Diriliş Postası Köşe Yazarı Murat Özer

“Ufalanmış kemiklerin, nişan yüzüklü parmakların içinde toparlamaya çalışıyorum cesedimi. 8372 beden. Milyonlara bölünmüş, arza yayılmış parçalarımı şahitliğe çağırdığım gün belki utanır bu dünya.” Böyle seslenecek eminim Srebrenitsa’da 12’sinde “artık erkek olmuştur” diyerek kurşuna dizilen Bosnalı çocuk. İslam dünyasının doğal sını- rının ucundaki bu son Müslüman beldesi, Murad Hüdavendigar’ın Kosova’daki zaferinin intikamını tam 606 yıl sonra almak isteyenler eliyle tarihten silinmek istenmişti

1995 yılının 11 Temmuz günü, Radko Mladiç komutasındaki Sırplar, Birleşmiş Milletlerin Müslümanları korusun diye gönderdiği Hollandalı askerlerin gözetiminde Srebrenitsa’ya girmişti. Sekiz bin kişinin yaşadığı Sırbistan sınırındaki bu şehir, BM tarafından iki yıl önce güvenli bölge ilan edildiği için, 60 bin kadar Boşnak buraya sı- ğınmıştı. BM Barış Gücü, güya savaşlarda sivillerin hayatını korumak için kurulmuştu. Oysa ki, silahlarını teslim ettikleri Hollandalı Albay Thomas Jakob Karremans, kendilerini Çetniklere hediye ettiğinde, Mladiç’le birlikte şampanyasını yudumluyordu. Bu kan denizinde sarhoş olanlar arasında Barış Gücü’nün Komutanı Fransız General Bernard Janvier’e de özel bir yer ayırmak lazım. Onun desteği olmasaydı, Sırp milisler bu kadar iştahla insan avına çıkamazlardı.

Türkiye’den kalıcı bir miras

Bosna direnişi derin bir yara, kalbimize saklanan bir ok gibi bizi acıtsa da, içinde bulunduğumuz bu asırda bizlerin ancak birbirimize kenetlenerek ayağa kalkabileceğimizi gösteren son derece öğretici bir ders niteliğinde. O zor zamanlarda Bosnalı kardeşlerimizin yardımına koşan Türkiyeli şehit Selami Yurdan’ın mezarı Travnik’te, Osmanlı yadigarı olan Hacı Ali Baba Camii’nin haziresinde bulunuyor.

Bosnalı Müslümanlar Potoçari’deki BM Kampına sığındıklarında sayıları 6 bin idi. Sırplar kampa geldiklerinde kadın ve erkekleri ayırarak, erkekleri kamyona doldurup götürdüler. Kampın içindeki kadınların çığlıkları arşa yükselirken, kimi genç kızlar tecavüzden kurtulmak için intiharı seçtiler. Erkekler ise yol boyunca kamyonlardan indirilip infaz edildiler. Öyle ki, bugün kilometrelerce ötede hala toplu mezarlara rastlanıyor. Katledilen Boşnakların cesetleri, yol kenarlarına, su kuyularına, hendeklere atıldı. Fakat asıl vahşet yeni başlamıştı.

ÖLÜM YÜRÜYÜŞÜ

25 bin kişi milislerin eline düşmemek için 110 kilometre uzaktaki Tuzla’ya doğru dalga dalga gidiyordu. Genci, yaşlısı, çocukları ve bebekleriyle anneler. Adeta bir korku filminden fırlamış gibi ellerindeki ağır silahlarla Sırp milisleri üç gün boyunca ormanların içinde, nehir kıyılarında ellerine geçirdikleri masum bedenleri yavaş yavaş katlettiler.

Katliamın 10. yılında Boşnaklar şehitlerini anmak ve yaşanan bu soykırımı unutmamak için “Marş Mira” adıyla büyük bir yürüyüş tertiplemeye başladılar. Her yıl Temmuz ayında düzenlenen bu hüzün dolu yürüyüşe katılmak için gittiğim Saraybosna’da, insanların canlarından “birer parçasının” içinde bulunduğu kamyonlara bir kez daha veda edişine şahit olmak ne büyük bir acıydı. Boşnaklar toplu mezarlarda, ormanların içinde ya da suyu çekilen dere yataklarında buldukları cesetleri yıllardır topluyor, birleştiriyor, DNA analizi yaparak isimlerini tespit etmeye çalışıyorlar. Sene boyunca yapılan çalışma sonucunda teşhis edilen cenazeler ise bu yürüyüşün sonunda Potoçari’deki Şehitler Kabristanı’nda cenaze namazları kılınıp defnediliyor. Savunmasız Boşnakların, Sırplardan kaçarken kullandıkları güzergahı tersten kat ederek yapılan bu yürüyüş, her ne kadar “Barış” yürüyüşü olarak adlandırılsa da, insanın 21. yüzyılda, gözlerimizin önünde yaşanan bu katliamın müsebbiblerini unutması, affetmesi o kadar kolay değil.

TÜRK BAYRAĞI’NIN ANLAMI

Yürüyüşe katılan on binlerce insan, sadece bir anma için orada bulunmadıklarını çok iyi biliyorlar. Sadece onlar mı? Değerlerine sahip çıkmazlar ve bu acının kendilerine sırf “Müslüman ve Türklerin mirasçısı” oldukları için yaşatıldığını unuturlarsa başlarına nelerin geleceğini Bosnalılar da çok iyi biliyorlar. Onun için kilometreler boyunca her köyde, her durakta Boşnaklar yürüyüşe katılanları kalpleriyle selamlıyor, bu topraklarda adaletin bekçisi olduklarını hissettiriyorlar. Bir şey daha yapıyorlar, dünyanın her yerinden gelen bu insanları karşılarken: Evlerine, ağaçlarına Türk bayrağı asıyorlar. Çünkü onlar ev sahibi. İyilik ve erdemin düşmanlarını 6 asır sonra bile korkutan sembolün, bir bayrağın çok ötesinde bir şey ifade ettiğini bedelini ödeyerek öğrenmişler. Görkemli bir tarih dersi olan bu yürüyüşe çocuklarımla birlikte katıldım. Artık, onların gönüllerinde zaten yeri olan bu İslam beldesi ve Müslümanca kalmanın nasıl bir bedel gerektirdiği ete kemiğe bürünmüş oldu. Hayatları boyunca Bosna’nın kalplerinin bir parçası olduğunu asla unutmayacaklar. Ve bir şeyi daha: vatanlarının ve bağımsızlıklarının ne kadar kıymetli olduğunu.

BOŞNAK KADINLARIN DESTANI

Potoçari’ye ulaştığımızda, mezar taşlarının adeta bir deniz gibi uzandığını gördük. Göz alabildiğine her yer şehitlerden birer parça taşıyordu. Kadınların içine tıkıldıkları ve asrın en çirkin cürümlerinin işlendiği o fabrikayı da gördük. Duvarlarında sadece kan değil, namuslarını ve imanlarını teslim etmemek için direnen Boşnak kadınların destanları da yazı- lıydı. İnsanlığa seslendikleri o duvarlarda, hala çığlıkları duyabilirsiniz. Aradan asırlar geçse de, zalimlerin cürümleri hiç değişmiyor. Tıpkı hendekte yaktıkları insanların iniltilerini zevkle izleyen Uhdud Ashabı gibi katiller de bu işkenceden büyük bir zevk almış olmalılar ki, BM askerleriyle birlikte kadeh tokuşturduklarını belgelemekten hicap duymamışlardı

Sabah ulaştığımız Potoçari’de, öğle namazına kadar Kur’an okuyup, şehitlerimizin tabutlarını Boşnakların bayraklarıyla süsledik. Artık sevdiklerinin bir mezarı olduğuna sevinsinler mi, yoksa ciğerparelerini kara toprağa vermenin hüznüyle yürekleri kordan bir alev gibi tutuşsun mu bilemeyen annelerin, babaların, kardeşlerin gözyaşlarıyla peş peşe defalarca cenaze namazına durduğumuzda, adeta zaman da bizimle birlikte durmuştu

Demokrasi ve özgürlüklerin beşiği dedikleri Avrupa’nın orta yerinde sergilenen bu cinayetin hesabı hiç sorulmadı. “Srebrenitsa’ya asırlar sonra Türklerden intikamımızı almaya geldik” diyen Mladiç, yıllar sonra Sırbistan’ın AB üyeliğine adaylığının bir diyeti olarak Ceza Mahkemesi’ne teslim edilmeseydi, bugün tek bir katil dahi yargılanmamış olacaktı belki de.

YAKIN TARİHİMİZ ACILARLA DOLU

Mezar taşı tıpkı Srebrenitsa’dakiler gibi ince mermer bir sütundan ibaret. Mezar taşları, tapu senedidir derler ya, bu mezar taşı da Balkanlara asrımızda vurduğumuz bir mühür, nazlı bir kuğu gibi Travnik’te yükseliyor. Acı dolu yakın tarihimize yaptığımız yolculuğumuzu Kosova’da şehit düşen Murat Hüdavendigar’ın kabri ile nihayete erdirdik. Balkanlara Müslümanların kapısını açan hükümdarı- mızın kabri, adeta bu ıstırap yüklü çölde bir vaha gibi. Onun naaşı İstanbul’a getirilirken, kalbi bu mezarda gömülü kalmıştı. Benim ise kalbimin bir parçası.

Editör: TE Bilisim