Diriliş Postası Ankara Temsilcisi Seda Şimşek/Ankara

27 Mayıs’ı, darbeyi gerçekleştirenler veya darbeyi destekleyenler genellikle “devrim”, “ihtilâl”, “müdahale” gibi kelimelerle kavramsallaştırmaya çalışırken, darbeye maruz kalanlar ve özellikle Demokrat Partililer (DP)  “darbe”, “hükümet darbesi” olarak ifade etmektedir. 27 Mayıs hükümet darbesinin muhatabı DP Genel Başkanı ve Başbakan Adnan Menderes, 27 Mayıs’ı anlatırken, halkın direnişi ve halkın hükümete desteğine vurgu yapmak üzere “ihtilâl” kelimesini kullanmıştır.

Hasan Halis Sungur (1961:161) Başbakan Adnan Menderes’in “ihtilâl” ile ilgili yaptığı değerlendirmeyi şöyle aktarır:

“İhtilâl yalnız iktidara karşı yapılan bir hareket değildir. İhtilâl kanunları çiğneyenlere, milletin haklarına taarruz ve tecavüz edenlere karşı milletin bir kıyamı demektir. Bugün milletin haklarına tecavüz edenler, milletin iradesini yok etmek isteyenler iktidarda olanlar değil, aksine olarak bugün kendilerinin millet haklarının koruyucusu olduklarını sahte bir eda ile ilan ederek, millet iradesini yok etmeye kıyam etmiş olanlardır. Binaenaleyh, ihtilâl onların hakkı değil. Milletin ana haklarını çiğnemek isteyenlere, onlara karşı milletçe durmak, bir milletin en tabii hakkı sayılmak icap eder. İhtilâlin ne demek olduğunu bu sözde ihtilâlciler elbette anlamakta gecikmeyeceklerdir.”

Dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ise, 27 Mayıs darbesini “Bence, 27 Mayıs, bir fiili durumdur. Bence, askeri ihtilali Osmanlı’dan kalma geleneksel yönetimimizdeki ordu – medrese işbirliğinin, kanun yapma ve yürütme gücüne karşı direnişi, müdahalesi” diye tanımlar.

Türkiye Cumhuriyeti, çok partili siyasi hayatla 1946’da tanıştı. 14 Mayıs 1950’de ise ilk defa bir iktidar millet oyuyla el değiştirdi. Bu bakımdan, 14 Mayıs 1950 demokrasinin Türkiye’ye geldiği tarih olarak ifade edilebilir. Yaklaşık on yıl süren DP iktidarı döneminde, milli irade örtülü veya açık bir ortağı olmadan Türkiye’de egemen olmuştur. Bu 10 yıllık dönemde yeni filizlenmeye başlayan demokrasi, 27 Mayıs 1960 darbesi ile sekteye uğramıştır. 27 Mayıs, Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihinin ilk askeri darbesi olması sebebiyle Türkiye’de daha sonra yaşanan askeri müdahalelerin ve askeri darbelerin ilham kaynağı olmuştur. Türk siyasi hayatındaki darbelerin hazırlanış safhasında, gerçekleştirilmesinde ve sonrasında askerin, yargının, akademinin yanı sıra en önemli ayaklardan birisini de medya oluşturmaktadır. Çünkü toplumun darbeye hazırlanması ve darbenin gerçekleşmesinin ardından da meşruiyetinin sağlanmasında en önemli işlevi basın-yayın kanalları görmektedir.

27 MAYIS 1960’DAN 24 HAZİRAN 2018’E KADAR ARA REJİM

Türk demokrasisi açısından 27 Mayıs 1960’dan 16 Nisan 2017’de gerçekleştirilen anayasa değişikliğinin ardından 24 Haziran 2018’de cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş tarihi arasındaki sürenin tamamı bir ara rejimdir. Bu iddialı cümlenin dayanağı, sadece askeri müdahale dönemlerinde değil, yönetimin sivil idareye devredildiği ifade edilen dönemlerde de, o en özgürlükçü iddia edilen 1961 Anayasası ile inşa edilen vesayet kurumları aracılığıyla, milli iradenin ortaklarının bulunması, milli iradenin fiilen hep tehdit altında kalmış olmasıdır. Hukuken seçimle işbaşına gelen yönetimlerin meşruiyetinden bahsetmek mümkün olsa da, bu durum şekli bir meşruiyet olmakla kalmış, güç odaklarının, devletin bütün kurumlarının, milletin üzerinde ittifak ettiği bir sosyolojik meşruiyet sağlanamamıştır. Anayasalar demokratik bir düzen üzerine yapılmış olsa da, demokrasinin tam olarak işletilememesi Türkiye’nin meşruiyet bunalımını aşmasına mani olmuştur. Meşruiyet bunalımının aşılamaması ülkede toplumsal uzlaşmanın bir türlü sağlanamamasının en önemli sebebidir. Kutuplaşma dediğimiz şeyin aslı astarı da aslında budur. Meşruiyetini millet iradesinde arayanlarla, meşruiyetini millet iradesinin gaspı üzerine inşa edenlerin kutuplaşmasıdır bu. Belki de, rıza ile zorun kavgası!

27 Mayıs darbesinin ardından en acı hatıralar Yassıada’da yaşanmıştır. Orada hukuk katledilirken, rakibinin belirlediği koşullar ve hegemonyası altında her iki kişiden birisinin oyunu almayı başaran bir Başbakan darağacına gönderilirken, bunu bayram yaparak kutlayan bir kutup var! Namluyu millete doğrultan, namluyu gösterip hükümet kurup, hükümet indiren, düzmece mahkemeler kurup Başbakan, bakan asan, zora dayalı iktidar arayan bir kutup. Kutbun bu tarafı tam 60 yıldır darbenin aslında ne kadar haklı, Başbakan Adnan Menderes’in de darbeyi nasıl hak ettiğini anlatmaya çalışıyorlar, DP’nin, Menderes’in suçlarını saya saya bitiremiyorlar, hatta 27 Mayıs’ı eleştirmeyi men eden özgürlükçü bir anayasaları da vardı ellerinde! Başaramadılar milleti ikna etmeyi. Kutbun diğer tarafında ise milletin rızasına dayalı iktidar arayanlar var. Çok uzun yıllar konuşmaları bile yasak olan milyonlar. Yasaklarla boğuşa boğuşa ülkelerinde yaşayanlar!

27 Mayıs darbesinin 60. Yıldönümünde özel bir sayı ile gazetemizin çıkacağısöylenip benden hazırlık yapmam istenildiğinde, aslında bir kitap için sakladığım röportajlarla, yaşamıyor olsalar da darbenin 60. Yılında onlar konuşsun istedim. Kim milletin yetimi Aydın Menderes’ten, Adnan Menderes’in avukatları Burhan Apaydın ve Talat Asal’dan daha iyi anlatabilirdi ki 27 Mayıs’ı, Yassıada’yı, Başvekil Adnan Menderes’i. Bir de söz konusu Menderes soyismi olunca yapılacak hiçbir işten desteğini esirgemeyen, Aydın Bey’in sevgili eşi Ümran Menderes.

MİLLİ İRADEYE KARŞI ÇEVRİLEN NAMLULAR

27 Mayıs darbesinin hedef aldığı Başbakan Adnan Menderes’in o günlerde 14 yaşında olan oğlu Aydın Menderes, 27 Mayıs 1960 sabahı annesi Berin Menderes ile birlikte gittikleri Çankaya Köşkü’nde yaşadıklarını ve o gün yaşananların Türk demokrasisine etkisini şöyle anlatır:

“Yolda yürürken bir an için köşkün giriş kapısına baktım. Orada iki tank duruyordu. Namluları darbecilerin gelebileceği istikamete çevrilmişti. Biraz sonra köşke girdik. Rahmetli Bayar aşağı kattaydı. Pek muhterem eşleri, kızı ve torunları ise yukarı kattaydılar. Biz de oraya çıktık. Bir ara dışarıya bakma fırsatını buldum. Bahçedeki askerler omuzlarındaki tüfeklerin namlularını yere bakacak şekilde aşağıya doğru çeviriyorlardı. Bunun daha sonra teslim olmak anlamına geldiğini öğrendim. O anki muhafız alayı komutanı Osman Köksal korkusundan darbecilerle şöyle bir mizansen pazarlığı yapmıştı: Aslında kendisi başından beri darbecilerle beraberdi. MBK üyesi de oldu. Darbecilere, ‘Köşke bir iki araçla asker gönderin. Bunlar beni teslim almış olsunlar. Girişim başarılı olmazsa ben de bunu kendimi savunmak için kullanırım’ demişti. Namluların aşağı çevrilmesinin sebebinin bu olduğunu daha sonraki birçok anıdan öğrendik. Bu sırada aşağıdan gelen gürültüler arttı. Milli iradeyle seçilmiş üçüncü Cumhurbaşkanımız Celal Bayar zorla götürülmüştü. Gözlerim köşkün giriş kapısına çevrildi. Tanklar yine oradaydılar ama namluları Cumhurbaşkanlığı köşküne yani milli iradeye karşı çevrilmişti. Daha sonra namluların milli iradeye çevrilmesini defalarca yaşadık. Çevrili olmadıkları zannedilen zamanlarda bile bu namluların gölgesi milli iradenin üzerinde duruyordu.”

MİLLETİN KIYAMI

Türk demokrasisi açısından 27 Mayıs 1960’dan 16 Nisan 2017’de gerçekleştirilen anayasa değişikliğinin ardından 24 Haziran 2018’de cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş tarihi arasındaki sürenin tamamı bir ara rejimdir.

** 1961 Anayasası ile inşa edilen vesayet kurumları aracılığıyla, milli iradenin ortakları bulunmuş, milli irade fiilen hep tehdit altında tutulmuştur. Hukuken seçimle işbaşına gelen yönetimlerin meşruiyetinden bahsetmek mümkün olsa da, bu durum şekli bir meşruiyet olmakla kalmış, güç odaklarının, devletin bütün kurumlarının, milletin üzerinde ittifak ettiği bir sosyolojik meşruiyet sağlanamamıştır.

** Meşruiyetini millet iradesinde arayanlarla, meşruiyetini millet iradesinin gaspı üzerine inşa edenlerin kutuplaşmasıdır bu. Belki de, rıza ile zorun kavgası!

** Tesis edilen düzenek, adına “parlamenter sistem” dediğimiz ama aslında parlamenter sistem de olmayan, karma ve ucube sistemden kaynağını alarak varlığını sürdürebilmiştir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile bu düzenek varoluşsal bir kriz içine girmiştir.

** Eski Türkiye’ye duyulan özlem, vesayete, namluların gölgesinde siyasete duyulan özlemdir. Eski Türkiye’ye duyulan özlem, millet iradesinin gasp edilmesine duyulan özlemdir. Eski Türkiye’ye duyulan özlem, 60 yıldır olduğu gibi, her 10 yılda bir 27 Mayıs kazanlarının kaynatılmasına duyulan özlemdir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ise milletin, millet iradesinin kıyamıdır.

Editör: TE Bilisim