Türkiye’yi kana bulayıp ayaklarına pranga vurmak isteyen topyekûnterör örgütlerinin kirli yüzünü, yazdığı analizleriyle deşifre etti. Herkesin nefesini tutup köşesine çekildiği demlerde dimdik durmasını bildi. Mücadelenin, davanın, kalemin ve kelamın en yiğit mübariziydi. Adam gibi adamdı. Eğilip bükülmezdi. İpek gibi bir ruhu, çelik gibi bir kalemi vardı.

59 yaşında dünya çilesini tamamlayarak ebediyete irtihal ettiğinde hâlâ kirada oturuyordu. Çünkü onun talebi bu dünya değildi. Gazeteci, yazar, dava adamı Ahmet Kekeç aramızdan ayrıldı. Ondan geriye ise zalime ve zulmüne direnen, mütevazı ve örnek bir hayat kaldı.

Fikir çilesini sırtlandığı yarım asırlık ömründe millettin, azgın azgınlıkla mücadelesinin adeta günlüğünü tuttu. 28 Şubat’ta eğilip bükülenlere inat darbecilere “Haydudum” diye meydan okuduğu yılları hep mahkemelerde geçtiyse de asla taviz vermedi.

Hayatı boyunca kaleme aldığı eserleri:

Öykü, “Son İyi Şeyler” (1985), roman “Yağmurdan Sonra” (2000), deneme “Beni Türk İmamlarına Emanet Ediniz” (1991), “Atam Sen Kalk Ben Yatam” (1993), “İnek Sosyalizmi” (1996), “Maalesef Türkiye” (1996), “Yurtta Sus Cihanda Sus” (1996), “Gazeteciyim Ama Tedavi Görüyorum” (1999), “Kalanlar” (2003), anı “Derin Roman” (2004), günce “Kanamalı Haydut” (2005), incelemearaştırma “CIA ve 12 Eylül -Bir İhtilalin Romanı” (1993), “Ali Şükrü Bey Cinayeti” (1996), “Sıkı Adamlar” (2002).

Editör: TE Bilisim