Hazırlayan: Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi Genç Yazarları

Ne yaşadığını bilmeyen insanın gerçek olanla gerçek olmayanı ayırt etmesi nasıl mümkün olacak? Bu soruyu cevaplamadan önce gerçek ve hakikat kavramlarının farkını kısaca belirtmeliyiz. Bu iki kavram çoğu zaman eş anlamlı kullanılsa da farklı anlamlara sahiptir. Gerçek; bir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan, varlığı inkâr edilemeyen şeyler olarak tanımlanırken gerçeklik, var olan şeylerin tümüdür. Hakikat ise doğruluk ile eş anlamlıdır ve bir hükmün gerçeğe uygunluğuna denir. Bu anlamda hakikatin zıttı yalan olur.  

Gerçekte var olmayıp zihinde tasarlanan!

Sanal kelimesi ise “sanmak” sözcüğünden türetilmiştir. Sanal, gerçekte var olmayıp zihinde tasarlanan anlamında kullanılır. Bu yazımızda sanal gerçeklik ve dijital gerçeklik kavramlarını birlikte kullanacağız. Bu tercihin özel bir nedeni yaşadığımız çağın Dijital Çağ olarak adlandırılmasıdır. Dijital Çağ; eski bilgi, fikir ve yöntemlerin teknolojinin gelişerek yeni yöntemlere dönüşmesi ile var olmuştur. Dijitalleşmeyle beraber insanın gündelik hayatı da değişmiştir. Bu değişimin hız ve verimlilik gibi gayet olumlu yönleri olsa da dijitalleşmeyle beraber ahlak, etik ve hakikat sorunları ortaya çıkmıştır. Bu sorunlar zamanla felsefenin de bir konusu olarak tartışılmıştır. Tartışmanın boyutu günümüzde katlanarak artmaktadır. Bu dijitalleşmeye bağlı olarak kuşak tanımlamaları yapılmıştır. Yaklaşık 69 yıllık bir dönemi kapsayan X,Y,Z kuşakları ayırt edici özelliklere sahiptir. Bu kuşaklar doğum yılı, teknoloji haşır neşirliği, sosyal alışkanlıklar ve çevre iletişimleri bağlamında tanımlanmıştır.

İki kuşak arasındaki fark: Dijitalleşme

1965-1979 yılları arasında doğan insanlar X kuşağı, 2000-2021 yılları arasında doğan insanlar Z kuşağı şeklinde etiketlenmiştir. Karşılaştıracak olursak X kuşağı gelenekçi, dinî ve kültürel değerlere önem veren ve teknolojiyi genel olarak sadece ihtiyaçları için kullanan bir nesilken Z kuşağıysa sıkılgan bir yapıya sahip, toplumsal ve örfi değerlere karşı mesafeli ve teknolojiyi bir yaşam tarzı hâline getirmiş bir kuşaktır. Elbette ki istisnalar da vardır. Lakin bu iki kuşak arasındaki farkı yaratan hiç şüphesiz dijitalleşmedir. Araştırmalara göre sosyal medya uygulaması olan Facebook’ta kullanıcı sayısının 2 milyarı geçtiği, nitekim bir diğer medya uygulamaları YouTube ve WhatsApp’ın da 1,5 milyar gibi bir rakama ulaştığı görülüyor. Sayısı milyarları geçen bu platformlar yalnızca müzik ve oyun gibi eğlence alanlarına hitap etmiyor. Aynı zamanda insan yaşamını ilgilendiren her türlü alan bu dijital dünyada kendine yer buluyor. Endüstri 4.0 Devrimi, yapay zekâ ve nesnelerin interneti kavramları ön plana çıkarılarak her türlü yaşam alanı teknolojiye bağlı kılınıyor. Televizyondaki bankacılık reklamları bunun en basit göstergesidir.

Son günlerde sıklıkla gündeme gelen bir platform daha var: Metaverse… Nedir bu Metaverse? Metaverse, dijital ortamda kullanıcıların alışveriş yapabileceği, sosyalleşebileceği ve etkinliklere katılabileceği bir 3D platformdur. Kelime anlamı olarak kurgusal evren olarak tarif edilen Metaverse, geleceğimizi ziyadesiyle tehdit eden bir sistemdir. Para karşılığı dijital dünyada arsa satan bu sistem akıllara Orta Çağ kiliselerinin para karşılığı cennetten toprak satmasını getiriyor. Ya da bir diğer platform olan bitcoin dünyası yani para karşılığında sanal para alışverişinin yapıldığı bir yer. Her ikisinde de bu durumları denetleyen egemen bir gücün olmaması bu sanal gerçeklik kavramına olan güveni sarsıyor. İşte tam burada devreye hakikat sorunu giriyor. Bir tarafta sanal para, bir tarafta sanal arsa, bir tarafta da sanal haz ve zevk... Bu şekilde insanların yaşamı değişiyor. Bu durum ortaya pek çok sorun çıkarıyor. Bu sorunların neler olduğunu, beraberinde ne gibi sorunları doğurabileceğini değerlendirelim.

Gerçek dışı algılar

Öncelikle sanal dünya insanın bazı gerçek dışı algılar edinmesine sebep oluyor. Diğer bir ifadeyle gerçeklik algısını bozuyor. J. Baudrillard’a göre medya araçlarının ürettiği simülasyonlar “gerçeklik” kavramının anlamını yitirmesine neden oluyor. Bu durumda gerçekliğin ortadan kalktığı bir yaşam sürüyoruz. Günümüzde insanlar ekran karşısına geçip dünyada her gün yaşanan binlerce acı olayı bir filmmiş gibi izlemiyor mu?  Bu insanlar yaşanan acıların gerçekliğinden kopmuş gibi ekrana bakmıyorlar mı? Evet, bu insanlar âdeta kendi dünyalarına yabancılaşmış bir varlık konumundadır. Dijital dünya, insanlara içlerinden asla çıkamadıkları bir sanal evren sunuyor. Örneğin, ihtiyaç duyduğumuz için bir araba almak istiyoruz fakat dijital teknolojiler reklam yoluyla bizlere birçok seçenek sunuyor. Daha sonra ihtiyacımız olandan fazlasına sahip olmamız gerektiği düşüncesini zihinlere yerleştiriyor. Sonuç, kendi gerçekliğinden kopmuş insanlar sanal bir evrende rüyalar görmeye başlıyor. Aslında dijital teknolojiler bizlere sürekli hayaller kurmamız için telkinlerde bulunuyor. Bizlerde bu hayallerin peşinden giderken bir özgürlük yanılsaması içerisinde yaşıyoruz.  İnsanoğlu dijital dünyada kurduğu hayalleri ve oluşturduğu algıları gerçek hayata uyarlamaya çalışınca başarısız oluyor. Bu başarısızlık insanları duygusal ve psikolojik çöküşlere sürükleyebiliyor. Bu durumun sonucunda ise çok daha kötü olaylar yaşanabiliyor. Zira hayatı anlamlandırma doğrudan yaşadığımız hayatın gerçekliğiyle ilişkilidir. Örneğin, “Ayağını yorganına göre uzat.” sözü bir insanı hayatını ölçülü yaşaması noktasında uyarır. Ölçülü yaşamayan insanın, uğrayacağı zararı önceden öngörmesini sağlar. Bu atasözünün anlamına karşıt biçimde müsrif yaşayan insanın sonu ise hüsran olacaktır. Müsrif insanın bu kez karşısına hayatın başka bir gerçeği olan hüsran ve ziyan çıkacaktır. Böyle bir duruma düşen insandan beklenen ise yaptığı hatadan ders çıkarıp hatasını düzeltmeye çalışmasıdır.  Fakat hayat, dijital dünyada gerçeklik algısı değişen bir insan için asla gerçek yaşanmışlıklar üzerine kurulu değildir. Bu durum çocukluğunda hiç düşmemiş, dizleri veya kolları hiç yaralanmamış bir çocuğun hayatına benzetilebilir. Böyle bir çocuk ileriki hayatında bir gün acıyla tanıştığında ne hissedecektir? Ağır bir travma sanırım.

Niçin varım, niçin yaşıyorum?

İnsan hayata anlam veren bir varlıktır. Bu anlamı doğru kurgulamak bizim hayatımızı güzel yaşamamız için önemlidir. Doğru anlam vermek ise yaşadığımız hayatın amacına bağlıdır. “Niçin varım?”, “Niçin yaşıyorum?” soruları bu çerçevede temel sorulardır. Bu sorulara doğru cevaplar verebilen insan hiçbir boş hayalin peşine takılıp gitmez. Niçin yaşadığının bilincinde olan bir insan bu dünyanın kıymetinin ne kadar olduğunu da bilir. Asıl varlığın yani mutlak varlığın hakikatinden haberdar bir insanı Metaverse evreninde tutsak edemezsiniz. Çünkü o önce kendisinin sonra bu dünyanın geçiciliğinin bilincindedir. Asıl manasını yitirmiş, maddeci bir düşünce biçimi insanı bu dünyaya mahkûm etmeye çalışmaktadır. Her şeyin bu dünyadan ibaret olduğunu zanneden materyalist düşünce biçimi insanı eşyanın ve hazların kölesi hâline getirmiştir. Dijital dünya bu anlamda zihinleri hedef almaktadır. İnsana yarar sağlamanın ötesinde farklı amaçları olan dijital uygulamaları doğru kullanabilmek için her yaşa uygun eğitim programları zorunluluk hâline gelmiştir. Aksi hâlde geleceğimiz hakkında çok da iyimser değilim.

Enes Yazıcı

Editör: TE Bilisim