Hazırlayan: Akif İnan Anadolu İmam Hatip Lisesi Genç Yazarları

Günümüzde bazı İslam düşmanlarının bir yaygarası var: ‘’İslam gericiliktir.’’ Önce gericiliğin ne manaya geldiğini açıklayayım. Gericilik, yeniliği kabul etmemekte ısrar etmektir.Peki İslam yeni olan neyi kabul etmemiş? Ne zaman teknolojide geri kalmayı diretmiş? Bilakis, bize “İlim Çin’de dahi olsa o ilime talip olunuz! Çünkü ilim her Müslümana farzdır.’’ diyen bir peygamberimiz var. Böyle bir din nasıl gerici olsun? Sıkıntı,güya yenilik diye ithaflandırılan fikirlerde.

Şimdi bu fikirlerden bahsedelim. Onların savunduğu, yenilik dediği; haram-helal ayrımı yapılmaması,  insanların nefislerine göre yaşaması, hak-hukuk diye bir şey olmaması… Kısacası ahlaksızlık… Ahlaksızlık ne zamandan beri bir yenilik sayılır oldu? Bunu kabul etmeyen ahlaklı insanlar ne zamandır gerici, yobaz oldu? Asıl bu yapılan gericilik değil mi? Türban lafı geçince rahatsız olmak, aksini savunan olunca yuhalayıp, linçe kalkışmak yeniliğin yeni tanımı mı artık? İslam’da kendi dininden dahi olmasa herkese hoş görü vardır. İslam’a “gerici”diyenler, karşıt fikirlere tahammül edemiyor. Sonra da “medeniyet, yenilik…” diye bağırıyorlar. Osmanlı’da yıllarca Hıristiyanı, Müslümanı, Ateisti bir arada yaşamış. Bu birliği yeniden sağlamak varken bu birliği yok etmeye hakkınız var mı? Özgür düşünce diye ağlıyorsunuz. İnsanların başörtüsü takıp, namaz kılması özgür düşünce değil mi? Sizin,  yaptığınız hareketlerle sözleriniz çelişiyor. Bir de üstüne yenilikçiyiz, özgür düşünceye saygılıyız diye geçiniyorsunuz. Ne güzel demiş Yunus Emre: “İlim, bilim bilmektir / ilim kendin bilmektir.’’ Siz daha kendinizi bilmiyorsunuz ki ilimi, bilimi ve yeniliği nereden bilesiniz.

“İLİM HER MÜSLÜMANA FARZDIR’’

Biraz da işin tarihine inelim. İslam’ın gerici olduğu söylentisi nasıl ortaya çıktı? Herkes bilir, Osmanlı’ya matbaanın gelişiyle ilgili bir hikâye vardır. Hattatlar matbaanın gelişine karşı çıkarak “Biz Kur’an-ı gâvur harfleri ile mi basacağız?’’ derler. Bu yüzden matbaanın gelişi gecikir. Hattatlar, matbaa geldiğinde bir bir işlerinden olacaklardı. Eskiden kitapları hattatlar yazarak çoğaltırdı. Matbaa gelince hattata ne hacet? Hattatlar da bunu bildiği için sırf kendilerini kurtarabilmek uğruna İslam’ın yanlış anlaşılmasına sebep oldular. Hâlbuki Rezzak olan Allah, onlara matbaa olsa da olmasa da rızıklarını vermeyecek miydi? Allah herkese yetecek rızkı bilmez mi? Elbette bilir. Lakin hattatlar büyük bir gaflete düştü. Bu gaflet ise tüm Müslümanlara bir dert oldu.

İSLAM İLMİN KAYNAĞI

“Peki çözüm ne? Konuşup duruyorsun” derseniz, cevabım şudur: Bunu göstermenin yolu, yeni teknolojiler geliştirip bunu bize Allah’ın verdiği güç ile yaptığımızı göstermemizdir. Bir diğeri, dünyaya ve gençlere Müslüman âlimleri tanıtmamızdır. Nice Müslüman âlim var ki çığır açıp, kapayan. Bu güç, onlara nereden geldi? İmanlarından! Onlar kalemleriyle ve icatlarıyla cihat ettiler. Cennet müjdesi ve peygamberimizin hadisine mazhar olmaya çalışarak bir ömür tamamladılar. Biz de imanımızı diri tutalım, öğrenmeyi isteyelim ki Müslümanın gücünü, İslam’ın; ilmin kaynağı olduğunu tüm cihana gösterelim.

Kaan ÇEKİCİ

***
Kendime Öğütler


Bilmiyorum
Kim nerede bulur cevaplarını
Ama ben hala arıyorum
Avurtları içine göçmüş bir adamın
Ayakları ardında
Boş gözler ve kemikler
Kayık gibi geçip gidiyorlar
Savaşın tınısına dokunan sazın
Kahve ve yürek burkucu kokusunun üzerinden

Kadınlara düşen
Savaş alanlarında boy gösterip de
Yaralanarak dönmüş olanları
Avutmak mıydı?
Hayat,
sevgilisini karşılamaya çıkan bir
kadın gibi
Süslenmişti.
Kimse görmesin onu,
Herkes dokunmasın ona.

Hala her şeyi güzelleştiren doğa,
Neden bu kadar yıprandı?
Her yerden tunç yollar fışkırdığı
için mi?
Yoksa
Savaşın yorgun düşürdüğü
ihtiyar,
Kravatlısından sarı yeleklisine
Herkesi barındıran meyhanenin
kapısından içeri adım
attığı için mi?

Ömür dediğin
Bir nefes
Alıyorsun, veremiyorsun.
Makinenin yakıtı olan
Çamaşır makinesi için seni
satan sen,
Kalk ve çatlat artık duvarları!
Süleyman da olsan
Geliyorsun işte o taşa.

Ahmet Yusuf OLMUŞ

***
Kara İhtiyaç

 

Aydınlık yağarken ince ince,

Gece feryat ediyordu sessizce.

Kar süzülürken ince ince,

Gökyüzü sitem etti sessizce.

 *

Ey her yeri örten kar,

Yeryüzünün,

Senin kalbine ihtiyacı var!

 *

Sen beyazınla örterken her yeri,

Bir ses duyuldu ötelerden;

Bu seslenen yeryüzüydü,

Senin yardımına ihtiyacı var...

 *

Boşalt ey gökyüzü, beyaz yüklerini!

Yeryüzünün, arınmaya ihtiyacı var,

İnsanların amellerini temizlemeye;

Yeniden bembeyaz olmaya ihtiyacı var!

 *

Şefkatle yağ üstüme ey kar,

Hepimizin bu şefkate ihtiyacı var...

Sende bembeyaz bir ümit var,

Dünyanın, bu ümide ihtiyacı var...

Abdurrahman BEREKET

***
Acı bir sürpriz

Çalıştığım okulların birinde şiir gecesi hazırlıyoruz. Yaşları yedi / on sekiz arasında değişen öğrencilerle, okuyacakları şiirler konusunda provalar yapıyoruz. Hazırladığımız program “anne” konulu şiir dinletisi.

Şiirleri ezberletiyoruz, jest ve mimikler üzerinde çalışıyoruz, yorum katıyoruz, duygu katıyoruz... Program iyice pişsin diye çokça prova alıyoruz.

Provaların birinde üçüncü sınıfa giden bir kız öğrencinin şiir okuyuşunu yetersiz gördüm ve çalıştırmak üzere öğrenciyi bir kenara çektim. Adı Gönül, üçüncü sınıfa gidiyor. Uzun lepiska saçları esmer yüzüne dökülüyor.

BİR ANNEYLE ÇOCUĞUN AYRILIĞI

Çocuğun okuduğu şiir, bir anneyle çocuğun ayrılığını anlatıyor. Gönül, okuduğu şiire duygu katamıyor. Sıradan, düz bir okuyuşu var. Şiirini biraz okuduktan sonra müdahale ediyorum. “Yavrum!” diyorum, “Biraz duygu kat şu şiire, farz et ki annen ölmüş, annenden ayrısın, annen yokmuş gibi okuyamaz mısın?” Küçük Gönül’ün dudaklarından dökülen sözleri, hayatım boyunca unutamayacağım. O sözler, siyanür gibi yayılıyor vücuduma:

 —Hocam, benim zaten annem yok ki!

O anda zaman donuyor, alevden bir kabın içinde eriyor kelimeler… Küçük Gönül’ün sözleri kulaklarımda çınlıyor. Nemlenen gözlerimi çocuktan kaçırıyorum. Biraz kendime geldikten sonra, “Gönül” diyorum. “Annene ne oldu?”

—Annemi hatırlamıyorum, ben henüz altı aylıkken kanserden ölmüş, diyor. “Annen şimdi cennette” diyorum.

—Hadi bakalım, cennetteki annenle konuşuyormuşçasına oku şiirini...

Gönül, tekrar okuyor. Şimdiki okuyuşu öncekinden çok farklı. Sanki cennetten seslenen bir el Gönül’ün saçlarını okşuyor. Artık gözyaşlarımı saklamıyorum çünkü o da ağlıyor.

Nabi KÜÇÜK

Editör: TE Bilisim