Küresel dikta daha önce görülmemiş ve hiçbir şeye benzemeyen yeni aparatlar üzerinde yükseliyor. Klasik olarak “Azılı Düşman”, aparatı 21. yüzyılda bile batılı devletlerin varlıklarını korumak için üzerine siyaset ürettikleri tek geçerli doktrin. Batılı devletlerin kendi içlerinde ve diğerleriyle aralarında sadece bir konuda tartışma yaşanmaktadır; Düşman kim?

Çağlar öncesinden kalan salgın hastalıklar, kıtlık, ya da yanardağ patlamaları ve korkunç fırtınalar artık düşman değil gibi duruyor ama maalesef gerçek öyle olmayabilir. İstihbarat yasasını onaylatmak için DEAŞ’ın Paris’te eylem yapmasına muhtaç olan Fransız Diktası’nın düştüğü çaresiz durum, Engizisyon Diktasının “Haç ve Kutsal Su”yunu yeniden iktidara getirmek için vampirlere muhtaç olmasıyla aynıdır. Benzer bir aksiyonu Londra’da gözlemek hiç zor değil. Çünkü insan sayısından daha fazla kamaraların gözlemi altında yaşayan Krallık vatandaşları, buna itiraz etmeye yeltendikleri her an, bir DEAŞ militanının saldırısıyla tehdit edilerek hadlerine geri çekiliyor. Karanlık çağlardan beri süregelen bu stratejiye göre Avrupalıların devletlerini devam ettirebilmek için düşman olarak Müslümanları seçtiğini kabul etmek çok hatalı olmaz. Ancak Müslümanları düşman seçmek yerel diktatörlüklere günü kurtaracak küçük kazançlar sağlasa da insanları diktanın boyunduruğu altında tutmaya yetecek kadar inandırıcı değil. Üstelik Müslümanları düşman seçmek Hitler, Lenin ya da bir Avrupa ülkesi gibi yerel diktatörlük için yeterli olabilir ama küresel diktatörlük için hem yetersiz hem de kitle kaybı olacaktır.

O halde; “buzlar eriyor dünya ısınıyor, hava kirli ve yiyecekler hiçbirimize yetmeyecek” gibi kıyamet senaryoları üzerinden bu çağın korkulan ejderhası olarak güneşi seçmek kürsel diktatörlük için doğru başlangıç olacaktır. Arktik’te eriyen buzullar, ısınan sular, maskeyle dolaşan Hintli ve Çinli çocukları gördüğümüzde hiçbir rahibin bize korkunç masallar anlatmasına gerek kalmayacaktır. Çünkü ejderhanın etkileri görünmektedir. Belki konuyu canlı tutmak adına medya ve aktivistlik mesleğinde olanlar tüyler ürpertici vaazlar verebilir ama onlar zaten kıyamet satmakla geçindikleri için bunu gönüllü olarak kendiliğinden yapacaklardır.

ULUSAL İNTERNET AĞLARI

Küresel diktatörlüğün açıktan teşvik etmediği ama kışkırtarak kanalize ettiği ilk aksiyon ulusal internet ağları olacaktır. Bu tahrikle kanalize olan ilk lider Putin değil ama geçtiğimiz günlerde onayladığı Rusya’nın dünyadan bağımsız olarak kendi internet ağına sahip olmasına imkân tanıyan yasa yürürlüğe girdi. Bu yasa sayesinde artık Rusya’nın ülke olarak kendine özel bir internet ağı var. Bu sayede İran gibi isyanlar başlayınca bütün interneti keserek halkı kendi içinde hapsedilmişlik hissine sürükleyip isyanı büyütecek trajik seçimler yapmak zorunda kalmayacaklar. İnternet kesilecek ama herkes hala internete girebilecek. Ama sadece Moskova’nın izin verdiği daire içinde ve izin verildiği kadar bir internet… Ulusal internetler devletler arasında yaygınlaştıkça Evrimsel Hümanizm bir kez daha sahneye çıkacak ve adını yeni duyduğumuz ve tedavisini bilmediğimiz hastalıklara benzeyen bir durum ile yine aynı şekilde adını yeni duyduğumuz ve nasıl bastırılacağı bilinmeyen yeni isyanlar başlayacak.

ELİMİZDE “DİNLEMEK” KALDI

Ve akıllı hoparlörler… Evet akıllı hoparlörler… Apple, Google, Facebook, Amazon ya da yeni kurulacak ve 1 yılda borsada milyonlarca dolarlık hisse değerlerine ulaşacak başka teknoloji şirketleri, evlerimize, bizi dinleyip bizimle konuşan asistan hoparlör sokmaya çok hevesli gibi duruyorlar. Eskiden, (eskiden derken 5 yıl öncesinden söz ediyorum) yazı okurken fotoğraf ihtiyacı çok yaygındı. İnfografik furyasını hatırlayın, geçti gitti. Sonra okuduğumuz yazılar kısaldı, kısaldı ve Twitter’ın bulduğu küresel başarısının sırrının bir neticesi olarak 140 karaktere kadar düştü. Sonunda yazı okumayı tamamen terk ettik ve videoları izlemeye ve fotoğraflara bakmaya başladık. Instagram ve Youtube gittikçe yükselmeye, Facebook ama en çok Twitter gerilemeye başladı. Gazeteleri konuşmuyorum bile. Aynı yazıda olduğu gibi videolarda kısalmaya başladı. Kısaldıkça kısaldı ve 45 saniyenin altına düştü. Şimdi artık daha kısa videolardan söz ediyoruz. Çünkü videolar da izlenmiyor. O halde elimizde sadece dinlemek kaldı.

Gözlüklere küçük uyarılar görülen, akıllı hoparlörden dinlenen ve saatlerle uyarılan yeni nesil iletişim ve etkileşim sahası tanımlanıyor şu anda. İşte burada kapılara, kombiye, e-devlet sistemine bağlı devlet kurumlarına, buzdolabına ve elbette çocuklarımızın saatlerine bağlanabilen akıllı hoparlörler evlerin başköşelerine yerleşecek. Yazmıyorsak, okumuyorsak hatta video bile izlemiyorsak konuşmaya devam edeceğiz ve “ne konuşuyor bunlar” sorusunun cevabı küresel diktatörlüğün bütün servetini harcayabileceği kadar değerli bir bilgi. Bütün o yapay zekâların ilerleyebilmesi için bizim suratımızın fotoğraflarına, nerede ne zaman ne tepki verdiğimiz gibi bilgilere ihtiyacı vardı elbette ama en çok bizimle konuşmaya ihtiyaçları vardı. İşte bu akıllı hoparlörler evlerimizi dinleyerek derin öğrenmeye çok büyük katlılar yapacaklar. Nietzsche, Deep Learning yani derin öğrenme çalışmalarına şahit olabilseydi “İnsan aşılması gereken bir şeydir. Onu aşmak için siz ne yaptınız?” Diye bir sorar mıydı yahut başka türlü nasıl sorardı diye düşünmek lazım.

YÜZLERİMİZİ ÇALIYORLAR

Sesimizi dinleyen sistemin suratımızdan bizi tanıması da lazım. Yüz tanıma sistemleri sürekli Çin üzerinden haber oluyorlar. Zira Çin bu konuda en pervasız olan ülke. Halkını ucuz üretim işçisi olarak Avrupa ve Amerika’ya köle olarak kiralayan, havayı ve suyu sırf ucuza üretim yapabilmek için ölümcül seviyede kirleletebilen bir ülke olan Çin, halkın temel insan haklarından mahrum bırakılmasına pek dertlenecek bir ülke değil. İngiltere, ABD gibi ülkelerin Çin’den aşağı kalır tarafı yok ama onlar bu meseleyi Çin kadar pervasız ortaya saçmıyorlar sadece. Londra, Pekin ya da Washington klikleri bu işin tartışmasının üç açısını temsil ediyor. Mahremiyetin ihlali açsından yapılan itirazlar güvenlik tehditleriyle bastırılırken çok az bir kesim bütün insanlığa verilecek ortak kimlikle küresel diktatörlüğe doğru giden yola işaret ediyor. Suçluları tanıma ileri düzeyde önleyici hizmetler olarak pazarlanan yüz tanıma sistemleri iş akışlarını da rahatlamasıyla giderek yayılıyor. Köpür geçişleri, telefonlar gibi açılan kapı kilitleri, statlara, hastanelere ve iş yerlerine yüz tanımayla giren insanlar aslında küresel bir kimlik numarası alma yolunda gidiyorlar.

Ne yapmalıyız?

Küresel Diktatörlük adım adım kuruluyor. Sezai Karakoç “Anlamak masraflı iştir; Emek ister, gayret ister, samimiyet ister. Yanlış anlamak kolaydır oysa. Biraz kötü niyet, birazda yetersizlik kâfidir” diyor. Bütün bu gidişatı anlayıp hakikati inşa etmeye çalışmak ve insanlığın onurunu kurtarmak masraflı olabilir. Hukuk sistemi inşa etmek, o hukuk sistemini ayakta tutabilmek için bir ekonomi kurmak, o ekonomiyi hayatta tutabilmek için bir ordu sahibi olmak, o orduyu kurabilmek için ortaklaşa hayal kurup aynı çerçeve değerlere inanan şerefli ve cesur nesiller yetiştirmek masraflı iş gerçekten.

ELON MUSK’IN UYDU ÇÖPLÜĞÜ

Hollywood filmlerinden fırlamış gibi çılgınca işler yapan zengin ve dahi çocuk Elon Musk’ın SpaceX şirketi on yıl içinde 10 milyar dolar maliyetle toplam 12 bin uyduyu atmosferin hemen üstünde yörüngeye yerleştirmeyi planlıyor. Lazer ile birbirleriyle bağlantı kuracak şimdilik 12 bin uydu ile dünyaya internet sağlayacak. Bütün dünyaya internet vermek fikri kulağa romantik gelse de yakın uzay araştırmaları sırasında uzaya giderken Elon Musk’ın uydularından birine çarpma riskinden başlayıp uzayı sanayi çöplüğüne çevirmeye hatta ömrü biten uyduları atmosfere sokup yakarak imha ettikten sonra havada salınan ağır metal tozlarına kadar onlarca sakıncadan söz ediliyor. Bütün bu sakıncaların yanında asıl meselenin yine kürsel diktanın küresel ağının ilk adımını olduğunu görmemek çok zor değil. Ulusal internet sistemleriyle kapalı devre interneti olan ülkelere özel hizmet vererek hem küresel dikta sistemine bağlamış olacaklar hem de “dünyada umutlar tükendi Mars’a gidiyoruz” yolculuğu için gereken milyarca dolar bütçe sağlanmış olacak.

Diriliş Postası Genel Yayın Yönetmeni Erem Şentürk/Analiz-Yorum

Editör: TE Bilisim