” esası üzerinden, tekrar tarihî iddialarını güncelleyecek insan yetiştirmek noktasında hiç tereddüt etmemiştir.

Kimi zaman tasavvuf, kimi zaman ilim, kimi zamansa siyaset erbabı görünümüyle sızıntılar oluşturan emperyalizmin etkisizleştirmeye çalıştığı bu ülkede, sahip olunan tarihî kodlara yeniden sahip çıkacak bir aklı ve fikri eyleme dönüştürecek insanların yetiştirilmesinden asla imtina edilmemiştir.

İkinci Abdülhamid Han’ın, Gazi Mustafa Kemal’in, Adnan Menderes’in, Necmettin Erbakan’ın, Alparslan Türkeş’in, Turgut Özal’ın, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ve de bu isimlerin etrafındaki tüm kadroların varlığı, bugün emperyalizme karşı topyekûn gerçekleştirdiğimiz millî bağımsızlık mücadelesinin ifadeleri olmuşlardır.

Aslında 15 Temmuz’da yaşadığımız ayağa kalkışı, son yüz yıldır sandık, ilim dünyası ve iktisadî hayat üzerinden sürekli denemiştik. Bu anlamda meselâ, o büyük destanın en önemli etkenlerinden biridir bugün medyadaki “millî bağımsızlık” duyarlılığı. Medyanın varlığı, yerli ve millî olma/kalma mücadelesinin önemli bir parçasıdır.

Yahut üniversitelerde yeniden bir insanlık medeniyetinin kurulabilmesi için aklı dinamik hâle getiren ve bilgi üreten entelektüel sermayenin geleceği nokta, ziyadesiyle önemlidir.

Bu önemli mesafeleri kat etmek için, tarihe liderlik eden toprakların anlaşılması, bunun için de liderinin tavır ve fikriyatının, bu fikriyatı eyleme dönüştürecek etkin ve yetkin kurumlarca fark edilmesi gereklidir.

Peki, tavır ve fikriyatıyla sembol bir değer hâline gelerek âdeta bir kesişme noktası olan “Lider”, evet, “Recep Tayyip Erdoğan” anlaşılıyor mu?

Üzgünüm!

Erdoğan’ı Sokak anlıyor. Erdoğan’ı fabrikadaki emekçi anlıyor. Erdoğan’ı köyündeki çiftçi anlıyor. Erdoğan’ı Fatih Camii’ndeki Allah dostları anlıyor. Erdoğan’ı gönül erbabı anlıyor…

Ama Erdoğan, onun fikriyatını eylem ve politikaya dönüştürecek etkin ve yetkin kurumlarca anlaşılmıyor. Kimi zaman en yakınındakiler anlamıyor.

Peki, gerçekten de anlamıyorlar mı? Bir kısmı anlayamıyor, bir kısmıysa aklını emperyalizmin ortaklığına verdiği için anlamaz görünüyor.

Erdoğan’ın, küresel sisteme karşı Türkiye’nin menfaatlerini maksimize eden duruşu işte bu cenahı panikletiyor, endişeye sevk ediyor.

Peki, bu neyin endişesi? Canlarının, paralarının, mâkâmlarının…

Oysa Erdoğan, bu endişelerin hepsinden vazgeçerek, yeniden bir İstiklâl Mücadelesi verirken, bu toprakların liderliğini, bu topraklara tekrar kazandırma gayretini de bütün varlığıyla ortaya seriyor.

Bu toprağı anlamak, Erdoğan’ı anlamaktır…

Yahut doğrusu şu mu:

“Erdoğan’ı anlamak, bu toprağı anlamaktır!”

***

@mkulunk: Sayın Erdoğan’ı anlamayanlar, 2019’un nasıl bir anlam içerdiğini de anlamayacak kadar uzaktadırlar. Millet 2019’u iyi anlıyor ve mesajlarını veriyor!