Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) 15 Temmuz darbe girişimi gecesi Sabiha Gökçen Havalimanının ele geçirilmesi teşebbüsüne ilişkin hazırlanan iddianamede, örgütün 12 Eylül askeri ve 28 Şubat 1997 postmodern darbelerinden zarar görmeyip, daha da güçlenerek devlet yapısını ele geçirdiği ve siyasete doğrudan müdahale edecek korkunç bir dev haline geldiği belirtildi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosunca hazırlanan ve gönderildiği İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen 189 sayfalık iddianamede, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması’nın (FETÖ/PDY) dilinde, askeri harp okulları, GATA, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), polis kolejleri, Adalet Akademisi, yargı kurumları, Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), TİB, ÖSYM, TÜBİTAK gibi kuruluşlara “özel kurumlar” denildiği belirtilerek, silah bulunduran TSK, emniyet ve MİT’in “özel mahrem yerler” olarak adlandırıldığı kaydedildi.

Takiyeye ‘tedbir’ denildi

İddianamede, “Fetullah Gülen, soruşturma ve tatbikata uğramamak ve zarar görmemek için kendince bir görüş geliştirerek, yalan söylemeyi, inandığı ve olduğundan farklı görünmeyi, yaptığı bir işi başkasına yüklemeyi, dini emir ve yasaklarla kendini bağlı saymamayı, hukuku dolanmayı, ahlaki kural kabul etmemeyi çevresine öğreterek adına tedbir (takiye) demiştir” ifadesi kullanılarak, örgütün işlediği her günah veya kusurun, ayıbın, suçun kılıfına “tedbir” denildiği dile getirildi.

Örgüt bünyesinde namaz kılmamak, oruç tutmamak, top sakal bırakmak, küpe takmak, tesettür giyinmemek, dini bir gruptan olduğu imajını verecek her türlü hareket ve davranıştan uzak durmak, kendini milliyetçi, sosyal demokrat gibi göstermek, eğer sıkışılmışsa diğer dindar kişileri ‘Fetullahçı’ diyerek ihbar edip ceza almalarını sağlamak, hem Fetullahçı olduğunu gizlemek hem de itimat sağlamanın hep “tedbir” adıyla meşrulaştırıldığı aktarılan iddianamede, şu ifadeler yer aldı:

“Örgütün ortaya çıktığı 1970’li yıllardan günümüze, ülkemizin siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlarından kaynaklı olarak zaman zaman kaos ortamları içerisinde olması, örgüt açısından bulunmaz nimet olmuş, düşük veya orta gelirli bir aileye mensup birisinin, ailesinin kendisine sunamayacağı, yapamayacağı veya yerine getirmekte zorlanacağı her türlü imkanların hedef için seferber edilmesi, ‘ikram’ yönetimini muazzam ölçüde etkili hale getirmiştir.”

“Birçok kişinin intiharına neden oldular”

Örgütün devlet kadrolarında etkin hale geldiği dönemdeki uygulamalarıyla, kişilere karşı kamu gücünü hukuk dışında örgütsel amaçlar için cebren uyguladığı, devlet kurumlarını birbirine düşman hale getirdiği ve “örgüt üyesi olan-olmayan” ayrımına gittiği dile getirilen iddianamede, “Bu cebir ve şiddet sonucu birçok kişinin ölümüne, sakat kalmasına, hastalanmasına ve intiharına neden olmuştur. Birçok kişi örgüt mensuplarının sızmış olduğu emniyet ve yargı gücünün tehdidi ve baskısı altına alınmış, kişi güvenliği ortadan kaldırılmıştır. Devlet ve millete hizmet veya kamu yararı için kullanılması gereken kamu gücünün bir örgütün emrine tahsis edilmesi, devlet ve millete yönelik cebir ve şiddettir.” ifadesi kullanıldı.

“Nihai hedefe yönelik eylemlerin sonuncusu: 15 Temmuz”

İddianamede, “FETÖ/PDY, benimsemiş olduğu yöntem gereği insanların hayır yapma, yardım etme gibi dini duygularını kullanan, esasen tamamen siyasi kaygılarla ve hatta başka ülkelerin menfaatleri doğrultusunda, sözde ‘hizmet hareketi’ maskesi altında faaliyet gösteren bir suç örgütüdür. Örgüte yönelik tüm çalışmalar birlikte değerlendirildiğinde, kendisini farklı şekilde adlandıran bu yapının, aslında bir terör yapılanması olduğu açıkça anlaşılmış ve FETÖ/PDY ismiyle anılmaya başlanmıştır.” değerlendirmesi yapıldı.

Eski ve yeni yapılan soruşturmalar, kabul edilen iddianameler ve açık kaynak tespitlerinin, FETÖ/PDY’nin Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde, devlete paralel bir yapı oluşturmayı amaçladığını, bunu da kısmen başardığını gösterdiği kaydedilen iddianamede, şu ifadeler kullanıldı:

“FETÖ/PDY’nin son dönemlerdeki faaliyetleri incelendiğinde, örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmek olan nihai hedefine ulaşabilecek gücü elde ettiğine inandığı, bu öz güvenle nihai hedefe ulaşmaya yönelik eylemlerini arttırdığı, nihai hedefe ulaşmak için başlatılan son sürecin, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, İzmir Askeri Casusluk, Tahşiye, Selam Tevhid, MİT, MİT tırları ve 17-25 Aralık gibi sahte, hukuka aykırı delillere dayanan kurgu soruşturmalarla başlatıldığı, devletin kurumlarına sızan ve hiçbir hukuki, insani ve ahlaki kaygısı bulunmayan militanlar aracılığıyla gerçekleştirilen bu eylemlere 7 Şubat 2012 tarihinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması ile hız verildiği, örgütün önemli finans yapı taşlarından birisi olan dershanelerin kapatılması kararının alınması, örgüte yönelik soruşturmaların başlatılması, örgütün özellikle TSK içerisindeki yapılanmasının gün yüzüne çıkması üzerine örgüt lideri ve mensuplarının paniğe kapıldığı, birkaç başarısız denemeden sonra tasfiye edileceği kaygısına kapılan suç örgütünün son bir atakta bulunarak 15 Temmuz 2016 tarihli darbe kalkışmasını hayata geçirdiği görülmektedir.”

“Çok sayıda soruşturma açılması gerekçesi: Örgütle etkin mücadele”

İddianamede, FETÖ/PDY’nin faaliyetleriyle ilgili olarak yurdun dört bir yanında çok sayıda soruşturma başlatıldığı hatırlatılarak, “Bilinmelidir ki, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile gerçek anlamda mücadele edilebilmesi, devletin tüm kurumlarına sızan örgüt üyelerinin deşifre edilerek tüm bürokratik kadrolardan tasfiye edilebilmesi ancak etkin soruşturmalarla mümkün olabilecektir. Aksi halde örgütle ilgili soruşturmalar kadük kalacak, yapılacak bütün soruşturmalara ve yargılamalara rağmen, devletin tüm kurumlarına sızan örgüt üyelerinin tamamen tasfiyesi mümkün olamayacaktır.” ifadesi kullanıldı.

FETÖ’yu kuran Fetullah Gülen’in kimliği ve öz geçmişinin anlatıldığı iddianamede, Gülen’in istihbarat örgütleriyle irtibatlı olduğu ve bilgiler aldığı belirtilerek, 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar istihbarat kurumlarınca takibi yapılan Gülen ve örgütünün, darbe sonrasında hiçbir adli soruşturma ve takibata uğramadığı ve örgüt hakkında o güne kadar tutulan her türlü arşivleme çalışmasının durdurulduğu dile getirildi.

Gülen hakkında yakalama kararı çıkarılmasına rağmen altı yıl boyunca bu emrin infaz edilmediği ve şüphelinin askeri mekanlar dahil olmak üzere her yerde serbestçe dolaştığına da değinilen iddianamede, altı yıl sonra yakalanan Gülen’in aynı gün bazı bürokratların devreye girmesi üzerine serbest bırakıldığı bilgisi verildi.

“Siyasi yönden cemaatin oy potansiyeli fazla olduğuna inanıldığı için siyasiler kendisini (Fetullah Gülen) muhatap almış ve bunu fırsat bilerek siyaset alanına zaman zaman yön verip etkili olmuştur.” denilen iddianamede, Gülen’in siyasetle ilişkisi hakkında örneklere de yer verildi.

“Dönemin Refahyol hükümetinde Başbakan Necmettin Erbakan ve kabinesine ‘Beceremediniz, artık bırakıp gidin’ çağrısı yaparak haddini aşan Gülen’in siyasete sözde ılımlı şekilde müdahil olduğu” aktarılan iddianamede, Gülen’in 28 Şubat döneminde paniğe kapıldığı, uzun süre kaldığı ABD’de hükümet ve CIA yetkilileri ile görüştüğü, 21 Mart 1999’da sağlık problemlerini bahane ederek gittiği ABD’den bir daha geri dönmediği, halen de 1857 Mount Eaton Rd. Pensilvania Saylandrsburg adresinde yaşadığı ve örgütünü bu ülkeden komuta etmeyi sürdürdüğü aktarıldı.

Darbe zamanında Gülen

Fetullah Gülen’in 12 Eylül askeri darbesi öncesi hazırlanan “gözaltına alınacak şahıslar listesi”nde bulunduğu ve darbe sonrasında hakkında arama kaydı çıkarıldığı bilgisi verilen iddianamede, şüphelinin çeşitli sağlık raporları sunmak suretiyle vaizlik görevine devam etmediği, 20 Mart 1981’de bu görevinden istifa ettiği, hakkında sıkıyönetim komutanlığının koymuş olduğu arama kaydına rağmen altı 6 yıl boyunca yakalanmadığı ve 12 Ocak 1986’da Burdur’da yakalanması sonrasında ise bazı yetkililerin araya girmesiyle 13 Ocak 1986’da serbest bırakıldığı da hatırlatıldı.

“Bir din adamının tersine, içinde bulunduğu güç dengesine ve şartlara göre tutum ve davranışlarını değiştiren Fetullah Gülen, hakkında arama kaydı konulmasına rağmen, 12 Eylül askeri darbesinin hemen öncesinde, yapılan askeri darbelere desteğini vurgulamıştır.” denilen iddianamede, kendisine bağlı Sızıntı dergisinin Haziran 1979 tarihli sayısındaki “Asker” başlıklı başyazısından bölümler sunuldu.

“Anadolu’yu adım adım gezerek darbenin faziletlerini anlattı”

Darbe sonrasında yine Sızıntı dergisinin Ekim 1980 tarihli sayısında kaleme aldığı “Son Karakol” başlıklı yazısında Gülen’in, “Ümidimizin tükendiği yerde hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.” ifadesini kullandığına değinilen iddianamede, o günden sonra cuntacı Kenan Evren’in elinde Kuran’la kent kent gezip ayetler okurken, Fetullah Gülen’in de Anadolu’yu adım adım gezerek, darbenin, NATO’nun, ABD’nin, ‘ululemre itaat’in faziletlerini anlattığı belirtildi.

İddianamede, Gülen’in darbe dönemindeki faaliyetleriyle ilgili şu bilgilere yer verildi:

“Fetullah Gülen, 80’li yıllardaki ‘fiili’ mesai arkadaşı Kenan Evren’i yıllar sonra ‘cennetlik’ ilan etmiş, 31 Ocak 2005’te Milliyet’e verdiği demeçte, ‘Evren Paşa, seçmeli din derslerini mecburi yapmakla yararlı bir iş yapmıştır. Gençlerin çoğu onun bu icraatı vesilesiyle din eğitiminden nasiplerini almışlardır. Bu iş kanaatimce öyle büyüktür ki doğrusunu Allah bilir, hiçbir sevabı olmasa bile bu icraatı ona yetebilir, ahirette kurtuluşuna vesile olabilir, cennete de gidebilir.’ demiştir.

Gülen, o dönemde de mevcut siyasi iktidarla iyi ilişkiler geliştirerek rakibi olarak gördüğü dini cemaatleri bastırıp onlardan doğan boşluğu doldurmuş, gelişip büyümek, ‘altın nesil’ olarak vurguladığı mensuplarının devleti ele geçirip paralel bir devlet mekanizması oluşturmaları için uygun bir ortam yaratmıştır. Menfaatine uymadığı, kendisine rakip olarak gördüğü zamanlarda ise başta kendisine bağlı medya organları ve devlet içerisine yerleştirdiği mensupları olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlarıyla, iktidarla TSK’yı, TSK ile halkı ya da halk ile iktidarı karşı karşıya getirmeye matuf her türlü faaliyeti desteklemiş ya da bizzat organize etmiştir.”

“Şiddeti maskelemek için din olgusunu kullandılar”

İddianamede, Fetullah Gülen’in zaman zaman “Yolları gözlenen bir nesil, Işık Süvarileri, Kur’an Nesli, Hak Aşığı, Fecir (Tan) Süvarileri” dediği “Altın Nesil”in, onun “ışık evleri” olarak adlandırdığı evlerde yetiştirildiği ve bugünkü halleriyle birer örgüt mensubu haline getirildiği kaydedilerek, “FETÖ/PDY mensupları 1980’li yıllardan sonra tüm kamu kuruluşlarına yerleşmekle kalmamışlar, kendi sermayelerini ve finansal güçlerini oluşturmuşlar, kendi iş adamlarını yaratmışlardır. Örgüt, uyguladığı cebir ve şiddeti maskelemek için din olgusunu kullanmış, dine hizmet ettiğini öne sürerek toplumda meşruluk kazanmayı amaçlamıştır.” değerlendirmesinde bulunuldu.

Yoğun bir propagandayla kitlelerin Fetullah Gülen’in mürşit bir din adamı ve eğitimci olduğuna, zararsızlığına, hayır işleri, insan yetiştirme, dinler arası hoşgörü, barış ve diyalog oluşturma amaçladığına inandırıldığı anlatılan iddianamede, “Türkiye, yurt dışında binlerce okul açan, eğitim veren bir dini grup sanarak bu örgüte itimat etmiştir. Bu nedenle örgüt hızla her alanda kitlesel şekilde kadrolaşıp yerleşerek sistemin bir parçası olmayı aşarak yöneticisi haline gelmiştir. Hatta devlet sistemi kimi alanlarda bu örgüt üyeleri olmadan işlemez gibi gösterilmiştir. Başbakana, bakanlara sözde suikastlar ve askeri darbeler önlenmiş, terör örgütleri ve suç örgütleriyle mücadele edilmiş, sistemin örgüt üyeleri tarafından idame ettirildiği havası verilmiştir.” denildi.

Darbelerden etkilenmemek ve sempati kazanmak adına her askeri müdahale öncesi ve sonrası ordu lehine sürekli açıklamalar yapan Gülen’in, özellikle Genelkurmay başkanları ve TSK hakkında övücü sözler sarf etmeye özen gösterdiği, bu sayede suç örgütünün ülkede gerçekleşen hiçbir ihtilalden olumsuz etkilenmediği, tersine her askeri darbeden sonra daha da büyüyerek güçlendiği vurgulanan iddianamede, küresel güçlerle ilişkisi bariz olan Gülen’in, “İnanmış bir insanın Batı karşısında, Batı’yla entegrasyon karşısında, Amerika ile entegrasyon karşısında olması düşünülemez.” ifadesiyle bunu meşrulaştırdığı aktarıldı.

Cemaatin, korkunç bir deve dönüşmesi ve terörizme yönelen üçüncü aşamasının, 28 Şubat 1997 postmodem darbe vakasından sonraki süreç olduğu bilgisi verilen iddianamede, “Bu evrede Fetullah Gülen yurt dışına kaçmış, cemaatin söylemi değişmiş, evrensel, küresel ifadeler kullanılmaya başlanmıştır. ABD’ye giden Gülen, Türkiye’deki milliyetçi, devletçi retorik yerine, dinler arası diyalog, vatan kavramı yerine birtakım dini sembollerle ifade edilen seyyar vatan ve insan haklan kavramı etrafında küreselleşme konseptine uygun yeni bir söylem geliştirmiştir. ABD merkezli çeşitli lobiler ve neoconların hassasiyetini dikkate alan bir ‘İslam’ arayışına girmiştir. Türkiye’de ise cemaat, kamu kurumlarında kitlesel kadrolaşmasını tamamlamış, birer birer devlet kuruluşları, idareleri ve stratejik kurumları ele geçirip haricen yönetmeye başlamıştır.” ifadesi kullanıldı.

Aristokratik zümre eliyle siyasal gücü yönetme hedefi

“FETÖ’ye üyelik için dindar veya inançlı olmak şartı aramadığı gibi Müslüman olmak da gerekli değildir.” denilen iddianamede, şunlar kaydedildi:

“Bu örgüte göre eğer kişi himmetini veriyorsa işlediği suçun veya günahın bir önemi yoktur. Meşru olmayan yollardan elde edilen kazançtan örgüte istenen pay verilmişse, işlenen günahın suçun üzeri örgüt tarafından organize olarak örtülmektedir. Sonuç itibarıyla Fetullah Gülen’in öğrenilmesini istemediği ve açıkça dile getirmek yerine gerçeğin bütününü parçalara ayırıp dolaylı olarak ifade ettiği hayalindeki ideal siyasi düzen; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm anayasal kurumlarının, yasama, yürütme, yargı erklerini ele geçirmek ve bu süreç tamamlandıktan sonra devleti, toplumu ve fertleri FETÖ’nün ideolojisi doğrultusunda yeniden dizayn ederek oligarşik (aristokratik) özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasal gücü yönetmektir.”

Ceza istemi

İddianamede, 1 yüzbaşı, 3 üsteğmen, 5 astsubay, 20 uzman çavuş ve 34 er olmak üzere 63 asker hakkında, “Anayasal düzeni bozmaya teşebbüs etmek”, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin görevini yapmasını engellemeye ve ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek”, “TBMM’yi ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek” ve “Silahlı terör örgütüne üye olmak ya da üye olmaksızın yardım etmek” suçlarından 3’er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 5 yıldan 10 yıla kadar hapis cezası talep ediliyor.

Editör: TE Bilisim