Bismillahirrahmanirrahim

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla...

Merhamet, esirgemek ve şefkat etmektir; acımak ve insaflı davranmaktır.

Merhamet, sıradan bir acıma duygusu olmayıp pek çok ahlaki güzelliği içinde barındıran bir erdemdir. 

Merhamet, kalp inceliği ve gönül yumuşaklığıdır. Yaratılan her canlıya karşı duyarlı olmaktır. Evlât sevgisi, ana babaya saygı, yaşlılara, yoksullara, hastalara, yetimlere, kimsesizlere yardım etme, hatta bitki ve hayvanlara karşı şefkatli olma gibi erdemlerin hepsi merhamet duygusunun bir tezahürüdür. Allah Teâlâ’nın Rahman isminin tecellisi olan merhamet, varlığın ilahi mayasıdır.  Maddi ve manevi hastalıkların en etkili ilacı, yürekleri işgal eden türlü sıkıntıların çaresi merhamette saklıdır.

Sevgili Peygamberimiz (sav), cahiliye toplumunu merhametle tanıştıran, merhameti hayatın her alanında yaşanılır kılan en muhteşem örnektir. O, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir. Allah’ın rahmetiyle etrafındakilere daima yumuşak davranmıştır. Güzel sözlerle onların gönlünü almıştır. Kimseyi incitmemiştir. Cezalandırırken bile insafı ve adaleti elden bırakmayarak asla zulmetmemiştir. Müminlerin de birbirlerine sevgi, şefkat ve merhametle muamele etmelerini tavsiye etmiştir.

Bugün insanlık, şefkat ve merhamete, vicdan ve hakkaniyete her zamankinden daha fazla muhtaçtır. Dünyanın bambaşka köşelerinde sayısız masum insan merhametsizliğin kıskacında kıvranmakta, zulüm ve şiddete maruz kalmaktadır. Bu vicdansızlık ve insafsızlıktan sadece insanlar değil, diğer bütün canlılar ve geleceğimiz de zarar görmektedir. Hâlbuki Allah Resûlü (s.a.s), bütün varlıklara merhametle davranmayı emretmiş ve şöyle buyurmuştur: 

“Merhamet edene Rahman olan Allah da merhamet eder. Siz yerdeki bütün mahlûkata merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin.” (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 58.) 

Öyle ise, İçimizde sönmeden yanmasını istediğimiz bir hayat ışığıdır merhamet... Bize ayna tutan, bizi insanlığa geri çağıran, insanlığımızı bize hatırlatan duyguların hal tercümesidir. Hayatın koşturmacası, hırsları, bencillikleri içerisinde insanlığın mutsuzluğa terk edildiği zamanlarda günümüze doğan güneşin adıdır merhamet...  

Merhamet sabretmeyi ve umut etmeyi öğrenmektir. Aradığını bulmak, kaybettiğini ummaktır. Kötülük gelse de affetmeyi öğrenmektir... Kendimizi bulmaktır, biraz da kendimiz olmaktır. Merhamet yeşersin diye çoraklaşan gönül toprağımızdan, merhamet sahibinden yine merhameti dilemektir.  Ummaktır, umarken çoğalmanın adıdır merhamet... Bir umudu bin umuda bölüşmek, bir hevesi, bin arzuda bulmaktır. Boynunu bükmüş bir yetim çocuğa önce yüreğin kapılarını açmaktır. Bir anne yüreğine, bir çocuk özlemine, yaralı bir kuşa merhem olmaktır.  

●Günün Ayeti

“Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?.” (Mâide, 5/91)

●Günün Hadisi

“Hiçbir kişi yoktur ki bir serçeyi yahut ondan daha büyük bir canlıyı haksız yere öldürsün de Yüce Allah ona bunun hesabını sormasın!”  (Nesâî, “Sayd”, 34)

●Günün Duası

“Allah’ım! Harama bulaşmaktansa helalinle yetineyim. Beni lütfunla (zengin kılarak) senden başkasına muhtaç etme.” (Tirmizî, “Deavât”, 110)

●Ramazannâme (Ramazan Manileri)

İftarını beklemek hoş

Sabra şükür eklemek hoş

Üç gün beş gün derken böyle

Otuz güne denklemek hoş

●Sıkça Sorulanlar

Fidye nedir, hangi durumlarda gerekir?

Fidye, bir kimseyi bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtarmak için ödenen bedel demektir. Dinî bir terim olarak ise, oruç ibadetinin eda edilememesi sebebiyle veya hac ibadetinin edası sırasında işlenen birtakım kusurların giderilmesi için ödenen maddi bedeli ifade eder.

Kur’an-ı Kerim’de, “Oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir yoksul doyumu fidye öder.” (Bakara, 2/184) buyrulmaktadır. Buna göre ihtiyarlık ve şifa ümidi olmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan kimse, daha sonra bu oruçları kaza etme imkânı bulamazsa, her gününe karşılık bir fidye öder (Serahsî, el-Mebsût, III, 100; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 395-397).

Öte yandan Şâfiîlere göre Ramazan ayının kaza borcu herhangi bir mazeret olmaksızın yerine getirilmeden, öteki Ramazan gelecek olursa, kaza borcuna ilaveten bir de fidye ödeme yükümlülüğü ortaya çıkar (Nevevî, el-Mecmû’, VI, 364; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, I, 645).

Şâfiî mezhebinde fidye ödeme yükümlüğünün ortaya çıktığı bir diğer mesele de gebe ve emzikli kadınlarla ilgilidir. Emzirme ve hamilelik sebebiyle çocuğunun sağlığı hakkında endişe duyan annelerin, oruç tutamadıkları günleri hem kaza etmeleri hem de fidye vermeleri gerekir.

Fakat çocuk hakkında değil de kendileri hakkında endişe ederlerse o zaman sadece kaza gerekir (Nevevî, el-Mecmû’, VI, 267).

Hac ve umre ile ilgili görevler yerine getirilirken meydana gelen bazı eksiklikler için uygulanması gereken maddi yaptırım da fidye kapsamına girer (Bakara, 2/196).

Bir fidye, bir kişiyi bir gün doyuracak yiyecek miktarı veya bunun ücretidir. Bu da “sadaka-i fıtır” ile aynı miktarı ifade eder. Bu, fidyenin asgari ölçüsüdür. İmkânı olanların daha fazla vermesi daha iyidir (Bakara, 2/184; Merğînânî, el-Hidâye, II, 270).

(Diyanet İşleri Başkanlığı, Fetvalar)

●Esma-i Hüsnâ

Ya Vâhid!

Kalbim her şeye bağlanır ayrılığın ardından ağlamaklıdır

Sen ki birsin başkalarına koşturup yorma beni

****

Sen ki birsin çoklukta bırakıp ağlatma beni

Kaygılarım bin türlü korkularım dağlar kadar

****

Sen ki birsin boynu bükük çaresiz bırakma beni

Bir seni bir bilirim işte kapına geldim başkalarına bırakma beni

****

Ya Ehad!

Ya Samed!

****

Ben çaresizim sen Ehad’sin
Ben muhtacım sen Samed’sin

****

Sana muhtaçlığım en büyük zenginliğimdir

Senden başkasına muhtaç eyleme beni

Senin dergâhında fakrim en güzel vesilemdir

Senden başkasına el açtırma beni

(Senai Demirci)

el-Vâhid: Tek. Zatında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, fiillerinde, hükümlerinde, yaratmasında, emretmesinde, asla şeriki (ortağı) veya naziri (benzeri) dengi bulunmayan, tek ve eşsiz olan.

es-Samed: Doğmayan, doğurmayan, dengi olmayan, yemeyen, içmeyen, yaratılmışların hiçbirine benzemeyen, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin varlığı ve varlığının devamı kendisine bağlı bulunan, tüm var olanların başvurup yardım dileyeceği tek merci.

el-Kādir: İstediğini, istediği gibi yapmaya gücü yeten. Güç, kuvvet ve iktidar sahibi olarak, istediği her şeyi bir ilim, hikmet ve ölçü dâhilinde dilediği gibi yaratması, her şeye gücünün yetmesi

el-Muktedir: Kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde de istediği gibi tasarruf eden. Her şeye gücü yeten, yarattığı varlıklara hâkim olan, evrendeki her şeyin idaresini elinde tutan.

●Bir İnci

“İnsan kalbi bir sandıktır; Dudaklar onun kilidi, Dil ise anahtarıdır. İnsanlara da O anahtarı iyi muhafaza etmek düşer.”

(Ömer bin Abdülaziz)

●Peygamberimizden Hatıralar

Bir gün Allah Resûlü, “Her Müslüman’ın sadaka vermesi gerekir.” buyurdu. Bunu duyanlar bir an için şaşırdılar. Çünkü aralarında zengin olmadıkları için mal ile sadaka veremeyenler de vardı. Hemen sordular:

“(Sadaka verecek mal) bulamayana ne dersin?”

Allah Resûlü, “Eliyle (emek verir) çalışır. Hem kendisi faydalanır hem de sadaka verir.” buyurdu.

Sahâbe tekrar, “Ya buna gücü yetmezse ne dersin?” diye sordular.

“İhtiyaç sahibi, darda kalmış ve mazlum kimselere yardımcı olur.”

Sahâbe tekrar, “Ya buna gücü yetmezse ne dersin?” diye sorunca Resûlullah, “iyiliği veya hayrı ister.”

“Bunu da yapmazsa ne dersin?” diye dördüncü kez sorunca, “Kötülükten uzak durur. Bu da bir sadakadır.” buyurdular.

(Müslim, “Zekât”, 55; Hadislerle İslam, II, 487)

●Her Güne Bir Kavram

Kanaat

İnsanda her daim genç kalan çok kazanma hırsının ve dünya tutkusunun panzehri kanaatkârlıktır.

Kanaat; kişinin azla yetinip elindekine razı olması, kendisinin ve sorumluluğu altında bulunanların ihtiyaçlarını asgari ölçüde karşılayabileceği maddî imkânlarla iktifa edip başkalarının elindeki şeylere göz dikmemesi, aşırı kazanma hırsından kurtulmasıdır.

Kanâat, yokluğa ve yoksulluğa karşı dayanabilme gücüdür. Umutsuzluğa karşı koyma direncidir. Bitmek ve tükenmek bilmeyen bir hazîne ve umut kaynağıdır. Her gün için yeni bir başlangıç, azim ve çabadır. El emeği ve göz nûru ile yetinme onurudur. Başkalarına yük olma onursuzluğuna tavır almaktır. Varlığın gerçek sâhibine küskün olmamak, saygı ve hürmet beslemektir. 

Kanaatkâr olmak, az çalışmak, yokluk içinde yaşamak mevcutla yetinmek değil elimizden gelen gayreti gösterdikten sonra ele geçenle yetinmektir. 

Kanaat; bitmez, tükenmez bir hazine, gerçek bir zenginliktir.

Sevgili Peygamberimiz bu hususta şöyle buyururlar:

Asıl zenginlik mal çokluğu değil gönül zenginliğidir” (Buhârî, “Riḳāḳ”, 15; Müslim, “Zekât”, 120)

Kanaat kalbin halidir. Buna göre kanaatin zıddı olan doyumsuzluk, midenin değil kalbin hastalığıdır. Kanaatkâr bir kalp, fazla mal ile şımarmayan, azı ile endişelenmeyen kalptir. 

Editör: TE Bilisim