Muhammed Şevket Gökşan’ın  koronavirüse İslami bakış açısıyla nasıl bakılması gerektiği hakkındaki yazısının üçüncü bölümü:

Hz. Nuh’un (a.s.), Allah (c.c.) buyruklarına her vesile ile onları davet etmesine karşılık, cenabı hak, onların tavırlarını bizlere haber vermekte. Bu meyanda inanmayanlar hakkında:

“Dediler ki: “Ey Nûh! Bizimle tartıştın ve tartışmayı uzattın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi kendisiyle bizi tehdit ettiğin azabı getir.” (Hud, 32) diyerek o inkarcıların inkarlarını bildirmektedir.

Kavmi, uyarıcı (peygamber) gerekli daveti yapmasına rağmen, uyarılara kulak kapatıp bildiklerini okuyunca, Allah (c.c.) onlara bir mühlet verdi. Verdiği bu mühlet dolunca hak ettikleri karşılık (ceza) da geliverdi. Takdir edilen azab-ı ilahi geldiğinde, uyanıp tevbe edecekleri yerde, azaba karşı bahanelerin ardına saklandıklarını rabbimiz haber vermekte.

Bu hakikati de Hz. Nuh’ın (a.s.) oğlu üzerinden cenab-ı hak bizlere şöyle haber vermekte: Nuh (a.s.) oğluna, gelen azab-ı ilahiden kimsenin kurtulamayacağını, dolayısı ile tevbe edip gemiye binmesini istediğinde oğlu: “O, “Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi. Nûh, “Bugün Allah’ın rahmet ettikleri hariç, O’nun azabından korunacak hiç kimse yoktur” dedi. Derken aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu.” (Hud, 43)

Ama onun böyle demesi onu Allah’ın (c.c.) azabından kurtarmadı. Zira o görmesi gereken, duyması gereken o kutlu çağrı yerine, babasının Allah’a olan çağrısını duymak yerine, nefsinin, aklının ona makul gösterdiğini yapmayı tercih etti. Sonuç olarak azaba düçar olup boğulmaktan kurtulamadı.

İkinci olarak karşımıza Hz. Lut (a.s.) kavmi olan Âd kavmi geliyor. Onların inkâr ve inatlarının karşısında Lut (a.s.) onlara;

“Lût’u da Peygamber olarak gönderdik. Hani o kavmine şöyle demişti: “Sizden önce âlemlerden hiçbir kimsenin yapmadığı çirkin işi mi yapıyorsunuz?” (Araf, 80)

“Lut’un kavmi de elçileri (peygamberlerini) yalanladılar.” (Şuara, 160)

Ve Lut (a.s)’ın kavmi bildiklerini okumaya, Allah ve resulüne isyana devam edince vaat edilen mühlet bitince, rabbimiz azap meleklerinin geldiğini haber veriyor:

“Konukları (azap melekleri) şöyle dedi: “Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar (kavmin) sana asla ulaşamayacaklar. Geceleyin bir vakitte aileni al götür. İçinizden kimse ardına bakmasın. Ancak karın müstesna. (Onu bırak.) Çünkü onların (kavminin) başına gelecek olan azap, onun başına da gelecektir. Onların azapla buluşma zamanı sabahtır. Sabah yakın değil midir?!” (Hud 81)

Ve bu azab-ı ilahi geldiğinde, Allah (c.c.) Lut (a.s.) ve O’na iman eden müminleri kurtardığını, azabın onlara değmediğini ibret olması için bizlere şöyle haber veriyor: “Biz, onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Ancak karısı başka. O, geri kalıp helâk edilenlerden olacaktır.” (Ankebut, 32)

Tarihî örneklerden diğer bir tanesi de Semud kavmi olarak karşımıza çıkmakta. Rabbimiz onların durumunu da, 

Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i Peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Gerçekten size Rabbinizden (benim peygamber olduğumu gösterecek) açık bir delil geldi.” (Araf 73) beyan-ı ilahisi ile haber vermektedir. Onların da peygamberlerini yalanladıklarını mevlamız bizlere şöyle haber bildirmekte “Semud kavmi (kendilerine gönderilen) elçileri inkâr ettiler.” (Şuara, 141).

Yine: “Semûd kavmine gelince, biz onlara doğru yolu göstermiştik. Ama onlar körlüğü hidayete tercih etmişler ve yaptıklarına karşılık, alçaltıcı azap yıldırım onları çarpmıştı. (Fussilet, 17)

Bu olumsuz örneklere mukabil Mevla (c.c.) bir de, hatalarını anlayıp tövbe eden ve başlarına gelmesi mukadder olan azabın kaldırıldığı Hz. Yunus’un (a.s.) kavmini bizlere örnek olarak sunmuştur.

“Yûnus’un kavminden başka, keşke (azabı görmeden) iman edip, imanı kendisine fayda veren bir tek memleket halkı olsaydı! (Yûnus’un kavmi) iman edince, dünya hayatında (sürüklenebilecekleri) rezillik azabını onlardan uzaklaştırmış ve onları belli bir zamana kadar yararlandırmıştık.” (Yunus, 98)

Ayrıca; “Sonra Allah, Resûlü ile mü’minler üzerine kendi katından güven duygusu ve huzur indirdi. Bir de sizin göremediğiniz ordular indirdi ve inkâr edenlere azap verdi. İşte bu, inkârcıların cezasıdır.” (Tevbe 26)

Buraya kadar Kur’an-ı Azim’den aktardığımız tarihî hadiseleri kısaca özetleyecek olursak; bunların ortak meziyetleri;

Allah’a Şirk (ortak) Koşma, Nimete Şükürsüzlük, Adaletsizlik, Zulüm, Ahlaki yozlaşma (cinsi sapıklık), Hedonizm, Bencillik, Kibir, Haset, Irkçılık, Faiz, Ticarette Yozlaşma.

Bu ve benzer durumlara karşı adına Sünnetullah dediğimiz cenab-ı hakkın muamelesi ise;

Uyarıcı ikaz edici rehberler (Peygamber ve peygamber varisi Davetçiler) göndermesi,

Mühlet. ‘Bırak onları, tehdit edildikleri güne kavuşana kadar, (batıl inançlarına) dalsınlar ve (dünya hayatlarında) oynayadursunlar.’ (Zuhruf, 83; Mearic, 42) Vaat edilen ceza.

Ceza çeşitleri;

Su, sel (bugünlerdeki tsunamiler gibi) ile helak. Nuh (a.s.) kavmi. Yere batma (depremler gibi) şeklinde helak. Helak eden çığlık (yıldırım gibi). Salih (a.s.)’ın kavmi Semud gibi Şekil değişimi, maymun dönme. (Efendimizin (s.a.s.) duası ile bu ümmette olmayacak.) Gökten taş ve ateş (lavlar gibi) yağması. Lut (a.s)’ın kavmi vb.

Bu kronolojik sürecin gerekçesini biraz daha zihinlere yaklaştırmak için, şöyle düşünebiliriz: Bir insanın kendisine ait olan evinde, iş yerinde mülkünde, misafir veya emanetçi olan birilerinin istedikleri gibi mülkünü talan etmesine müsaade etmeyeceği hem akl-ı selimin hem de adaletin zorunlu bir sonucudur. O halde bizim açımızdan bir han gibi olan yeryüzünde bunca yaşananlara mülkün sahibinin kendisini hatırlatması, güçlüyüm diyenlerin güç ve kudretlerinin hiçbir kıymet-i harbiyesinin olmadığını hatırlatması kadar akla, mantığa uygun ve doğal bir şey olabilir mi! Bunları, mülkün yegâne sahibinin Allah teala olduğu ve O’nun mülkünde zulmün, isyanın, nisyanın biri bin para olduğu gerçeğiyle beraber ele alıp, üzerinde imal-i fikir eder/edebilirsek, işte o an şifreyi bulduğumuz an olur.

Beşeri düzeyde akledilebilecek manevi gerekçeler?

Bir düşünün: bugünkü modern insanın dünyayı hoyratça kullanması, Allah’ın (c.c.) mülkünde O’na rağmen bir tasarrufat olup, Allah’ımızın ikaz ve uyarısına sebep olmaz mı?

Yine yıllardır Arakan’dan Doğu Türkistan a, Suriye’den Yemen’e yaşanan insanlık trajedileri, insanlığın ve varlıkların sahibi olan Allah’ın (c.c.) bir ikazını ve uyarısını celbediyor olmasın?

Yine ülkelerin gariban Afganistanlı, Iraklı Somalili, Arakanlı, Suriyeli muhacirlere zulmetmeleri, kamplara kapatmaları, Allah’ın (c.c.) aynı ambargoyu bizlere yaşatması olmasın sakın!?

Yine bu haz ve hız çağında insanın kendini, evini, kalbini, ruhunu, rabbini unutması, birbirine yurt olması gerekirken, kurt olmayı tercih etmesi, Allah’ın (c.c.) ikaz ve uyarısını celbediyor olmasın?

Yine bugüne dek beytullahı, şubeleri olan camilerimizi, yâd ellere terk etmemizden ve ihmal etmemizden dolayı cenab-ı hak bugün bizleri beytullahtan, camilerden, cemaatten mahrum bırakmayla cezalandırıyor olmasın?

Yine bu başımıza gelen, yanı başımızda ölmek istediğini ifade eden 8 yaşındaki çocuğun neden diye sorulduğunda, “Ölürsem cennette ekmek yerim!” demesi veya 3 gündür bir şey yemedim diyen, küçük yavrucağızın haykırışı veya “Ben gidip sizi Allah’ıma şikayet!” edeceğim demesi veya yıllardır Afrika’da açlıktan ölen çocukların ahı olmasın?

Ve daha nice sebepler muhasebe etmemizi bekleyen hakikatler olarak hayatımızın bir yerlerinde asılı bizi bekliyor. Şimdi sormamız gereken soru; bu musibet/ler, bizim açımızdan bir ceza mı, yoksa bir ayet işaret mi? İşte bunu belirleyecek olan bizim tavırlarımız olacaktır. Birer rahmet vesilesi, işaret olması, olabilmesi için; her mümin  bu işaretten kendine göre, seviyesine göre farklı bir ibret çıkarmalıdır. Unutmamamız lazım ki, işaretler ibareler üzerinden değil, ibretler üzerinden okunur.  Allah (c.c.) biz kullarına hitaben “İbret alın ey akıl sahipleri!” buyurmakta.

Yazının son bölümü yarın (19 Nisan Pazar) yayımlanacak…

Editör: TE Bilisim