28 Şubat bizim neslin tam tepesinde patladı. O sürecin tüm sıkıntılarını doğrudan üzerinde hisseden ve mücadelede en fazla yıprananlar da bu nesil oldu. Belirsizlik, ümitsizlik, çaresizlik, kimsesizlik, acizlik gibi duygular o yıllardaki haleti ruhiyemizin özetiydi. Nice emekten sonra inşa ettiğiniz eviniz zorbalar tarafından kazma kürek yıkılıyor ve siz hiçbir şey yapamıyorsunuz. İşte yaşadığımız duygunun tarifi buydu.

“1000 yıl sürecek” demişlerdi. Yüzümüze bakıp alay edercesine “bu ülkede sizin yaşam hakkınız yok” , “İran’a gidin, Arabistan’a gidin” demişlerdi. Yıllarca İran’la, Arabistan’la ne alakamız olduğunu anlamaya çalıştık. Hayata ilk adımımızı attığımız, aile-eş-iş kaygısının zirvede olduğu 17-21 yaşlarındaki tüm o nesil bu travmayı yoğun şekilde yaşadı. Sırf inançlarımızdan dolayı, sırf mezun olduğumuz okuldan dolayı öteleniyorduk, itilip kakılıyorduk, ruhlarımız katlediliyordu.

İLK DARBE EĞİTİME

Cuntacıların kibri o denli büyüktü ki adeta küçük dağları kendileri yaratmışçasına asıp kesiyorlar, onların lütfu sayesinde nefes aldığımızı iddia ediyorlardı. Tartışma ortamı yoktu. Kararlar tek taraflıydı ve zorbalık iktidardaydı. “Biz ne dersek bu ülkede o olur” diyerek milletin karşısında değnekle geziniyorlardı. Kat sayı engelleri icat ettiler, üniversitelere girişimizi engellemek için her türlü yolu denediler. Tüm bu engellemelere rağmen üniversitelere girenler ise mezun olduklarında kamuya alınmayacaklarının farkındaydı. Her yerde Nazilere rahmet okutan bir faşizm kol geziyordu. İkna odaları kurdular, başörtülü öğrencileri sille tokat derslerden attılar. Sonra 8 yıllık kesintisiz eğitimi icat ettiler. Mezun olduğumuz İmam Hatiplerin ortaokul kısımlarını bu değişiklik ile kapatmış oldular. Çünkü biliyorlardı ki İmam Hatipler ortaokuldan başlamadıkça yeterli verimi veremez. Zaten kat sayı engeli de konulduğu için ortaokuldan sonra İmam Hatipleri tercih etmek adeta ateşten gömlek giymekle eş değer hale getirildi. Binlerce öğrencisi olan bu okullar birkaç sene içerisinde ya kapandı ya da 200-300 öğrenci ile ayakta kalmaya çalıştı.

KAMUSAL ALAN FAŞİZMİ

Bizler üniversiteye yeni başlamıştık ve tüm şehirlerde başörtüsü yasakları kampüslerin girişlerinden itibaren polis veya jandarma kontrolünde acımasızca uygulanıyordu. Hatta bazı kampüslere komando tugayları sokulmuştu. Eylemlerde karşımıza mavi bereli vatan evlatları çıkarılıyordu. Ellerinde uzun namlulu silahlar bulunan bu askerler mahcup bir eda ile bize bakıyorlardı. Nihayetinde çoğu, başörtülü anaların evlatlarıydı ve bizim ne için mücadele ettiğimizin farkındaydılar. Öğrenci olmayan yaşlı teyzeler bile otobüslerden indiriliyor ya da başlarını açmaları isteniyordu. Üniversite hastanesine gelen bu şekilde binlerce vatandaşımız yıllarca sağlık haklarından mahrum bırakıldı. Devlet hastanelerinde bile doktorlar işgüzarlık yapıp başörtülü hastaları kabul etmiyordu. Diğer devlet kurumlarına hizmet almak için giden vatandaşlar da aynı muameleye tutuluyordu. Kamuda çalışan onbinlerce başörtülü veya inançlı insanımız acımasızca cezalandırıldı, işlerinden atıldı. Ebeveynleri işten atılan yüzbinlerce çocuk aşsız ekmeksiz bırakıldı. 

Namlı şanlı mahkeme üyeleri, rektörler, valiler, kamu idarecileri adeta birbirleriyle yarışırcasına cuntacı askerlerin karşısında hazır ola geçiyorlar, brifingler veriyorlar, kraldan çok nasıl kralcı olunabilirse bunun en meşum örneklerini sergiliyorlardı. O yıllar “insanım” diyen herkesin insanlığından utandığı yıllar olarak kayıtlara geçti. Yargının tarafsızlığı, kamu hizmetlerinin genelliği, inanç ve düşünce özgürlüğü, insanın anayasadan kaynaklanan temel hakları birer fıkraya dönüştü. Zulüm hiçbir dönemde bu denli pervasız, bu denli acımasız olmamıştı. FETÖ elebaşı televizyon ekranlarına çıkıp cuntacılara methiyeler diziyor, “zaten Erbakan’ı hiç sevmezdim” diyerek sözüm ona fırsatçılık yapıyordu. Aynı FETÖ elebaşı yıllar sonra daha da ileri giderek milletin tepesine bombalar atmaktan çekinmeyecekti.

ONURLU MÜCADELE

Kalplerdeki imanın, sabrın ve metanetin sonuna kadar sınandığı zorlu yıllardı. Din dersleri kısırlaştırıldı. Kuran eğitimi belirli bir yaşın altındakilere yasaklandı. Namaz kılan, camiye giden veya ailesinde başörtülü bir akrabası bulunan asker, polis, hâkim, savcı, maliyeci, öğretmen, mühendis kim varsa uyduruk gerekçelerle kamu hizmetlerinden men edildi. Askeri kışlalarda yemin törenlerine başörtülü anneler alınmadı. Aynı anneler çocukları vatan uğruna şehit düştüğünde bile cenaze törenlerine yaklaştırılmadı. Dünya tarihinde hiçbir devlet kendi milletiyle bu denli ters düşmemiştir. 28 Şubat cuntacıları; Müslüman mahallesinde salyangoz satan, ağlama duvarında günah çıkartan, ortodoks patriğinin karşısında bel bağlayan millet düşmanları olarak kayıtlara geçti. Bu cuntacılar 2018’de ceza alsalar da hapis yatmadı. Mahkeme hepsini yaş ve sağlık gerekçeleriyle adli kontrol şartıyla saldı.

O dönemde cuntacılara ruhsat icat edenleri, hiç bir şey olmamış gibi arkasını dönüp gidenleri hiç unutmadık. Bizler kampüslerde, okul önlerinde, camilerde, yollarda mücadele ederken susanları unutmadık. Kırıp dökmeden, barikat kurmadan, taş atmadan, kimsenin hakkına girmeden sivil itaatsizlik eylemleri düzenliyorduk. Her türlü hakarete, saldırıya uğramamıza rağmen her gün aynı yerde toplanıyor ve haksız uygulamalara varlığımızla karşı çıkıyorduk. O dönemde ne derslere girebildik ne de okuduğumuzu anlayabildik. Kısacası 28 Şubat nedenleriyle ve sonuçlarıyla koskoca bir nesli heba etti. Milyonlarca insan halen o dönemden kalan travmalarıyla baş etmeye çalışıyor. Tek suçları inandıkları gibi yaşamak istemeleriydi. İşte 28 Şubat’ın en büyük darbesi milyonlarca insanın kalbinde açtıkları bu deliktir. Cuntacıların dini ve milli eğitimi kaldırmaları sebebiyle bizden sonraki nesiller de şimdiki LGBT, FETÖ, DHKP-C ve PKK’ya yem edilerek ikinci bir darbe haline dönüştü. 15 Temmuz’da, Gezi’de, Boğaziçi’nde, Odtü’de, Gara’da, Müge Anlı’da, Kadıköy’de karşımıza çıkan prematüre tipler 28 Şubat’ın ifsat ettiği işte bu nesildendir.   

CUNTA ZİHNİYETİ YAŞIYOR

28 Şubat’ın en büyük darbesi millete, milletin irfanına, ahlakına ve değerlerine yapıldı. O dönemden kalan uygulamalar, ihraçlar, kanunsuzluklar, hak ihlalleri ancak 2012’den sonra telafi edilmeye başlandı. Halen de 28 Şubat’ın etkilerinin tam olarak izale edilebildiğini söyleyemeyiz. Cuntacılar işe eğitimi değiştirmekle başladı. İlk icraatları ülkenin ahlaki temeli olan din derslerini etkisiz hale getirmek ve İmam Hatip okullarını kapatmak oldu. Aynı çalışmayı ilahiyat fakülteleri için de yaptılar. Bu okullarla birlikte meslek liselerini de tamamen bitirdiler. 1998’den 2012 yılına kadar kat sayı uygulaması devam etti. Ak Parti hükümetlerinin her girişimi Danıştay tarafından veya Anayasa Mahkemesi tarafından engellendi. Bu sebeple 2008’de Ak Parti kapatılmanın eşiğinden döndü. 28 Şubat sürecinde ülkede onlarca banka batırıldı, milyarlarca dolar yurt dışına kaçırıldı, ekonomi iflas etti. 2021 yılı itibariyle yargıda, bürokraside ve üniversitelerde bu dönemin izleri görülmeye devam ediyor. 28 Şubat’ın bu artıkları millet iradesinin yok edilmesi için fırsat kolluyor. Millet olarak tıpkı 15 Temmuz akşamı olduğu gibi her daim cuntanın karşısında duracak iradeyi korumamız gerekiyor. Millet ancak kendi iradesine sahip çıkarsa yükselebilir. 28 Şubat’ın bize öğrettiği en acı hakikat budur. Ya oluruz, ya da ölürüz! Öleceksek de adam gibi ölürüz. Yeni nesillerin de bu gerçeği öğrenmeleri için bir an önce eğitimi yeniden ele almak ve her türlü cunta girişimine set çekecek inançlı nesiller yetiştirmek zorundayız. 28 Şubat’ı ebediyen mezara gömecek en büyük hamle budur.

Editör: TE Bilisim