Açık verildikçe, devlet içindeki devlet yeni hikaye yazdı ve hep Uğur Mumcu cinayetinin gerçeklerinin üstü örtülmeye çalışıldı.

Murat Akan

Dizi yazısının son bölümünde Uğur Mumcu cinayetindeki manipülasyonları, olayın üstünü örtme gayretleri üzerine emniyet ve yargıdaki FETÖ bağlantılarını irdeleyeceğiz. Bir yandan soruşturmada bir arpa boyu yol alınamazken, bir yandan da soruşturmanın seyrini değiştirmek için ilginç gelişmeler yaşanıyordu. Mesela Devlet Güvenlik Mahkemesi, suikasttan tam altı yıl sonra “Mumcu’nun öldürülmesine iştirak ettiği ve bu amaçla oluşturulan çetenin üyesi olduğu” gerekçesiyle Kasım 1998’de yakalanan ve “çete üyesi” olduğu iddia edilen Abdullah Ergun Çetin hakkında idam istemiyle dava açtı. Fakat burada da bir ‘gariplik’ vardı. Çetin, daha önce bizzat mahkemeye giderek, Uğur Mumcu’yu öldürdüğünü söyleyip kendini ihbar etmişti! DGM, Çetin’in söylediklerini ne kadar ciddiye aldı bilinmez; ama Susurluk Komisyonu’na da ifade veren Abdullah Ergun Çetin, yalan söylediği gerekçesiyle komisyondan kovulacaktı.

KUMPASI ÇÖKERTEN DÜĞÜN KASETİ

Çetin’i gözaltına alıp sorgulayan Ankara Emniyet Müdürlüğü de bu kişiyi “şizofrenik vaka” olarak niteledi ve “Emniyet Makamlarını yanılttığı” kanısına vardı. Emniyet makamlarının “şizofrenik vaka” dediği Çetin’i, cinayeti üstlenmesi için acaba kimler ikna etmişti? 2000’li yıllara gelince Uğur Mumcu cinayetine ‘yeni failler’ arama operasyonları tekrar başladı. Uğur Mumcu ve diğer faili meçhul cinayetleri aydınlatmak adına başlatılan sözde Umut Operasyonu, aslında ‘irtica algısı’ oluşturmak için kurulmuş büyük bir kumpastı. Bunun en somut örneği, operasyon kapsamında “Uğur Mumcu’nun katilleri olduğu” gerekçesiyle tutuklanan Yusuf Karakuş ve Abdulhamit Çelik’ti.  Yusuf Karakuş, sabıkalı eski bir Ülkücü’ydü. 1980 öncesinde çeşitli olaylara karışmış, 9 yıl cezaevinde kaldıktan sonra yeniden hayata atılmıştı. Karakuş, elini bütün kirli işlerden çekmiş, pazarlarda sattığı çoraplarla ailesini geçindirmeye çalışıyordu.

ÇARŞI – PAZARDA KATİL ARADILAR

Yine İstanbul’da bir pazar yeriydi. Çorap tezgâhını açmış müşteri bekliyordu. Ancak tezgâha ilk gelenler müşteri değil, 6 kar maskeli adamdı. “Yusuf Karakuş sen misin?” diyerek bir anda üzerine çullandılar. Her ne kadar pazar esnafı müdahale etmek istese de, sonuç değişmedi. Karakuş’un apar topar bindirildiği siyah camlı minibüs hızla pazar yerinden uzaklaştı. Karakuş, Umut Operasyonu’ndan tam bir ay önce dağa kaldırılmıştı. Zira onun ‘anlatacakları’ üzerinden büyük bir kumpas kurulacaktı. 34 gün boyunca ağır işkencelere maruz kaldı. Kendisine uzatılan hazır ifade tutanağını imzalamazsa, tüm ailesini öldürmekle tehdit ettiler. Nitekim cinayeti üstlenmesi için dayatılan o ifadeleri kabul etmek zorunda kaldı. Karakuş’u dağa kaldıranlar, işkence ve tehditle onu Uğur Mumcu’nun katili olduğuna ikna etmişlerdi.

SAHTE İSİMLER ORTAYA SAÇILDI

Ancak bu yeterli değildi. Karakuş’tan ‘suç ortaklarının’ isimleri de isteniyordu. İşkenceler öylesine ağırdı ki, Karakuş aklına gelen ilk arkadaşlarının isimlerini sıralamaya başlamıştı. Karakuş’un verdiği isimlerden ilki, en yakın arkadaşı Abdulhamit Çelik’ti. Çelik, ‘radikal’ eğilimli biri olmasına rağmen, eline ne silah almışlığı ne de kimseyi öldürmüşlüğü vardı. Ancak o, şimdi Uğur Mumcu’nun katillerinden biriydi! Yusuf Karakuş, ‘Abdulhamit Çelik’ dışında polise birçok isim daha vermişti: Hasan Kılıç, Mehmet Şahin, Mehmet Ali Tekin, Rüştü Aytufan. İşte 6 Mayıs 2000 yılındaki Hizbullah ve Selam-Tevhid soruşturmaları böyle başlamıştı. Mumcu suikastı ile ilgili olduğu iddia edilen toplam 629 kişi gözaltına alındı. Bunlardan 100’ü aşkın kişi, gördükleri işkencelerin ardından “Uğur Mumcu’yu ben öldürdüm” demek zorunda kaldılar.

SENARYO TUTMADI

Yusuf Karakuş’tan zorla alınan ifadeler, savcı Hamza Keleş tarafından dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’a verildi. Tantan ise bu sahte ifadeleri gerçekmiş gibi kabul edip, derhâl dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e ulaştırdı. Başbakan Ecevit’in keyfine diyecek yoktu. İçişleri Bakanı’nı yanına alarak basının karşısına çıktı: “Uğur Mumcu’nun katilleri elimizde.” Ertesi günkü gazeteler de aynı heyecanı taşıyordu. Kocaman puntolu manşetlerle çıktılar: “Uğur Mumcu’nun katilleri yakalandı. İşin içinde İranlı ajanlar var. Bombayı koyan İranlı, Hedef Tantan’dı.” Ancak sıra Yusuf Karakuş ve Abdulhamit Çelik’e olay yerinde tatbikat yaptırmaya geldiğinde, kumpas yavaş yavaş çökmeye başlayacaktı. Zira her iki sanığın kameralar önünde söylediklerinin hiçbiri, bir diğerini tutmuyordu. Belli ki sanıklar, ezberlettirilenleri ‘işkence ve uykusuzluktan’ unutmuşlardı. Koca bir basın ordusu önünde büyük bir skandal yaşanıyordu.

DÜĞÜN GÜNÜ HESAPTA YOKTU

Milyonlarca izleyicinin gözleri önünde cereyan eden bu ‘canlı’ tatbikat, sanıkların yakınları ve eşleri tarafından da büyük bir heyecanla izleniyordu. Abdülhamit Çelik’in eşi Tuğba Çelik, eşinin televizyonda yayınlanan bu itirafları karşısında adeta şok olmuş, gözlerine inanamamıştı. Zira eşi, kameralar önünde Uğur Mumcu’yu kendisinin öldürdüğünü söylüyordu. Oysa tam Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü gün, Abdulhamit Çelik ile Tuğba Çelik çiftinin İstanbul’da düğünleri vardı. Tuğba Çelik, soluğu Mazlum-Der’de almıştı. Yaptığı basın açıklamasında, Mumcu’nun öldürüldüğü ‘24 Ocak 1993’ tarihinde evlendiklerini söylüyordu. İşkence ve tehditler öylesine ağırdı ki; Abdulhamit Çelik, Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü gün düğününün olduğunu bile unutmuştu. Soruşturmayı yürüten savcı Hamza Keleş, beklemediği bu durum karşısında şok olmuştu. Belli ki tezgâhı kuranlar, düğün gününü hesaba katmamıştı.

İddia makamı ‘çaresiz’ kaldı

Tuğba Çelik’in açıklamalarını reddeden iddia makamları, düğün davetiyesinin sahte olarak tanzim edildiğini ileri sürerek, düğün davetiyesini basan matbaacıyı gözaltına aldı. Ancak kumpasın bu ayağı da çökmekten kurtulamayacaktı. Zira düğün tarihini ispatlayan sadece ‘davetiye’ değildi. Düğün gününün kameraya çekilmiş görüntüleri de vardı. İddia makamı, çaresiz kalmıştı. Eski senaryoda ısrar etmenin hiçbir anlamı kalmadığı düşünülerek değişikliğe gidildi. Mumcu’yu öldürmekten müebbet hapis cezası istenen Yusuf Karakuş ve Abdulhamit Çelik, sanıklar arasından çıkarıldı. Ankara Emniyet Müdürlüğü ile soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Hamza Keleş’in düzenlemiş olduğu tutanaklar, sahte ve gerçek dışıydı. 

Faili meçhuller iki kişiye yıkıldı

Sahte ve gerçek dışı tutanak skandalın bir gün sonra, faili meçhullere, yeni ‘failler’ bulmak amacıyla Türkiye’nin çeşitli yerlerinde ‘yeniden operasyonlar’ başlayacaktı. Bu defa piyango, Ferhan Özmen ve Necdet Yüksel’e vurmuştu. Üstelik sadece Uğur Mumcu cinayeti değil, 1990-1993 yılları arasında işlenmiş ne kadar faili meçhul varsa, hemen hepsi bu iki zanlının üzerine yıkıldı. Özellikle Yüksel, Uğur Mumcu cinayetinden Muammer Aksoy’a, Bahriye Üçok’tan Turan Dursun cinayetine varıncaya kadar hepsini üstlenmek zorunda kaldı. Ferhan Özmen ise 23 Kasım 2000 tarihinde Ankara 2 No’lu DGM’de yapılan duruşmada şöyle diyordu:

“Derin bir senaryonun kurbanı olduğumuzu haykırmak istiyorum. Bizden önce de başkaları da ‘katil’ ilan edilmişti. Onları kimler, neden seçti?”

Ferhan Özmen Uğur Mumcu’yu kim öldürdü? -1Fikriyat Uğur Mumcu’yu kim öldürdü? -2Fikriyat Uğur Mumcu’yu kim öldürdü? -3Fikriyat Uğur Mumcu’yu kim öldürdü? – IVFikriyat

Editör: TE Bilisim