Sızıntı bir tartışma yürüyor. Eskisi gibi paldır küldür gelmiyorlar, kurnazca bir taktikle sızarak sokuluyorlar. Neymiş; kışlalarda hiçbir zaman başörtüsü yasağı olmamışmış, kimsenin namazına orucuna karılmamışlarmış. Koca bir milletin hafızasıyla alay eder gibi, bütün o derin acılarla dalga geçer gibi, hiç utanmadan, sıkılmadan bu yalanı çok matah laf eder gibi savuruyorlar kontrolsüz ağızlarından. Fenomen dedikleri tipler başladı önce bu lakırdıya, sonra gazeteciler dokundurdular, sonunda Tümgeneral Ahmet Yavuz da söyledi aynısını ve benim sabrım taştı.

Emekli General Yavuz, bir gazetecinin bu meyanda mesajına katkı olsun diye cevaben diyor ki: “Kışlalarda başörtüsüne karşı hiçbir kısıtlama olmadı. Türbana karşı olduğu zamanlar oldu. Kimsenin namazına, orucuna asla karışılmadı. Atılanların da hemen hepsi ya tarikat ya da cemaat üyesiydi. Ülke, abartıya teslim oldu.”

Birincisi yalan söylüyor. Göz göre göre binlerce psikolojik, fiziksel işkence vakasını, horlanmayı, aşağılanmayı, hakir görülmeyi, düşman ilan edilmeyi kendi vatanında parya durumuna düşürülmeyi bir çırpıda yok sayabileceğimizi zannedecek kadar kibirliler hâlâ. Çünkü onlar yok diyorsa yoktur, canına yandığım asrında onlar sahip ya, üstünler ya…

İkincisi ki bana kalırsa en rezil tarafı hâlâ taktiksel faşizme hiç utanmadan devam ediyor olmaları. “Başörtüsü” ve “türban” diye bir tasnifleri var bunların; biri siyasiymiş o yasakmış, siyasi olmayan varmış onu örtmek serbestmiş. Bu, işte taktiksel faşizmdir. Genelkurmay’da oturmuşlar tesettürün doğrusuna karar vermişler “Bunu örtersen serbest böyle yaparsan yasak” demişler. Biri de çıkıp; “Gel bakalım buraya emekli general, sen kimsin; örtünün doğrusuna, yanlışına karar veriyorsun? Sen kimsin ayrım yapıyorsun, sen kimsin örtünen kadınları tasnif edip kafana göre sıraya diziyorsun, haddine çekil” demiyor.

Gelelim yalanına. Orduda başörtüye de namaza da oruca da eziyet vardı. Hem de nasıl vardı?.. “Efendim bir iki münferit vaka” demeyin; o laf kusturacak kadar tekrar edilmiş bir palavra. 1996’nın Eylül ayında şerefli Türk ordusunun askeri oldum, 1998’in Mayıs ayında terhis oldum. Tek tek hepsinin isimlerini de veririm gerekirse ama adamlar tövbe etmiştir, pişman olmuştur, ölmüştür, durup dururken hedef göstermek olur; okuyan buğz eder, başkası bu isimleri orduya karşı malzeme olarak kullanır bu sebeple yazmamak lazım.

Belbuka Tepesi’nin soğuğu kulaklarımı kesmiş atmış sanki. Şehitlik niyaz ediyorum Allah’tan. “Allah’ım beni bu bayrak uğruna ölen şehitlerden yaz” diye dua ediyorum. O gece gece namaz kılarken yakalandım. Evet yakalandım. Sanki uyuşturucu kullanırken yakalanmak gibi yani. Bir üsteğmen, yüzü sesi, tavırları taptaze aklımda; o üsteğmen “Asker eğilir mi lan i..ne” diyerek vurmuştu bana. Sonra yanındaki doktor asteğmene “Bunlar var ya bunlar, PKK’dan beter” demişti.

Buna benzer onlarca sırf kendi yaşadığım vakayı yer, tarih saat, isim isim yazarım yazmasına da maksadını aşar, gâvurun ağzına benim orduma karşı malzeme olur, korkarım. Ben polisten yediğimiz dayaklar yüzünden de askerde uğradığım hakaretler yüzünden de devlete küsmedim. Hiç öfkem olmadı; hiç kin beslemedim. Ama şimdi birileri çıkıp bunları yaşanmamış sayarsa, benim gördüğüm eziyeti benim adıma inkâr ederse ona da katlanmam kimse kusura bakmasın.

Aslında olan şey buz gibi İslam düşmanlığı. “Benim nenem de kapalıydı, dedem de hacıydı, kamusal alanda Müslüman olmayın, evinize istediğinizi yapın” diye zırlamasın kimse. “Hepsiyle senelerdir alay etmek için, “Benim de laik arkadaşlarım var; gidin evinizde laik olun” diyorum ama artık sıkıcı olmaya başladılar.

Lafı hiç dolandırmayın; bunlar üstenci, sırf Batılılar’a yaranmak için bütün Müslümanlar’a düşmanlık eden, NATO resepsiyonlarında denk geldikleri Amerikalı generallere yaranmak için, kaç köle öldürdüğüyle övünen gemi sığıntısı gibi kaç Müslüman’a hakaret ettiğiyle böbürlenen adamlar. İslam’a alerjileri var, düşmanlar, nefret ediyorlar ve Siyonistler’den daha abartılı İslamafobikler. Klişe ezberlerle birbirilerini şişiriyorlar.

Bunların en akıllısı olan bu emekli general; sıradan bir serseri, sırf sataşmak için ne diyebilirse tam olarak onu söylüyor.

“Suriyeliler’i seviyorsanız evinize alın” diyebiliyor en fazla. “Aldım kardeşim var” desen ona da bir kulp takar.

Mesele faşist olmaları; “Sana lütfettik, Allah’a inanmana izin verdik, abartma, şımarma” diyorlar. Çünkü kurucu, sahip, ilerlemiş, gelişmiş olan onlar ve biz ilkel köylüler olarak onlara nankörlük ediyoruz. Hadi oradan…

Editör: TE Bilisim