Mehmet Emin Ay

“Hacı Hasan Efendi rahmetullahi aleyhi, adeta okuduklarımın canlı bir örneği olarak gördüm. Gençlerin dersleriyle, okullarıyla, sınavlarıyla ilgilenen, onlara değer veren bir şahsiyet olarak sanki Resulullah Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem), sünnet-i seniyesini bizzat yaşayan, onu üzerine güzel bir elbise gibi giyip de vefatına kadar hiç çıkarmayan bir müstesna kişiliğin sahibiydi…”

Bülent Yıldırım

“Allah yolunda malını harcayamayan canını da veremez” diye Hz. Ebubekir, Hz. Osman cömertliğini örnek verirdi. Evlatlarını sokağa dökmez ilm-i siyaseti öğretirdi. Bir de Üstadımızın bir özelliği vardı, yanına gamla kasavetle, dertli giden dönerken neşeli ve o günkü problemini çözmüş olarak dönerdi.”

Bilal Sağır

“Hacı Hasan Efendi gençlerle yakından ilgilenir, gençleri şeytana ve nefse yem olmaktan kurtarmanın kaygısını çekerdi. ‘Allah Teâlâ, gençliğini Allâh’a itaat yolunda geçiren genci sever.’ hadisini çok okur, genç sahabeleri; özellikle Mus’ab bin Umeyr’in hayatını, onun dünyanın süslerini ve zevkini terk ederek Allah yolunda ettiği mücadeleyi ve şehadetini anlatır, bizleri Allah yolunda mücadeleye davet ederdi.”

Ömer Erdoğdu

“Biz okulda gençlere fıkıh, hadis, tefsir anlatır, namaza çağırırdık ama bazı çocuklar bir türlü namaza yaklaşmazdı. Aynı çocuklar, Hacı Hasan Efendi’nin sohbetlerine gidince o, “Namazlarınızı kılın emi yavrularım!” dese çocuklar namaza başlardı. Biz de hayret ederdik. Sonra anladık ki evliyaullahın sözü, gönülden çıkıp gönüle tesir ediyor, mermere kazınan yazı gibi silinmiyordu. Gençlerin şuurlanmasında Üstadımızın tesiri çok büyüktü.

Altı-yedi yaşlarında mahallenin yakınındaki Deve Kayası denen bir taştan düşüp ayağı kırıldığında duygularını şu dörtlüklerle dile getirmiştir:

Tıfl iken cezbe buldum

Musibetle ihtila oldum

Şükür olsun sabır kıldım

Hamdimiz Mevla’ya olsun

***

Cesedim kayadan düştü

Ciğerim yandı tutuştu

Mürşidim geldi yetişti

Hamdimiz Mevla’ya olsun

***

Sabi idim sabreyledim

Her daim şükreyledim

Allah’tan hediye bildim

Hamdimiz Mevla’ya olsun

Annem ve babamın yakın hizmetinde bulunması vesilesiyle çocukluğum

dedem Yahyalılı Hacı Hasan Efendi hazretlerinin etrafında geçti.

Ailedeki herkes gibi ‘baba’ ya da ‘dede’ yerine ‘Hacıbaba’ derdik, hatta mahalledeki tüm çocuklar da ‘Hacıbaba’ veya ‘Büyük Hacıbaba’ derdi ona. ‘Hacıbabalarının’ gıcırgıcır kâğıt harçlıklarından alabilmek için bayramları iple çekerdi mahallenin çocukları.

M. Necmeddin Dinç

Anneciğim daha genç kızken, gıyabında vasfını duyduğu Hacıbabamı rüyasında görüp mânen ona gönül bağı ile bağlanmış, “beni efendime hizmetkâr eyle ya Rab!” duaları kabul olmuş, vesileler zinciri ile Hacıbabamın gelini olmak nasip olmuş.

Sohbetlerin, dini faaliyetlerin yasaklı olduğu, baskı ve takiplerin yoğun olduğu zamanlarda bile ziyaretçisi eksik olmayan mütevâzi bir dergâhtı onun hanesi. Annem de bu dergâhta 21 yıl hizmet etmiş, her gün sohbete gelen onlarca misafire ikramlar hazırlamıştı. Babam ise Hacıbabamın yakın hizmetinde bulunmak amacıyla Kuran Kursu öğretmenliği vazifesini yerine ticaretle meşgul olmuştu. Hacıbabam dar-ı bekâya irtihal ettiğinde orta ikinci sınıftaydım.

İlkokul yıllarından itibaren hafta sonu ve yaz tatillerinde Hacıbabamın her sabah yaptığı sohbetlerde misafire hizmet etmeye başladım. Yaşım gereği misafire kapı açmak, ayakkabıları çevirmek, sohbetin bitiminde şeker tutmak gibi hizmetlerdi benimkisi…

HAYAT DİSİPLİNİ

Hacıbabam tüm işlerini bir tertip ve düzenle yapmaya önem verirdi. Sohbet saatleri konusunda da çok titiz ve planlıydı. Sohbetler yazları saat 10:00 kışları ise saat 9:00’da başlardı. Evin iki kapısı vardı birisi erkek misafirlerin girdiği bahçe kapısı diğeri de ailenin ve hanımların girip çıktığı kapı idi. Gelen misafirler belirlenen saatten önce kapıda hazır olur, kapı açılıncaya kadar sessizce istiğfar ve zikirle meşgul olurlardı. Biz de tam saatinde kapıyı açar, misafirleri içeri buyur ederdik. Sohbete hangi gün, hangi grupların geleceği de belliydi. Hafta içi Yahyalı ve civarındaki ihvan ve muhibbân için, cumartesi İmam Hatip Lisesi talebeleri için, pazar günü de şehir dışından gelecek misafirler için tahsis edilmişti. O yıllarda imam hatip öğrencisi olan bir abimiz diyor ki: “İmam Hatipte okurken cumartesileri iple çeker, üstadımızın sohbetine giderdik. Ama haftada bir görmek bize yetmezdi, başka günlerde de dinlemeyi arzu ederdik.

HAFTADA BİR GÖRMEK BİZE YETMEZDİ

Bir gün sohbette üstadımız birkaç arkadaşımla bana ‘oğlum siz istediğiniz zaman gelin emi!’ deyince dünyalar benim olmuştu.” Normalde belirlenen günlerde gelmeyenler Hacıbabam tarafından tatlı sert uyarılırdı ama gençlere büyük önem veren Hacıbabam onların yetişmesi için yaşlılardan çok onlara zaman ayırmayı arzu ediyordu.

Annem anlatıyor: “Hacıbabamın rahatsız olduğu bir gündü, o gün sohbete tam 90 kişi gelmişti. Gelenler de imam hatip öğrencileriydi. Hacıbabam bir saat kadar sohbet ettikten sonra biz onun yorulduğunu düşündük ve sohbeti bitirip dinlenmesini arzu ettik. Adet, sohbet bitiminde çay ikram edilmesiydi. Biz de ‘artık yoruldu sohbeti bitirsin’ düşüncesiyle çayları doldurup gönderince “yemeden yumuşayasıcalar, çayınız sizin olsun, beni yavrularımla başbaşa bırakın!” diye azarladı bizi. Gençleri çok sever onları yetiştirmeye gayret ederdi.”

Hacıbabamın gençler üzerindeki tesirini anlatmak üzere o dönem Yahyalı İmam Hatip Lisesinde öğretmenlik, müdürlük görevlerinde bulunan Ömer Erdoğdu hocamız şöyle bir hatıra nakletmişti:

“Biz okulda gençlere fıkıh, hadis, tefsir anlatır namaza çağırırdık, ama bazı çocuklar bir türlü namaza yaklaşmazdı. Aynı çocuklar Hacı Hasan Efendimizin sohbetlerine gidince o “Namazlarınızı kılın emi yavrularım!” dese çocuklar namaza başlarlardı. Biz de hayret ederdik. Sonra anladık ki evliyaullahın sözü gönülden çıkıp gönüle tesir ediyor, mermere kazınan yazı gibi silinmiyordu. Gençlerin şuurlanmasında Üstadımızın tesiri çok büyüktü.”

İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım Ağabeyden dinlemiştim:

“Babam polisti tayini Yahyalı’ya çıkmıştı. Liseyi Yahyalı’da okumuştum. İmam hatip lisesinde okuyan mahalleden arkadaşım Bilal, benimle diyolog kurmaya çalışıyordu. Meğer Hacı Hasan Efendi ona “Oğlum Bilal şu polisin oğlu’yla bir ilgilen evladım” demiş. Onun vesilesiyle Hacı Hasan Efendinin sohbetlerine katılmaya başladım. Yahyalı benim İslamî şuuru aldığım yer oldu. Hacı Hasan Efendi bana Asr-ı saadeti hatırlatır, Asr-ı saadetten esintiler sunardı. Cihat şuuru olan, siyasi şuuru olan bir velî idi. Sohbetlerinde Filistin’den, İsrail’in zulmünden, Afganistan cihadından bahseder, Yahyalı gibi bir yerde bizi dünyaya açardı.”

Hacıbabamın ilgilendiği gençlerden biri de bu anlamda şöyle söylüyor; “12 eylül döneminde herkes köşe bucak kaçarken Hacı Hasan Efendimiz bizlere sohbetlerinde Dırar bin Ezver’i, Musab bin Umeyr’i, Halid binVelidi, kısacası cihadı, Allah için canından ve malından vazgeçebilmeyi anlatırdı. “Allah yolunda malını harcayamayan canını da veremez” diye Hz. Ebubekir, Hz. Osman cömertliğini örnek verirdi. Evlatlarını sokağa dökmez ilm-i siyaseti öğretirdi. Bir de Üstadımızın bir özelliği vardı, yanına gamla kasavetle, dertli giden dönerken neşeli ve o günkü problemini çözmüş olarak dönerdi.”

GERİDE GÜZEL HATIRALAR BIRAKTI

Bilal Sağır Ağabey anlatıyor; “Hacı Hasan Efendimiz gençlerle yakından ilgilenir, gençleri şeytana ve nefse yem olmaktan kurtarmanın kaygısını çekerdi. “Allah Teâlâ, gençliğini Allâh’a itaat yolunda geçiren genci sever.” Hadisini çok okur, genç sahabeleri; özellikle Mus’ab bin Umeyr’in hayatını, onun dünyanın süslerini ve zevkini terkederek Allah yolunda ettiği mücadeleyi ve şehadetini anlatır, bizleri Allah yolunda mücadeleye davet ederdi. Üniversiteye gittiğimizde yanımıza Şeytan ve şeytan sıfatlı insanların yaklaşabileceğini söylerdi. “Varma münkirin yanına/ Kokusu siner tenine” diyerek özellikle münkirle oturup kalkmamamızı, bilmediğimiz ortamlara takılmamamızı, Kur’an ve Sünnet ölçüsü içerisinde iyilerle bir ve beraber olmamızı söyler; Pazartesi Perşembe oruçlarına ve zikrullaha devam etmemizi öğütler; diktiği fidanların solmaması için gayret eden bir bahçıvan gibiydi.”

Dr. Hasan Bey anlatıyor; “Hacı Hasan Efendimizin hizmetinde bulunmak nasip oldu. Kalabalık bir ailede zor şartlarda büyümüştük, maddi durumumuz iyi değildi. Tıp fakültesini kazanınca üstadımız benim için kaygıya düştü, okumamız için elinden geleni yaptı. Tatillerde ziyaretine gelince “Vay oğlum gelmiş!”diye karşılardı, bizim yanlış yollara gitmememiz için sürekli ilgilenirdi. Bir öğle vakti, arzusu olup olmadığını sormak için huzuruna varmıştım. Üstadımız sohbet odasında elinde kitap olduğu halde uyuyakalmıştı. Üzerine bir örtü örtmek için uğraşırken kaza ile lambayı kırdım, Üstadımız uyanıp kızacak sandım ama uyanmadı. Üstünü örttüm, ortalığı temizledim ve çıktım. Ertesi gün vardığımda bana ‘dün lamba kırıldığında uyuyor zannettin değil mi?! Uyumuyordum, bak evladım dünyada ufacık bir hatamızdan dolayı nasıl utanıyoruz. Mahşer gününde bütün suçlarımız ortaya dökülecek, aman dikkat edin!’ diyerek unutamayacağım bir ders verdi.

Üniversitede okurken bir günaha meyledecek olsam bu sözü aklıma gelirdi. Efendimin yüzüne nasıl bakarım diyerek dikkat ederdim hal ve hareketlerime. Bizde bu kontrolü oluşturmuştu. Manevi gölgesi sürekli üzerimizde olurdu.”

Nasipse devamı yarın…

Editör: TE Bilisim