Hazırlayan: Abdurrahman Akbaş / İlayhiyatçı-Yazar

Sevgi ve rahmet Rabbimizin bizlere ihsanıdır. Sevgiyi kalplerimize yerleştiren O’dur. Onun sevgisi sonsuzdur. Bütün sevgilerin kaynağı, varlık sebebidir O. Bizi sevdiği için seçip varlık sahnesine çıkaran ve varlığımızı sürmek için imkânlar ve yetenekler veren, dünyayı yaşamamamıza için elverişli kılan O yüce Zattır.

Günün Ayeti
“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. ‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru’ derler.” Âl-i imrân, 3/191

Yarattığı kullarını kendilerinden çok sever. Allah’ın kullarına duyduğu sevgi ve şefkat, annenin yavrularına duyduğundan çok daha fazladır. Havazin kabilesinden bir takım esirler Peygamberimizin huzuruna gelmişti. Bunların içinde emzikli bir kadın vardı. Çocuğunu kaybetmişti. O, göğsüne biriken sütü esirler arasındaki çocuklara veriyor, emziriyordu. Bu kadın esirler arasında kendi çocuğunu bulunca hemen onu alıp bağrına bastı ve derin bir sevgi ile çocuğunu emzirmeye başladı. Bu yüksek şefkat ve sevgiyi görünce Peygamberimiz, kayıp çocuğunu telaşla arayan, bu arada, yavrusuna duyduğu özlemle bulduğu her bir çocuğu bağrına basıp emzirmeye çalışan bir anneyi ashâbına göstererek, “Bu kadının çocuğunu ateşe atabileceğini düşünebilir misiniz? (İşte) Allah’ın kullarına merhameti bu annenin yavrusuna duyduğundan çok daha fazladır.” buyurmuştur. (Buhârî, “Edeb”, 18, Müslim, Tevbe, 22)

Sevgisi gazabını geçmiştir

Bütün sevgilerin kaynağı O’dur. Bu sonsuz sevgi sayesinde O, tüm varlıklara rızık verir. Bu sınırsız sevgi ile peygamberler aracılığıyla kullarının kendisini tanımasına, hidayet bulmasına ve sevmesine yardımcı olur. Kulların cennete kavuşmalarını ister. Yine bu engin sevgi ile günahları bağışlar. Küçücük iyiliklerine büyük ecirler sevaplar verir. Sevgisi gazabının önüne geçmiştir. Kâinata sevgi ve rahmetiyle bakar. Kendisini rahmetle yükümlü kılmıştır. Bu yüzden tüm kâinat, O’nun sevgi ve merhamet, kudretiyle ayakta durmaktadır.

Bizler Onun verdiği sevgi ile mutlu olur ve hayattan lezzet alırız. Bu sevgi; acıyı tatlıya, toprağı altına, hastalığa şifaya, zindanı saraya, belayı nimete ve kahrı rahmete dönüştürür. Ayrıca bu Sevgi, Yüce Rabbimizin varlığının delillerinden biridir. Yalnızca sevgi duygusundan hareket ederek, Onun varlığına, birliğine tanıklık edilerek iman edilir.

Sevilen ilaha iman edilir

O’nu sevmek imandır. Sevilen ilaha iman edilir. Gerçek ve mükemmel iman ancak Allah’ı her şeyden çok sevmekle mümkündür. Bu yüzden iman edenlerin Allah sevgisi çok kuvvetlidir.

Günün Hadisi
“Allah’ım! Senden Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıran ameli yapmayı isterim…” (Tirmizî, “De'avât”, 73)

Müminin gönlünde en yüce mevki ve taht, Cenâb-ı Hakk’ın sevgisine ayrılmıştır. Nefis, mal, mülk, evlat dünya sevgisi bu sevgiyle boy ölçüşemez. Mümin, Rabbini şartsız ve sınırsız bir biçimde, ihlas ve ihtiram ile sever.

Yüce Rabbimiz de zatından başka hiçbir sevginin yüce olmasını istememiş ve şöyle buyurmuştur: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, kazandığınız mallar, zarar etmesinden korktuğunuz ticaretiniz ve hoşunuza giden evleriniz size Allah’tan, Peygamberinden (sav) ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin.” ( Tevbe, 9/24)

Allah’ı her şeyden çok

Sevgili Peygamberimiz (sav) de imanın ancak Allah’ı her şeyden çok sevmekle mümkün olabileceğini söylemiştir: “Şu üç haslet kimde bulunursa o kimse imanın tadını alır: Allah ve Resulü’nü her şeyden çok sevmek, bir kimseyi yalnızca Allah rızası için sevmek, Allah kendisini kurtardıktan sonra tekrar inkârcılığa dönmekten ateşe atılmaktan kaçındığı gibi kaçınmak.” (Müslim, Îmân, 67)

Peygamberimiz (sav) Allah’ı candan sevmiş ve O’na ibadet etmekten büyük haz duymuştur. Peygamberimiz (sav), gece uyku ve istirahatini feda ederek kalkar, o sessizlik içinde namaz kılar, ilahi aşkın verdiği şevkle ciğerinden sesler gelir, gözlerinden yaşlar dökülürdü. Her zaman: ‘Allah’ım! Beni sevginle rızıklandır’ diye dua ederdi. (Tirmizî, Deavât, 74)

 ***

Hikmetli Sözler

Aşkınla içim doldur

Çok ağlamışım güldür

Ben düşmüşü sen kaldır

Lutf et meded Allah'ım

Cân ile olup âşık

Yolunda olan sâdık

Kıl vuslatına lâyık

Lutf et meded Allah'ım

Aziz Mahmud Hüdai

 ***

Günün Dua
“...Allah’ım! Beni önümden, arkamdan, sağımdan solumdan ve üstümden (gelecek her türlü tehlikeden) koru. Altımdan (gelecek belalarla/deprem ile) helak olmaktan senin büyüklüğüne sığınırım.” (Ebu Dâvûd, Edeb, 110)

Peygamberimiz visâl orucunu yasaklamıştır

Visâl, iftar ve sahur yemeden peş peşe bir kaç gün oruç tutmaktır. Bu şekilde oruç tutmak bir meşakkattir. Açlık ve susuzluk bu meşakkatin sebebidir. Oysa ibadetler insanı bıkıp usandıracak şekilde bir meşakkate sebep teşkil etmezler. Bu derece meşakkat kişinin bedeni yönden zayıflamasına, güçsüz ve kuvvetsiz kalmasına, bunun neticesinde ibadetlerini lâyıkıyla yapamamasına vesile olur. Peygamberimiz visal orucunu uygun görmemiştir.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, Selmân ile Ebü’d-Derdâ’yı kardeş yapmıştı. Bu sebeple Selmân, Ebü’d-Derdâ’yı ziyaret ederdi. Bir ziyaret esnasında onun hanımı Ümmü’d-Derdâ’yı oldukça eskimiş elbiseler içinde gördü. Ona:

- Bu halin ne? diye sorunca, kadın:

- Kardeşin Ebü’d-Derdâ dünya malı ve zevklerine önem vermez, dedi. O esnada Ebü’d-Derdâ eve geldi ve hazırlattığı yemeği Selmân’a ikram edip:

- Buyurun, yemeğinizi yiyin, ben oruçluyum, dedi. Selmân:

- Sen yemedikçe ben de yemem, diye karşılık verdi. Bunun üzerine Ebü’d-Derdâ sofraya oturup yemek yedi. Gece olunca Ebü’d-Derdâ teheccüd namazı kılmaya hazırlandı. Selmân ona:

- “Uyu” dedi. Ebü’d-Derdâ uyudu, bir müddet sonra tekrar kalkmaya davrandı. Selmân yine:

- “Uyu” diyerek onu kaldırmadı. Gecenin sonlarına doğru Selmân:

- “Şimdi kalk” dedi ve her ikisi birlikte namaz kıldılar. Sonra Selmân, Ebü’d-Derdâ’ya şöyle dedi:

- “Senin üzerinde Rabbinin hakkı vardır, nefsinin hakkı vardır, ailenin hakkı vardır. Hak sahiplerinin her birine haklarını ver.”

Sonra Ebü’d-Derdâ, Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme gidip olup biteni anlattı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, “Selmân doğru söylemiş” buyurdu. Buhârî, Savm 51, Edeb 86.

***

 Evde aileme cemaatle namaz kıldırabilir miyim?

Hz. Peygamber (sav), “Cemaatle kılınan namazın sevabı, yalnız başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir” (Buhârî, Ezan, 30) buyurarak cemaatle kılınan namazın, tek başına kılınan namazdan daha faziletli olduğunu belirtmiş ve Müslümanları cemaatle namaz kılmaya teşvik etmiştir. Bir başka hadis-i şeriflerinde de: “Üç kişi bir köyde veya sahrada bulunur ve cemaatle namaz kılınmazsa şeytan onlara musallat olur. Öyleyse cemaate devam ediniz! Çünkü sürüden ayrılan koyunu kurt yer.” (Ebû Dâvûd, Salât, 47) buyurmuştur.

Namazı cemaatle kılmak kimi âlimlere göre sünnet-i müekkede, kimilerine göre vaciptir. Pandemiden dolayı bugünlerde cemaate gitmeye engel bir durumun olduğu ortadır. Camide cemaatle namaz kılmak uygun değildir. Zira sağlık insana bahşedilen ve korunup kollanması gereken bir emanettir. Şu halde bir Müslüman, öncelikle ruh ve beden sağlığını birtakım bulaşıcı hastalık ve rahatsızlıklara karşı da korumalı ve bunun için elinden gelen her türlü önleyici tedbire başvurmalıdır. Gerek kendisinin gerekse diğer insanların sağlığını tehlikeye atacak tutum ve davranışlardan sakınması Müslümanın önemli görevlerinden biridir. Bu yüzden cemaatle namaz evde kılınmalıdır. Ailede namazı sahih olacak kadar ezbere düzgün Kur'an okumasını bilen erkeğin ailesine imam olması için yeterlidir. Ailede Kur'an'ı iyi okuyamayanların, iyi okuyanlara imam olması sahih değildir. Erginlik çağına ermiş olan ve ailenin diğer erkeklerine göre iyi Kuran okuyan erkek çocuğun da büyüklere imam olması caizdir.

Editör: TE Bilisim