Diriliş Postası Kenan Toprak – Analiz

Konferansın ana hakim güçleri Fransa, Almanya, İngiltere ve Portekiz idi. Kıta dışındaki bu ülkeler üç ay boyunca, 5 metre uzunluğundaki bir Afrika haritası etrafında, Afrika’nın coğrafyası, tarihi ve etnik bileşimi hakkında sınırlı bilgiye sahip olarak, kıtanın geniş topraklarını kendi aralarında paylaştı. Bu, büyük ölçekli harita üzerinde boylam ve enlem hatları, nehirler ve sıradağlar ya da haritaya bir cetvel yerleştirilerek düz bir çizgi çekilerek kolonileri ayıran sınırlar belirlendi. Böylelikle, Afrika kıtasında binlerce yıldır yaşayan halklar arasındaki kültürel, dilsel, dini veya politik ilişkiler dikkate alınmadan yapay sınırlar meydana getirildi. Yanlış tasarlanmış sınırların yanı sıra, Avrupalı sömürge güçleri Afrikalılar için sosyal normların, kimliklerin ve sosyal düzenin kaybına neden olan “böl ve yönet”, “doğrudan idare” ve “asimilasyon” politikalarını kullandı.

Yapay sınır tasarımlarının ardından Afrika toplulukları, ekonomik zorluklara ve sosyal rahatsızlıklara neden olan günlük faaliyetlerinde ve göçebe uygulamalarında özgürce hareket edemediler. Afrika topluluklarının yaşam tarzını ve yapısal sistemlerini değiştirmek, geleneksel yaşamlarını, idari yapılarını ve ekonomik refahlarını olumsuz yönde etkiledi. Bu durum kıtadaki toplulukların hareketlerini engelleyerek ve geleneksel yaşamlarından farklı yaşamaya zorlayarak ekonomik fırsatlardan mahrum etti.

SANAYİLEŞME VE RESMİ BÖLÜNME

Berlin Konferansı ile başlayan resmi bölünme, 19. yüzyıl sanayileşme dönemi yanı sıra 19. yüzyılın sonlarında Avrupa ülkeleri arasındaki milliyetçilik rekabeti Afrika’nın sömürgeleştirilmesinde büyük rol oynadı. Rekabet özellikle 19. yüzyılın sonlarında kolonisiz olmak istemeyen Avrupa’nın en güçlü ulus devletleri olan İngiltere, Fransa ve Almanya arasında yaşandı. Bu ülkeler arasındaki rekabet sadece Afrika’ya bugünkü sınırlarını vermekle kalmadı; ayrıca Afrika’yı, açıkça tanımlanmış ve sınırları belirlenmiş Avrupa ulus-devlet kavramına entegre etmeye çalıştı.

Afrika kıtasında birçok etnik grubun birden fazla ülkeye bölünmesinin yanı sıra, yapay sınır tasarımı, organik olmayan ülkeler üreterek ekonomik ve politik az gelişmişliğe yol açtı. Dahası, sömürge sonrası bu yapay sınırlar ve politikalar yerel halk arasında çatışmaları kışkırttı, onları daha da böldü ve sonuç olarak ülkeleri zayıf hale getirdi.

YAPAY VE KEYFİ SINIRLAR

Afrika sınırlarının yapaylığını ve keyfiliğini belirleme konusunda çok sayıda delil bulunmaktadır. Özellikle sahadaki gerçekler, sınırların keyfi ve yapay olarak tasarlandığı konusunda kilit aktörlerin ifadeleri ile doğrulanmaktadır. Örneğin İngiltere’de üç kez başbakanlık görevinde bulunan LordSalisbury, bölge hakkında yetersiz bilgiye sahip olduklarını, sınırların keyfi ve yapay bir şekilde çizildiğini şu cümlelerle itiraf ediyor: hiçbir beyaz adamın ayaklarının basmadığı ve tam olarak nerede olduğunu asla bilmediğimiz dağları, nehirleri ve gölleri haritaların üzerinde çizgilerle belirterek birbirimize dağıtıyoruz.” Bu ifade, sömürge güçlerinin arazi ve yerel topluluklar hakkında bilgi sahibi olmadan Afrika sınırlarının nasıl tasarlandığı konusunu net bir şekilde ifade etmektedir.

AFRİKA KAYNAKLARINI TALEP ETME SAPLANTILARI

Aynı şekilde, Nijerya’nın Kamerun ile doğu sınırıyla ilgili olarak, bir İngiliz Sömürge subayı, sınırların çizilmesinde kullanılan yöntemi şu şekilde itiraf ediyor: “O günlerde, sadece mavi bir kalem ve bir cetvel aldık ve onu Eski Calabar’a indirdik ve o mavi çizgiyi Yola’ya çektik […] Çizilen sınırların keyfiliğinin açık bir göstergesi, Afrika sınırlarının yüzde 44’ünün paralel ve meridyen şeklinde olması ve yüzde 30’unun doğrusal veya eğri çizgileri takip etmesi yüzde ve 26’sının topografik özellikte olması kıtadaki etnik ve dilsel grupların neredeyse hiç dikkate alınmadığı ve bu nedenle sınırların keyfi olarak çizildiğini net bir şekilde açıklamaktadır. Afrika sınırlarının yapaylığı ve keyfiliği aynı zamanda bölgedeki emperyal güçler arasındaki rekabetin ürünü ve yansımasıdır.

Ayrıca sömürgeci ülkelerin sınırları belirlemede rekabet ettikleri Afrika kaynaklarını talep etme saplantıları da vardı. Burada sömürgeci ülkeler için öncelikli ilke, Afrika halklarının çıkarlarını göz ardı ederek emperyal çıkarların artırılmasıydı. Daha sık olarak emperyal güçler bir kaynaktan diğerine, ticaretin ve pazarların kontrolü veya ticaret yollarına ve nehir taşıma sistemlerine erişimle ilgileniyorlardı.

Sömürge devletleri ve bu rekabetten doğan sınırlar, büyük ölçüde bir emperyal gücün rakibini nasıl alt ettiğine bağlıydı. Örneğin, Çad Gölü çevresindeki sınırlar, üç baskın emperyal olan güç Almanlar, Fransızlar ve İngilizler arasındaki rekabeti ve entrikalarını yansıtacak şekilde çizildi. Benzer şekilde, Nijerya ve Benin arasındaki sınır, İngiliz ve Fransızların, özellikle Benin’in Nikki bölgesi yakınlarındaki Nijer viraj bölgesinin kontrolü üzerindeki çıkarlarını ve rekabetlerini yansıtıyordu. Başka bir rekabet örneğinde, Kenya-Tanzanya-Uganda-Ruanda sınırları kısmen İngilizlerin Nil’in kaynağını kontrol etme saplantısını ve günümüz Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin (DRC) doğu kesimindeki maden zenginliğine erişim sağlamak için sömürge entrikalarını yansıtıyordu.

En ilginç örneklerden biri, sömürgeci Almanya’nın dışişleri bakanı Kont vonCaprivi tarafından Almanya’nın stratejik gereksinimleri için ortaya atılan Namibya sınırlarının tuhaf şeklidir. Bir geminin konuşlandırılması için Namibya sınırının Zambezi Nehri’ne erişimi olması gerektiğinde ısrar ederek çok farklı bir sınır şeklinin ortaya çıkmasına neden oldu.

HALKLAR BÖLÜNDÜ, SİYASİ VE SOSYAL SİSTEMLER AYRILDI

Afrika kıtasında sömürge güçleri tarafından çizilen keyfi ve yapay sınırlar, emperyal güçlerin stratejik ve ekonomik çıkarlarını yansıtırken, Afrikalılar için ekonomik olarak hiçbir anlam ifade etmiyordu. Çünkü çizilen kolonyal sınırlar ile Afrikalıların iletişim ve ticaret yollarında kesintiler meydana geldi. Örneğin,18. yüzyılın sonlarında emperyal Avrupa güçleri tarafından alınan kararlar ve kabul edilen sınırlar 14 Afrika ülkesinin karayla çevrili olmasına neden oldu.

Hemen hemen tüm Afrika’da emperyal Avrupa güçleri tarafından gerçekleştirilen yapay ve keyfi sınırların sonucu, halkların bölünmesi, siyasi ve sosyal sistemlerin ayrılması ve sonunda daha fazla kültürel alanların parçalanmasına yol açtı. Yapay sınırlarla birlikte dini toplulukların asırlık koruları ve ibadet yerleri dahil olmak üzere hayvancılıkla uğraşan göçebe toplulukların su kaynakları bir devlette, meralar ise başka bir devlette kaldı.

HALKLARI BÖLEN SINIRLAR

Sömürge sınırları mevcut siyasi ve sosyal yapıları birbirinden ayırdığı için, birçok topluluğun kendilerini farklı devletler arasında bölünmüş bulmasına neden oldu. Sömürgeci Avrupalı güçler, 1900-1930 yılları arasında sınır komisyonları aracılığıyla bölgelerin kartografik incelemelerini tamamladılar, bu da kolonilerin tam kontrolüne izin verdi. Bununla birlikte, bunlar yalnızca arazi kontrolüne odaklandı ve bölünmenin etnik gruplar üzerindeki etkilerini göz ardı etti. Yapay sınırlar, birbiriyle yakından ilişkili birçok etnik grubu farklı kolonyal bölgelere ayırdı.

Örneğin Afrika Boynuzu’nda Somalilileri Fransız Somaliland’ı, İngiliz Somali’si, İtalyan Somali’si, Etiyopya Somali’si ve Kenya’nın kuzeyindeki Somali bölgesine ayırdılar. Bu tür sömürge sınırlarının, ortak bir kültürü, benzer bir yaşam tarzını ve aynı dini paylaşan, ancak Etiyopya, Cibuti ve Kenya’nın ayrı vatandaşları olarak yaşayan Somalili insanlar üzerinde büyük etkiler meydana getirdi. Benzer şekilde, Etiyopya’nın Afar halkı Etiyopya, Eritre ve Cibuti arasında, Masailer Kenya ve Tanzanya arasında, Anyiler Gana ve Fildişi Sahili arasında Chevalar Mozambik, Malavi ve Zimbabve arasında bölündü. Böylelikle sömürgeci güçlerin çizdiği sınırlar, köklü iletişim hatlarını böldü. Geleneğe dayalı bir topluluk duygusu, genellikle çok güçlü akrabalık bağları, paylaşılan sosyo-politik kurumlar ve ekonomik kaynaklar, ortak gelenekler ve uygulamalar çizilen yapay sınırlarla ortadan kaldırıldı.

Afrika kıtasındaki ülkelerin sınırlarının keyfi olarak çizilmesi sömürge sonrası çatışmaların temel nedeni olarak ortaya çıktı. Avrupa’nın gelişigüzel sömürge sonrası sınırları Afrikalıları, miraslarını temsil etmeyen ülkelere yığılmış halde bıraktı.

Afrikalıları dikkate alınmadan çizilen sınırlar 19. ve 20. yüzyılda Avrupalılar’ın işaretlediği çizgilerden başka bir şey değildir. Dışarıdan çizilmiş bu çizgilerle meydana getirilen ulusal sınırlar kıtada etnik, dil ve dini bölünmeleri yansıtacak şekilde değiştirildi.

Afrika sınırlarının hatalı tasarımı ve bu tasarımların siyasi araçlar olarak kullanılması, yanı sıra etnik grupların bölünmesi Afrika devletlerinde istikrarsızlığı ve az gelişmişliği artırdı. Ekonomik, sosyal ve politik gelişme eksikliği,  yaygın yoksulluk, altyapı eksikliği, sınırlı eğitim ve sınır ötesi gruplar arası çatışmalar dahil olmak üzere kıtayı dizi insan güvenliği sorununa maruz bıraktı.

GÜÇ VE TOPRAK PAYLAŞIMI

Sömürgeci güçler Afrika kıtasının paylaşımında olabildiğince çok toprak elde etmeye çalıştı. Sömürgeci güçlerin gerçekte kolonileştirdiği toprak miktarı büyük ölçüde Avrupa’daki gücüne bağlıydı. Güçlü Avrupa ülkeleri arasında yer alan  İngiltere,  Fransa, Almanya ve İtalya, sonuçta Afrika’da İspanya ve Portekiz gibi daha zayıf ülkelere göre daha fazla toprağı kontrol etti. Avrupalı sömürgeciler, yerli halkların geleneksel sınırlarını dikkate almadan kendi bölgesel iddialarına göre sınırlar çizdiler. Böylelikle sömürgeci güçler tarafından keyfi ve yapay olarak çizilen sınırların bir sonucu olarak, Afrika haritası, sabit kolonyal devletlere dönüştü. Bazı durumlarda, bu yeni bölgesel sınırlar, etnik grupları farklı kolonyal güçler arasında böldü. Diğer durumlarda, birbirlerine düşmanlık geçmişi olan grupları bir kolonide bir araya getirdiler.

Sömürgeci Avrupa Devletleri coğrafyaya göre veya bazen sadece harita üzerine bir çizgi çekerek sınırları belirledi. Doğal özellikler, özellikle nehirler ve göller, genellikle Avrupa kolonilerinin sınırları haline geldi. Bu tür çizgiler, sömürge güçlerinin durumlarına göre yeniden çizilmeleri dışında, çoğunlukla sabit kaldı. Örneğin, Almanya 1. Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğradıktan sonra Afrika topraklarını kaybetti ve bu topraklar diğer ulusların kolonilerine dahil edildi.

SÖMÜRGE SINIRLARINI KABUL EDEN AFRİKA BİRLİĞİ

Afrika ulusları 1950’lerde bağımsızlıklarını kazanmaya başladı, ancak sömürge sınırları temelde değişmeden kaldı. İlk olarak, 1960’lardan beri Afrika Birliği Örgütü’nün (OAU) genç postkolonyal devletleri sağlamlaştırmada önemli bir rol oynadığı söylenebilir. 1964 yılında Afrika Birliği Örgütü OAU, 16 (1) sayılı kararında yalnızca eski sömürge sınırları üzerindeki egemenliği ve toprak bütünlüğünü tanımakla kalmadı, aynı zamanda mevcut sömürge sınırlarını korumak için mekanizmalar da oluşturdu. İlk başta bazı Afrikalı liderler, ülkeler arasında nispeten açık sınırlara sahip Afrika Birleşik Devletleri kurulması çağrısında bulundu. Ancak bu fikir asla gerçekleşemedi.

1966’ın sonunda 40 ülke bağımsızlık kazandı. O zamanlar birçok kişi sömürge sınırlarının değiştirilmesini teklif ederken, Afrikalı liderlerin bir kısmı ve Avrupalılar bu konuya değinmedi. Çünkü Afrika bağımsızlığının liderleri, ulus inşasının etnik bölünmeleri ortadan kaldıracağına inanıyorlardı. Bağımsızlığın en başından beri Afrikalı liderler, sömürge sınırlarını korumanın tek olasılık olduğunu iddia ettiler.  Afrikalı elitlerin sömürge sınırlarını kabul etmedeki nedenlerinden biri devlet kaynaklarını kullanmak için istikrarlı sınırlar konusunda çıkarlarının olduğu söylenebilir. Avrupalıların temel amacı ise, eski kolonilerle olan özel haklarını ve şirket anlaşmalarını sürdürmekti ve bu nedenle, sınır meselesini açma konusunda isteksiz davrandılar.

ÇATIŞMA SEBEBİ SÖMÜRGE SINIRLARI

Avrupa sömürge sınırları, kıtanın çeşitliliği dikkate alınmadan, temelde keyfi ve Avrupalıların çıkarlarına öncelik verecek şekilde çizildiği için sömürge sonrası çatışmalara etkide bulundu. Sömürgeci sınırlar çoğu zaman sömürge sonrası ulus devletlerin temeli haline geldiğinden, yeni devleti kimin kontrol edeceği konusunda sık sık çatışmalar yaşandı ve bazen şiddetli sonuçlara yol açtı. Çoğu Afrika ülkesi, 1950’ler ve 1960’larda yeni uluslar olarak bağımsızlık kazanırken sömürge öncesi gelişigüzel çizilen sınırları miras aldı. Bu, birçok etnik grubu sınırlar arasında bölünmüş halde bıraktı, çatışmalara ve iç savaşlara yol açtı ve kıtayı bugün bile düzinelerce ayrılıkçı hareketle baş başa bıraktı. Örneğin, Somali, Somali toplumunun İtalyan, İngiliz ve Fransız Somaliland’ı ile Kuzey Kenya ve Doğu’da bölünmesine itiraz etti. Etiyopya ve Somali’nin bağımsızlık ilanından kısa bir süre sonra, Mogadişu hükümeti Somalilileri birleştirmeyi hedeflerken, Etiyopya ve Kenya ile yıkıcı savaşlar başladı. Fas, o dönemde bir İspanyol kolonisi olan Batı Sahra ile sınırları kabul etmedi.  Cezayir ve Fas arasındaki sınır anlaşmazlığı 1963’te Kum Savaşı olarak adlandırılan savaşa ve bu ülkeler arasında devam eden gerginliklere neden oldu.  Gana ve Togo’dan Ewe halkını bölen sınırlarıyla ilgili daha küçük anlaşmazlıklar ve itirazların meydana gelmesi dahil olmak üzere kıtada sınır anlaşmazlığından kaynaklı birçok sorun ortaya çıktı.Sömürgecilik ve yapay sınırların sınır toplulukları üzerindeki etkilerine rağmen, Afrikalı siyasi liderler bu sorunları hafifletmemiş, daha çok siyasi araçlar olarak kullanmışlardır.

Bugün, Afrika’nın birçok ülkesini ayıran ve tanımlayan sınırlar hala büyük ölçüde Avrupalılar tarafından çizilen çizgilere dayanmaktadır. Ulusal sınırlar genellikle etnik grupların üyelerini böldüğünden tarihi düşmanları birlikte yaşamaya zorladı. Bu tür alanlarda, insanların devlete bağlılığı genellikle aşiret ve etnik bağlılıklarla sorgulandığından, siyasi huzursuzluk yaygın hale geldi.

ÜÇTE BİRİ ANAVATANLARINDANAYRI KALDI!

Sonuç olarak 1960’larda bağımsızlık dalgasına göğüs geren sınır tasarımının oldukça uzun vadeli sosyal, ekonomik ve politik sonuçları oldu. Birincisi, Afrika etnik kökenlerinin yaklaşık üçte biri atalarının anavatanları olan topraklardan ayrı kaldılar. Ortaya çıkan etnik bölünme, etnik temelli ayrımcılığı teşvik etti, bu durum ülkelerin komşularını istikrarsızlaştırmalarına neden olarak iç çatışmalara etkide bulundu. İkincisi, Afrika’da, dünyanın geri kalanıyla daha az ticaret yapma eğiliminde olan ve komşu siyasi açıdan istikrarsız ülkelerdeki gelişmelerden kolayca etkilenen, denize kıyısı olmayan ülkelerin en büyük payına sahip oldu. Üçüncüsü, yapay sınırlar, devlet kapasitesi oluşturma kabiliyetini sınırlayan, oldukça heterojen coğrafya ve etnik olarak parçalanmış nüfuslarla karakterize edilen birkaç büyük ülke ile sonuçlandı.

Editör: TE Bilisim