Dr. Orhan Albayrak | Analiz

Fransa’daki katı laikliğin yol açtığı tablonun arka yüzündeki ikinci önemli neden Cezayir sendromudur. Cezayir sendromu, Fransızlar üzerinde çok etki bırakan ve unutamayacakları bir durumdur.

Fransa’da yaşayan Müslümanlara karşı sergilenen tutumun temelini oluşturan en önemli sebeplerden birisi budur dersek yanlış konuşmuş olmayız. Fransa Cezayir’i 1830’da işgal etmiş, 1870’te de Fransa’nın bir vilayeti haline getirmiş ve burada Fransa’da olduğu gibi katı laiklik politikaları uygulamaya başlamıştır. Bu yaklaşım sonucunda Cezayirliler de bu katı laiklik anlayışını “yeni haçlıların bir silahı” olarak algılamışladır. Bu anlayışa bağlı olarak Fransızlar Cezayir’le savaştıkları süre boyunca hep “Cezayir Fransa’dır” sloganını kullanmışlardır. Yüz Yirmi yıl beraber yaşadıkları ve kendi vilayeti olarak gördükleri, ordusuna asker olarak aldıkları ve Fransa’da ihtiyaç duydukları insan gücünü karşıladıkları bir yerin ellerinden gitmesi, üstelik kanlı bir savaşın sonucunda gitmesi Fransızlar’ da ciddi bir hayal kırıklığıyla beraber bir öfke de doğurmuştur. Bu hayal kırıklığı, Fransızlarda sadece Kuzey Afrikalılara değil, aynı zamanda tüm Müslümanlara karşı ırkçı bir zihniyetin oluşmasına sebep olmuştur.

BAŞÖRTÜSÜ “BAĞIMSIZLIK” SEMBOLÜ

Cezayir bağımsızlık savaşının neden başladığı üzerinde de durmak gerekiyor. Cezayir insanının “İslam inancı” üzerine olan hassasiyetinin bir ifadesi olarak başörtüsüne bakışları bunda etkili olmuştur. Diğer bir ifadeyle Fransızların Müslüman kadınlara karşı sergiledikleri tutum bağımsızlık savaşının başlamasının ana sebeplerindendir. Aynı olay Kahramanmaraş’ın Fransızlar tarafından işgalinde de söz konusuydu. Oradaki Sütçü İmam hadisenin benzeri Cezayir’de de vuku bulmuştur. 16 Mayıs 1950’de Cezayir’deki resmi bir geçit töreninde Fransız kadınları Cezayirli kadınların başlarını fiziki olarak açmak isteyip ve başörtülerini başlarından çekerek onları sadece bu hareketle nasıl “medeni hale getirdiklerini” dünyaya göstermeye çalıştılar. İşte bu geçit törenindeki olaylar Cezayir’de bağımsızlık savaşının başlamasına sebep olmuştur. Cezayirliler başörtüsüne yönelik bu uygulamayı kendilerinin varlık sebebi olan inançlarına bir saldırı olarak algılayarak bağımsızlık savaşını başlatmışlardır. Başörtüsü onlar için her şeydi. Cezayir milletinin sembolü, kimliği, bayrağı, varoluş nedeni ve en önemlisi inançları gereği mahremiyetinin kalbi durumundaydı. Sonuçta “Başörtüsü” Cezayir bağımsızlık savaşının sembolü oldu. Burada önemle vurgulamamız gereken nokta Fransızların bu bağımsızlık Savaşına nasıl baktıklarıdır.

ZİHİNLERİNDE ÖCÜ İLAN ETTİLER

Onların savaş boyunca kullandığı sloganlar, “Cezayir’i tesettürden kurtarmak” veya “Cezayir’i medenileştirmek” şeklindedir. Bu durumu Ömer Çaha şu şekilde ifade etmektedir:

“Cezayirliler başörtüsünü bir ulusun kimliği olarak algılarken, Fransızlar başörtüsünü cehaletin, geri kalmışlığın ve koloniliğin sembolü olarak kabul etmiş, bu bakımdan hegemonyasını kadın bedeni üzerinden sürdürmeye çalışmıştır. Fransızlar için kadın bedenini fethetmek, kontrol etmek ve özgürleştirmek onun şahsında bir milleti gerilikten kurtararak medenileştirmek anlamına gelmiştir. Fransızlar bugün için benzer bir duyguya Fransa’daki Müslüman kadın için de sahiptir. Onlar için başörtülü kadın, Fransız devletinin fethedemediği, kontrol edemediği bir alana işaret eder. Kadın bedenine hükmetmek düşüncesi sadece kadının kendisiyle ilgili bir şey değildir. Onun merkezinde kadın değil, dünya görüşleri yer alır. Kadının başını açmak nereden bakılırsa bakılsın bir medeniyete, bir dünya görüşüne, bir değerler sistemine işaret ederken; bir yandan da bir hegemonyaya, iktidarın kendi alanı dışında bırakmak istemediği bir alana işaret eder.”

130 YILLIK ASİMİLASYON

Bir Kuzey Afrika ülkesi olan Cezayir’de süren bu savaş her iki ülkeye ağır bedeller ödetmiştir. İki milyon Fransız askerinin katıldığı bu savaşta, 35 bin Fransız askeri ölmüştür. Fransa adına savaşan askerlerin çoğunda psikolojik problemler oluşmuştur. Fransızlar Cezayir’i işgal ettikleri 1830 yılından beri yaklaşık 130 yıl boyunca asimilasyon politikası uygulamış, kendi anlayışlarına göre “Cezayir’lileri medenileştirmeye” çalışmışlardır. Bu yaklaşımlar da esas aldıkları düşünce “ne kadar Fransızlara benzerseniz o ölçüde medeni olursunuz” anlayışı olmuştur. Tıpkı Cumhuriyet Yıllarında kurucu iradenin Türk Toplumunu Batıya yaklaştırıp medenileştirmek istemesi gibi. Bu asimilasyon ve medenileştirme politikası büyük sorunlar oluşturmuştur. Bu çerçevede birçok Fransız Cezayir’e yerleşmiş, onların Cezayir’de çocukları olmuş, orada doğan büyüyen bir Fransız toplumu oluşmuştur. Bu durumdaki Fransızların Cezayir’den bağımsızlık savaşı sonucunda Cezayir’den sökülüp atılması Fransız toplumunda ciddi travmalara sebep olmuştur.

Cezayirliler açısından bakıldığında ise durum daha acıklıdır. O zamanlar toplam 6 milyon nüfusa sahip Cezayir’linin yaklaşık 2 milyonu yerinden yurdundan olmuş göç etmiştir. Yaklaşık 250 bin Cezayir’li hayatını kaybetmiştir. Bu savaş özellikle Fransızlarla birlikte hareket edip Cezayir’in Fransız kalmasına destek veren Cezayirliler için çok daha dramatik sonuçlara sahip olmuştur. Savaş sonrasında, vatana ihanetle suçlanan bu insanlara karşı büyük bir av başlatılmıştır. Bugün Fransa’da yaşayan Cezayirlilerin önemli bir kısmını bunlar oluşturmaktadır. Bağımsızlıktan sonra Cezayir’de tutunamayan bu insanlar Fransa’ya göç etmek zorunda kalmış ancak burada ik kültür arasındaki sıkışmışlığı derinden yaşamıştır. Cezayir sendromu bu bakımdan sadece Fransızların değil, aynı zamanda Fransa’da yaşayan Cezayirlilerin de hafızasını ciddi biçimde meşgul etmektedir.

Fransızlar Cezayir sendromundan dolayı ihanete uğramışlık duygusu yaşarken, Cezayirliler iki kültür arasında kalmışlığın, herhangi bir kültüre tam anlamıyla ait olamayışın getirdiği bir sorun yaşamaktadırlar.

EZELDEN BERİDİR KORKUYORLAR

Burada De Gaul’un Fransız halkını Cezayir’de bir referanduma ikna etmek için yaptığı konuşma Fransızların özel olarak Cezayir ve Kuzey Afrikalılara, ama genel olarak da Müslümanlara hangi düşünceyle yaklaştığını açıkça ortaya koyan cümlelerini anmakta yarar var. De Gaul o meşhur konuşmada şunları söyler:

“Biz, her şeyden önce beyaz ırktan, Grek ve Latin kültürden ve Hıristiyanlık dininden gelen Avrupalı insanlarız. Ya Müslümanlar? Türbanlarıyla, fesleriyle onları görüyorsunuz! Açıkça görüyorsunuz ki onlar Fransız değildir! Bir şişe içinde sirke ile yağı birbirine katın, şişeyi karıştırın göreceksiniz ki bir dakika sonra yağ ile sirke birbirinden ayrılacaktır. Araplar Arap, Fransızlar Fransız’dır. Fransızların 10 milyon Müslüman’ı hazmedebileceklerini düşünüyor musunuz? Bunların sayısı yarın 20 milyona, öbür gün 40 milyona kadar çıkacaktır. Benim köyüm artık kilisesiyle anılan Colombey olmaktan çıkacak, camisiyle anılan bir Colombey olacaktır!”

FRANSA’DA MEDENİYETLER ÇATIŞMASI YAŞANIYOR

Sonuç olarak, Ömer Çaha’nın önemli Fransız Aydınları ile yaptığı söyleşiler de ve gözlemlerde vardığı sonucu buraya almakta fayda vardır. Zira işin özeti şudur:

“Fransız laikçilerinin hasım gücü Fransa’da bugün için İslâm ve Müslümanlar olmaya başlamıştır. Laik cephe bu kez laisizmi İslâm karşıtlığı üzerinde konumlandırmaya ve buradan hareketle saldırı pozisyonuna geçmeye çalışmaktadır. Cumhuriyetçi laikler, Müslümanların kamusal alandaki taleplerini (cami, helâl gıda, kadın erkek ayrı havuzlarda yüzme, İslam’a uygun mezarlıklar, başörtüsüyle eğitim ve çalışma hakkı vs.) laik değerler üzerine bina edilen yurttaşlık dinine karşı büyük bir taarruz olarak algılamakta ve deyim yerindeyse devleti kullanarak bu talepleri geri püskürtmeye çalışmaktadırlar. Fransız toplumunda Müslümanlara karşı yaygınlaşarak gelişen önyargıların, husumetlerin, düşmanlıkların ve bunlardan beslenen milliyetçiliğin laikçi cephenin işini kolaylaştırdığını unutmamak gerekir. Fransa’da değişik kesim ve aydınlarla yaptığımız söyleşilerde çoğunun işaret ettiği husus, “medeniyetler çatışmasının” Fransa’nın içinde yaşanmakta olduğu gerçeği olmuştur. Bu çatışma bundan sonraki yıllarda şiddetlenerek artma potansiyeline sâhiptir.”

Editör: TE Bilisim