Hazırlayan: Akif İnan Anadolu İmam Hatip Lisesi Genç Yazarları

YUNUS Emre, 1238’de Sivrihisar’da doğdu. Şiirleri bütün Anadolu coğrafyasında sevilen şairimiz çoğu şiirinde nasihat eder bizlere. Aynı zamanda bazı şiirlerinde insanlığın durumunu ve kendini güçlü sanan insan ırkının aslında ne denli zayıf olduğunu da vurgulamış. Şiirlerinin büyük çoğunluğunda aşkı işleyen Yunus Emre, Allah aşkından ve peygamber aşkından yanıp tutuşuyordu.

Gönüllerimizi aşkın şarabıyla yıkayan Yunus Emre, Arapçayı; Kur’an’ı anlayacak kadar biliyordu. Hem Türk diline hem de Arapçaya olan hakimiyeti, kendisini yakıp kavuran ama aynı zamanda huzura erdiren ilahi aşkla birleşince ortaya üç bine yakın eser çıkmış şairimizin gönül coğrafyasından. Her şiiri, insanı mest etmekte. Hele bir şiiri var ki benim gözümde yeri ayrıdır. Onu sizinle paylaşmadan edemeyeceğim dostlar. Hayatını dergâhlarda hizmet ederek ve sonsuz aşkı yaşayarak geçiren sevgili Yunus Emre, 1328’de Eskişehir’de, aşk yolculuğunu bitirmiş ve hedefine ulaşmış: “sonsuz yaşam.” Arkasındaysa, okuduğumuzda tüylerimizi diken diken eden, bizi aşka getiren üç bine yakın şiir bıraktı. Kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz ve kendisini saygıyla anıyoruz.

Son olarak şunu da eklemek istiyorum ki Yunus Emre, bir bulmaca gibi karışık, bir kitap gibi apaçık, gökyüzü kadar masum ve bir okyanus kadar derin bir insandı. Onu anlamak doğayla iç içe olmaktan ve sonsuz aşkı istemekten geçer. Bunlara ulaşmak ise Yunus Emre’yi okumaktan geçer.

Abdurrahman BEREKET

***
Ademoğlu

Miskin Adem oğlanı, nefse zebun olmuştur
Hayvan canavar gibi, otlamağa kalmıştır
Hergiz ölümün sanmaz, ölesi günin anmaz
Bu dünyadan usanmaz, gaflet önin almışdur
Oğlanlar öğüt almaz, yiğitler tevbe kılmaz
Kocalar taat kılmaz, sarp rüzgar olmuştur
Beğler azdı yolundan, bilmez yoksul halinden
Çıktı rahmet gölünden, nefs gölüne dalmışdur
Yunus sözi âlimden, zinhar olma zalimden
Korkadurın ölümden, cümle doğan ölmüştür.

***
Anlam veremiyorum

BUGÜN biraz geç uyandım. Kalktığımda saat dokuzu çeyrek geçiyordu, işe geç kaldığımı sanmıştım. Aceleyle üstümü değiştirdim ve kendimi sokağa attım. Her gün sokağın başında simit satan amca yerinde yoktu.

Şaşırmıştım çünkü her gün saat sekizde tezgâhını açar saat on bire kadar tezgâhında kırıntı kalmazdı. Oradan uzaklaşıp durağa doğru yürümeye başladım. İkinci şaşkınlığımı orada yaşadım. Şaşırmamın sebebi, kimsenin durakta olmamasıydı. Bu, sadece bir dakika, bu sadece pazar günleri yaşanırdı. Tabii ya bugün pazar günüydü. Bu yüzden simitçinin yerinde, durakta da kimse yoktu.

Sabah geç uyanınca telaştan ne takvime bakmak aklıma geldi ne de günleri hatırlamak. Normalde böyle bir şey yaşamazdım. Her günüm planlıdır ama sanırım dün biraz fazla yorulmuşum bugün de onun sersemliğini yaşadım.

Hızlı adımlarla eve doğru yürümeye başladım. Acele etmekten sokakların boş olduğunu bile fark etmemiştim. Eve vardığımda kapımın önünde birkaç kargo paketi vardı, bir yanlışlık olduğunu düşünüp tam kargo şirketini arayacakken paketlerin üzerinde adımın yazılı olduğunu gördüm. Tam olarak üçüncü şaşkınlığımı da burada yaşadım. Çünkü kargo paketini açtığımda gördüğüm ilk şey bir kart üzerinde “İyi ki doğdun canım oğlum” yazısıydı. Bugün benim doğum günümdü ve ben bunu da unutmuştum. Sanırım ailemden uzak bir yerde çalışmak beni çok işkolik biri yapmıştı.

“İYİ Kİ DOĞDUN CANIM OĞLUM”

Annemin gönderdiği paketin içinde, sanki bugün olanları hissetmişçesine, tarihli bir kol saati vardı. Diğer paketler ise İstanbul’daki arkadaşlarımdan gelmişti. Hepsini açtıktan sonra kendime bir kahvaltı hazırlamıştım. Kahvaltımı yaparken günlük gazetemi okuyordum.

Her gün aynı haberler vardı. Kahvaltımı bitirdim. İş kıyafetlerimi çıkarmış günlük kıyafetlerimi giymiş artık kestirmem gereken saçlarımı tarıyordum. Saat on bir olmuştu. Birden aklıma, ertesi gün şirkette yapacağım sunum geldi. Çalışma odama geçtim ve sunum için son dokunuşları yaptım. Bir iki defa da prova yaptım. Biraz dışarı çıkmak istiyordum. Hava güneşliydi, rüzgar yoktu. Benim en sevdiğim havaydı. Dışarı çıktım ve yavaş yavaş yürümeye başladım. Yolda giderken peşime bir köpek takıldı. Oyun oynamak istiyordu benimle anlaşılan ama bende aradığı şeyi bulamayınca üzgün üzgün arkasını döndü gitti. Yürümeye devam ettim, yürürken aynı zamanda insanları gözlemliyordum.

Çoğu kişinin acelesi var gibiydi, hepsi hızlı adımlarla yürüyor birbirlerine bir selam dahi vermiyorlardı. Yolda giderken küçük bir çocuğun annesinden dondurma istemesini annesinin de eğer dondurma alırlarsa bütün paralarının biteceğini ve ömür boyu sokakta yatacaklarını söylemesini duydum.

İnsanlar yalan söylemeye o kadar alışmış ki henüz çok küçük olan bir çocuğa bile yalan söylüyorlar, diye düşündüm. Biraz ileride bir park gördüm. Yorulmuştum, parka gittim ve bir banka oturdum. Hemen yanımdaki bir çift tartışıyordu.

Duyduğum kadarıyla tartışmalarının sebebi erkeğin tanışma gününü hatırlamamasıymış. İnsanlar böyle küçük ve saçma sebeplerden bile birbirlerinin kalplerini kırıyorlar, birbirlerine güvenmiyorlar, üstüne üstlük yalan söylüyorlar.

Anlam veremiyorum, insanları bu kadar birbirine düşüren, yalan söyleten, birbirlerine güvenmemelerine neden olan şey ne?

Hamza Gürel

***
Mezarıma Gelen Yok

Kendi mezarımı ben suluyorum
Ben öldüm de mezarıma gelen yok
Ben ölünce kendimi buluyorum
Ben öldüm de mezarıma gelen yok

Gidiyorum, bir ömür sevinsinler
İnsanlar, balolara gitsinler
Ben yokken o ölenler, dirilsinler
Ben varmışım, burda beni gören yok

Her tarafta betonarme binalar
Bu hayatta gereksiz simalar
İnsan avı için usta oltalar
Burda olmam için bir neden yok

Burda insana benzeyen varlık çok
İçlerinde, insan olan insan yok
Hep daha fazlası, tokken aç, açken tok
Bunu anlatabilecek bir lisan yok

Ömer Asaf Töreyen

Editör: TE Bilisim