Ramazan; nefsi, cimrilik, mal biriktirme, sahip olma duygusu gibi manevi hastalıklardan arındırıp, nimeti verenin asıl sahibini bilmeye çağıran, asıl Mâlikü’l-Mülk’ün

“Onların mallarında isteyebilen ve isteyemeyen muhtaçlar için belirli bir hak vardır.” (Zâriyât, 51/19) emriyle ihtiyaç sahiplerini de hatırlatıp malî yardımlaşma ve dayanışma boyutuna taşıyan rahmet ve bereket mevsimidir.

Ramazan; hayır ve bereketin ne olduğunu gösteren sahuruyla, ikramı ve paylaşmayı öğreten iftarıyla, ibadetin neşe ve coşkusunu bütün topluma yayan teravihiyle, okunan ve dinlenen Kur’an’ın feyziyle, toplumun sosyal yaralarını şifalı elleriyle saran zekat ve fitreleriyle arınma ve yenilenme bilincimizin tazelendiği bir aydır.

Ramazan; yardımlaşma, dayanışma ve infakla yoksulların, düşkünlerin, muhtaçların, kimsesizlerin hatırlandığı ve korunduğu bir yürek seferberliğidir. Bu ay; elimizdeki ekmeği, kabımızdaki çorbayı, dilimizdeki duayı paylaşma ayıdır.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bu ayda infak etmede her zamankinden daha cömert davranmıştır. Resûlullah’ın (s.a.s.) Ramazan ayında esen rüzgârdan daha cömert olduğu ve elinde avucunda ne varsa infak ettiği rivayet edilmiştir.

İbn Abbas’tan (ra) gelen bir rivayet şöyledir: “Resûlullah (sav) insanların en cömerdi idi. Onun bu cömertliği Ramazan ayı girip de kendisiyle Cebrail (as) karşılaştığı zaman daha da artardı. Cebrail (as), Ramazan ayı çıkıncaya kadar her gece Resûlullah (sav) ile buluşurdu. Resûlullah (sav) ona Kur’an’ı arz eder (okurdu.) Peygamberimiz (s.a.s.), bu buluşmalardan sonra insanlara rahmet getiren rüzgârdan daha cömert, daha faydalı olurdu.” (Buhârî, “Savm”, 7.)

Yine bir diğer hadiste Enes b. Mâlik’in (ra) rivayet ettiğine göre,

Hz. Peygamber’e (sav ) “Hangi sadaka daha faziletlidir?” diye sorulduğunda O, “Ramazan ayında verilen sadaka.” (Tirmizî, “Zekât”, 28) buyurmuştur.

Öyleyse Ramazan ayı, infak, yardımlaşma ve paylaşma adına eşsiz bir fırsattır. Rabbimize kulluğumuzu farklı amellerle sergilediğimiz ve hicranı ile başbaşa kaldığımız Ramazan’ın şu son günlerinde, zekât ve sadaka-i fıtr gibi malî ibadetlerimizle ihtiyaç sahiplerine kol kanat gerelim. Kardeşlerimizin dertlerine derman olalım. Yardımlarımızı gösterişten uzak, yalnızca Rabbimizin rızasını kazanmak için yapalım. Yardım yaparken kardeşimizin onurunu zedeleyecek davranışlardan kaçınalım.

●Günün Ayeti

“Kim bir iyilik yaparsa ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.” (Enâm, 6/160)

●Günün Hadisi

“Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre,

Hz. Peygamber (s.a.s), “Yedi helâk ediciden sakının!” buyurdu.

Sahâbîler, “Yâ Resûlallah! Bunlar nelerdir?” diye sordular. Resûlullah şöyle cevap verdi:

“Allah’a şirk koşmak, büyü yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak ve zinadan uzak duran, hiçbir şeyden haberi olmayan mümin kadınlara zina isnad etmektir.”

(Buhârî, Hudûd, 44; Müslim, Îmân, 145)”

●Günün Duası

“Allah"ım! Günahımı, bilgisizliğimi(n sonucu olarak yaptıklarımı), haddimi aşarak işlediklerimi ve benden daha iyi bildiğin bütün kusurlarımı bağışla! Allah’ım! Ciddi ve şaka yollu yaptıklarımı, yanlışlıkla ve bilerek işlediğim günahlarımı affeyle!..“

(Müslim, “Zikir”, 60)

●Ramazannâme (Ramazan Manileri)

Ay bitiyor, bayram yakın.

Çoluk çocuk akın akın

Bayramlığa hepsi talip,

Ne olurum bana bakın.

●Sıkça Sorulanlar

Zekât, vekâlet, havale, EFT vb. yollarla ödenebilir mi?

Kişi zekâtını, bizzat kendisi elden verebileceği gibi, başkasına vekâlet vermek veya havale yoluyla da verebilir. Burada önemli olan, zekâtın, zekât alacak kişiye ulaşmasıdır (İbn Abidin, Reddu’l-muhtar, III, 187, 189).

Vergi, zekât yerine geçer mi?

Vergi bir vatandaşlık görevidir; zekât ise dinî bir yükümlülüktür. Ayrıca zekât ile vergi; mükellefiyet, temel gaye, oran, miktar ve harcanacağı yerler (Tevbe, 9/60) bakımından birbirinden farklıdır. Bu itibarla, devlete ödenen vergiler zekât yerine geçmez. Zekâtın ayrıca verilmesi gerekir (Karadâvî, Fıkhu’z-zekât, II, 1118; İslam Ticaret Hukukunun Günümüzdeki Meseleleri, (Sonuç Bildirileri) s. 996).

(Diyanet İşleri Başkanlığı, Fetvalar)

●Esma-i Hüsnâ

Ya Mâlikü’l-mülk!
Mülk senindir mülkünde dilediğini eylersin
Senindir mülk dilediğini mülküne dahil edersin

Ya Zü'l-celâl Ve'l-ikram!

Keremin öyle bol ki senin

Bir çiçeğin güzelliğinde baharın ihtişamını gizlersin

Keremini celalinle gösterirsin

Ya Muksit!
Hak senin yanındadır
Haklıların hakkı senin katındadır
Her muhtaca payını veren senin adaletindir
Payıma düşene razı eyle beni

Ya Cami!
Sen ki İbrahim’in(as) kuşlarını dağ başlarından geri toplayansın
Az olan sevaplarımı da topla hesap günü geldiğinde
İyilikten yana ne varsa senin katındadır
Yetersiz olan iyiliklerimi topla hesap günü geldiğinde

(Senai Demirci)

*

Mâlikü’l-Mülk: Mülkün ebedî sahibi. Tüm var olanların; bilinen ve bilinmeyen her şeyin sahibi, onların sevk ve idaresini elinde tutan.

Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm: En yüce olan, her türlü nimet, iyilik, cömertlik ve şerefin sahibi.

el-Muksit: Bütün işlerini denk, birbirine uygun ve yerli yerinde yapan. Adaletle hükmeden. Bütün işlerini yerli yerinde yapan, hiçbir varlığa haksızlık etmeyen, üstün adalet ve merhamet sahibi.

el-Câmi’ : İstediğini istediği zaman, istediği yerde toplayan. Toplayıp düzenleyen, kıyamet günü hesaba çekmek için yarattıklarını toplayan.

●Bir İnci

“Oğul;

“İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, gün batarken ölürler. Unutma ki dünya sandığın kadar büyük değildir. Dünyayı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüzdür. Hırsımız, bencilliğimiz…” (Şeyh Edebali)

●Peygamberimizden (s.a.v.) Hatıralar

Allah Resûlü bir Medine sabahında yine ashâbıyla oturuyor, onlara anlatıyor, öğretiyor, dinliyor ve cevaplıyordu. Bir ara durdu ve “Şimdi yanınıza cennetlik bir adam geliyor!” dedi, sahâbîler, ensardan bir zâtın geldiğini gördüler. Sakalından, aldığı abdestin suyu damlayan, terliklerini eline almış bir sahâbî idi bu. Başka bir gün, ashâbı ile otururken Hz. Peygamber (sav) yine aynı şeyi söyledi: “Şimdi yanınıza cennetlik bir adam geliyor!” Gelen, yine aynı şahıstı. Üçüncü gün de aynı olay tekrar etti. Hz. Peygamber (sav) o günkü sohbetini bitirip meclisten ayrılınca sahâbîler de dağılmaya başladı. Genç sahâbîlerden Abdullah b. Amr, Hz. Peygamber’in cennetlik olduğunu söylediği zâtın peşine düştü. Onu cennetlik yapan şeyi öğrenmek istiyordu. Fakat soruyu doğrudan, bu şekilde de soramazdı. Aklına bir çare geldi. Gidip o zâta, “Babamla tartıştık. Üç gün eve gitmeyeceğime yemin ettim. Eğer uygun görürsen bu süre geçene kadar seninle kalabilir miyim?” dedi. Cennetlik sahâbî, Abdullah’ın bu teklifini kabul etti.

Üçüncü gün sonunda Abdullah, bu süre boyunca o Medineli Müslüman’ın gece namazına kalktığını görmediğini, sabah namazına kadar uyuduğunu, sadece yatağında sağa sola dönerken Allah’ı zikrettiğini ve tekbir getirdiğini fark etti. O günleri anlatırken de şöyle dedi:

“Gerçi konuşmaları esnasında sadece güzel şeyler söylediğini işittim. Üç gece geçince yaptığı ibadetleri neredeyse küçümseyecektim. Bunun üzerine ona dedim ki: "Aslında ben babamla tartışmadım. Ancak Hz. Peygamber üç kere, “cennetlik bir adam geliyor” dedi, üçünde de sen çıktın geldin. Ben de senin yanında kalıp ne yaptığını görmek ve aynısını yapmak istedim. Ancak görüyorum ki sen çok da fazla bir şey yapmıyorsun. Seni, Hz. Peygamber’in söylediği bu dereceye ulaştıran nedir?" "Sadece gördüklerin." dedi ensarlı adam sakince. Bu cevap üzerine yanından ayrıldım. Fakat çok uzaklaşmadan beni geri çağırdı ve şöyle dedi:

"Ancak bir şey daha var. Ben kalbimde hiçbir Müslüman’a karşı kin, nefret ve samimiyetsizlik bulundurmam ve Allah’ın kendisine ihsanda bulunduklarından dolayı hiç kimseye haset etmem."

Bunun üzerine Abdullah b. Amr diyor ki: “İşte seni yücelten bu! Bizim yapamadığımız da bu!”

(İbn Hanbel, III, 166; Hadislerle İslam, III, 571)

●Her Güne Bir Kavram

Gayb

1. Göz önünde olmayan, gözle görülmeyen, gizli olan, hazırda olmayan.

2. Akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı.

3. Henüz içinde yaşanılmayan gelecek zaman ve gelecek zaman içerisinde meydana gelecek olaylar.

“Şüphesiz ki göklerdeki ve yerdeki gaybı sadece Allah bilir.” (Hucurât,49/18)

4. Öldükten sonra dirilme, cennet, cehennem, hesap günü gibi insanın duyu organları ve akıllarıyla haklarında bilgi edinemeyecekleri âlem.

“Gerçek müminler gayba inanırlar, namazlarını kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah rızası için harcarlar.” (Bakara, 2/3)

Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde insanın “gayb”ı, yani, müşahede (gözlem) alanı dışında kalan şeyleri bilemeyeceği, bu bilginin sadece Allah’a ait olduğu ifade edilmiştir. (Enam, 6/50; Neml, 27/65; Cin, /2/26)

“Gaybın anahtarlarının kendi katında olduğunu ve bunları sadece kendisinin bileceğini” bildiren Cenab-ı Hak (En’âm, 6/59), kendisinden olağanüstü şeyler bekleyen kimselere karşı elçisinin, “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ‘ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece bana gönderilen vahye uyuyorum.” şeklinde cevap vermesini istemiştir. (En’âm,6/50) 

Dolayısıyla İslam’a göre Allah’ın dışında mutlak gaybı hiç kimse bilemez. Peygamberler bile ancak Allah’ın bildirdiği kadarını bilirler. Sihirbazların, falcıların, kâhinlerin ve şeytanların gaybı bilmesi mümkün değildir. Bu itibarla gaybı bilme iddiası dinen doğru olmadığı, insanların bilgisizliğinin ve zaaflarının sömürüsü olduğu gibi buna inanılması ve bu kabil kimselerden yardım umulması da İslâm inancına aykırıdır.

Editör: TE Bilisim