Ebru Okanlar / Röportaj

Tiyatrocu, aktör, şair ve yazar… Adeta on parmağında on marifet. Oynadığı oyunlar, diziler filmler hep hafızalardaki yerini koruyor. Bugünlerde sık sık memleketi Ordu’yu ziyaret eden Ahmet Yenilmez ile yeni projelerini, dijital çağı ve Z Kuşağı’nı konuştuk. Günümüzü, “Dijital Çağ” olarak tanımlayan Yenilmez, hızlı tüketenin hızlı tükeneceğine dikkat çekti.

Bu aralar hep Ordu’da görüyorum sizi. Ordu’ya düşkünlüğünüzün sebebi nedir?

İnsanın fıtratında mı bilemiyorum, doğup büyüdüğü, üzerinde hem biyolojik hem de karakter olarak nasibini, kişiliğini aldığı o topraklardan keyif alıyor. Bunun fıtratla alakalı olduğuna inanıyorum. Belki de vatan kavramının doğuş membaı budur. Fırsat buldukça doğup büyüdüğüm Ordu’ya; Karaağaç köyüne sık sık gidiyorum. Gerçekten hem üretim açısından hem de gayelerin ve koşturmanın geçtiği mekanlardan uzaklaşıyorum. Yani güncelleme oluyor bir nevi… Ordu Canik yaylasından Giresun, Artvin, Gürcistan’a kadar dünyanın en zengin, canlı bitki örtüsü olan çok güzel bir yer. Kıymeti zamanla daha da anlaşılacak

Karadeniz yaylaları yeni yeni keşfedilmeye başladı sanırım...

Evet, bütün ilaç firmaları şimdiden geliyor, dağlarda, taşlarda böcek, ot vs. tespit ediyorlar. Ordu’da olmaktan mutluyum. Bizde tabii ki bir birikim sahibi olduk. Ben Ordu’yu çok önemsiyorum. İsmimden de müsemma yurt tutulmuş bir toprak, kültürel zenginlik, tarihi doku ve tarih öncesi birikimi var. Bana da yansıyan. Bu birikimi ve atölyemi de batı ölçüsünde şekillendirme düşüncem var. Kolay değil, kırk yıl oldu. Duruş, konum ve işleyişi itibari ile farklı bir serüvenim oldu. Anadolu coğrafyası dahil, dünyanın her yerinde eksikliğini gördüm, her şeyi de yaptım…

SANATIN SEYİRCİYLE BULUŞACAĞI PAZARLAR DEĞİŞTİ

Dizi çalışmalarınız nasıl gidiyor?

Kuruluş Osman sezon finali verdi. Dizi sektörüne endüstriyel olarak bakıyorum, olmazsa olmaz olarak görüyorum. Dizi sektörü sanayi mamulleri gibi de değerlendirilmesi gereken bir alan. Ayrıca ülkemizde de dizi sektöründe bolca kul hakkı yeniyor. Çünkü resmi kayıt altına alınması zor bir alan olduğu için eksiklerimiz var. Yeniçağa göre enstrümanlarımızı gözden geçirememe gibi dezavantajımız var. Sanatın seyirciyle buluşacağı pazarlar değişti, artık her üründe olduğu gibi insanlar elindeki cep telefonlarıyla film izleyebiliyor. Dijital çağın enstrümanları içerisinde nasıl bir yer bulacağız? Bulursak da bu mekânlar bize mi ait olacak? Buralara hep kira mı ödeyeceğiz? Biz sinema alt yapısı kurmadan, sanatla yapısal reformları gerçekleştirmeden, bir çağ kapatırken yeni bir çağ içerisinde yeni enstrümanlara ayak uydurabilecek miyiz? Ülke olarak başlıca sorunumuz bu, merkez idarenin buna karar vermesi lazım. Yeni bir sezona kadar halledilse bile ufak tefek beyan gerektiren reformlar olduğu için sorun burada. Oysa bu alanda reformlar ve ihtiyaçlar acil ama öncelik listesine giremiyor.

Dijital kuşak olarak adlandırılan genç jenerasyona nasıl bakıyorsunuz?

Bize nazaran daha hızlı yaşayan, hızlı tüketen, hızlı tükenen yeni neslin bizden farklı olduğu doğru. Önemli olan bunların içerisinde bizim düşünce yapımıza ait kaç genç var? Biz, dede ve babalarımıza göre farklıydık. Dünyanın sekiz milyar nüfus olduğuna bakılırsa gelecek nesillere onların oluşturacağı bir değer katamıyoruz. Bu bence hem medeniyetimiz hem de insanlık açısından büyük bir tehlike. Üzerimize elzem olmayan konularla uğraşıyoruz. Bunun adı da ne bilmiyorum; yeniçağ bunun isimlendirmesini yapacaktır. Bir yüzyıl daha inşallah çektiğimiz çileler artmaz, ciddi bir yok oluşla karşı karşıya kalmayız.

Editör: TE Bilisim