Tuğçenir Akgün / Analiz

Koronavirüs salgını nedeniyle görece sakin bir dönemden geçen Akdeniz’de son zamanlarda yaşanan bir dizi gelişme gözleri yeniden bölge jeopolitiğine çevirdi. Libya’daki gelişmeler, İkinci Karabağ Savaşı, İsrail, Mısır ve Türkiye’nin dış politika söylemlerindeki karşılıklı yumuşama, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) ziyaretinin ardından Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)-Yunanistan ikilisinin yanı sıra Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği’nin (AB) kimi yetkilileri tarafından yapılan açıklamalar ve son olarak Tunus’ta meydana gelen darbe girişimi bir süredir sakin olan Akdeniz sularında yeni hareketlenmelerin yaşanacağının işareti.

DİYALOG VE İŞBİRLİĞİ

Son dönemde mülteci krizinden pandeminin yönetilmesine, savaşların durdurulmasından çevre felaketlerine kadar birçok sınavda başarısız olan ve kifayeti sorgulanır hale gelen BM’nin ilgili kurumlarının çözümsüzlüğün arkasında durmaktansa diyalog ve iş birliğini teşvik eden adımlar atması kritik önem taşıyor.

ARAŞTIRMA VE SONDAJ FAALİYETLERİ

Bilindiği üzere GKRY, Kıbrıs Adası’nın güneyinde, tek tarafl ı ilan ettiği sözde münhasır ekonomik bölgesindeki (MEB) parsellerde ABD’li Exxon Mobil ve Nobel, Fransız Total, İtalyan Eni, Güney Koreli Kogas, Katar Petroleum, İngiliz British Petroleum (BP) ve İsrailli Delek ve Avner gibi petrol şirketlerine arama, araştırma ve sondaj faaliyetleri için ruhsat vermişti. Buna karşılık Türkiye de hem kendi kıta sahanlığında hem de KKTC’nin Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına (TPAO) ruhsat verdiği alanlarda, son yıllarda güçlendirdiği teknik ekibiyle araştırma ve sondaj faaliyetlerine başladı.

AKDENİZDE YENİ GELİŞMELER

Bölgede değişen ittifaklar ve yeni aktörlerin sürece dahil olmasıyla zaman zaman yükselen tansiyon, Kovid-19 pandemisi nedeniyle yerini sakin bir ortama bıraktı. Nitekim pandemi kaynaklı ekonomik sıkıntılar nedeniyle geçtiğimiz yıl GKRY’nin sözde MEB’inde yapılması planlanan beş sondaj çalışması için erteleme kararı alındı. Son günlerde ise Exxon Mobil’in faaliyetlerine yeniden başlamak için hazırlandığı haberleri medyaya yansıyor. Diğer şirketlerin de sahadaki gelişmelere paralel olarak çalışmalarına başlamaları durumunda, yaklaşık iki senelik bir aranın ardından Akdeniz’i yeni gelişmelerin bekleyeceğini tahmin etmek güç değil.

“TÜM AKTÖRLER MASADA OLMALI”

KKTC ve Türkiye, Ada’da yaklaşık yarım asırdır federalizm modeli kapsamında yapılan yüzlerce görüşmenin her defasında sonuçsuz kaldığı gerekçesiyle, artık yeni modellerin masada olması gerektiği görüşünü savunuyor. Nitekim Ada’da İngiliz sömürge döneminin ardından kurulan ve yalnızca üç yıl süren Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti “macerası”, Rumların kendi siyasi hesaplaşmaları ve bugün de olduğu gibi maksimalist hedefl eri nedeniyle sona ermişti. Aradan geçen yarım asırlık süreçte denenmiş ve başarılı olamamış bir planda ısrar etmek her şeyden öte rasyonel bir tutum değil. Dahası, Ada’da federal bir kültürün bulunmadığı da bir gerçek ve bu nedenle Rum tarafının bu yöndeki talepleri sahadaki realiteyle bağdaşmıyor. Rumların AB’yi arkalarına alarak atmaya çalıştıkları adımlar Ada’da adil, eşit aktörlü bir barışın geliştirilmesine engel teşkil ediyor. Öte yandan sürdürülebilir bir çözüm için işbirliği çağrılarını dile getirmeye ısrarla devam eden Türk tarafı ve Türkiye, bu bağlamda tüm aktörlerin masada olacağı uluslararası bir Kıbrıs konferansının düzenlenmesi çağrısından da vazgeçmiş değil.

BÖLGEDE DEĞİŞEN GÜÇ DENGELERİ

Bu kapsamda son dönemde bazı ülkelerin KKTC’yi resmen tanıyabileceğine dair haberler de gündeme yansıdı. Özellikle Azerbaycan, Pakistan ve bazı Türk cumhuriyetlerinin KKTC ile diplomatik temaslara başlayabileceği konuşuldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bilhassa Azerbaycan’la bu konuda görüşmelerin gerçekleştirildiğini dile getirdi. Esasında KKTC 1983’te bağımsızlığını ilan ettiğinde, Türkiye’nin yanı sıra Bangladeş ve Pakistan tarafından da tanınmıştı. Fakat iki ülke dış baskılar nedeniyle bu kararlarından vazgeçmek zorunda kaldılar. Benzer baskıların bugün de yaşanabileceğini tahmin etmek güç değil. Fakat bölgede değişen güç dengeleri ve Türkiye’nin aktif dış politika adımları göz önüne alındığında geçmişe kıyasla bu hususta farklı sonuçlar elde edilebileceğini not etmek gerekiyor.

MARAŞ’IN AÇILMASI

Kıbrıs’a ilişkin son dönemde ses getiren bir diğer gelişme de KKTC’nin Maraş’ın yüzde 3,5’lik kısmında askeri bölge statüsünün kaldırılmasına ilişkin alınan “Maraş açılımı” kararı oldu. Karara Rum tarafı ve destekçileri tepki gösterdi, ancak burada Maraş’ın Rum tarafına devredilmesini öngören Annan Planı’na ezici çoğunlukla hayır oyu verenlerin de yine Rumlar olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Bir dönem Kıbrıs’ın en canlı bölgelerinden olan Maraş’ın 46 yıl kapalı kalarak hayalet şehre dönmesinin Türk-Rum fark etmeksizin Ada halkına hiçbir faydasının olmadığının altını çizmek gerekiyor. Öte yandan Rum tarafının iddialarının aksine KKTC, Rumların da Maraş’taki mülklerine dönebilmelerine imkân sağlayacak bir süreç başlattı ve Cumhurbaşkanı Ersin Tatar başta olmak üzere en üst düzey yetkililer, özel mülkiyet haklarına hiçbir şekilde halel gelmeyeceğinin garantisini vererek uluslararası hukuka uygun bir süreç gerçekleştirileceğinin altını çizdiler.

İSTİKRARSIZLIK UNSURLARI 

Tarih boyunca stratejik öneme sahip olan Akdeniz havzası son yıllarda hayli mühim gelişmelere sahne oluyor. Bölgede bulunan hidrokarbon rezervleri ve enerji alanında yapılan anlaşmalar Akdeniz’in güvenliğini hayati bir mesele haline getirirken, Suriye iç savaşı, Lübnan’daki ekonomik kriz, İsrail- Filistin meselesi, Libya’daki çatışmalar ve son olarak Tunus’taki darbe girişimi bölgede başlıca istikrarsızlık unsurları olarak öne çıkıyor.

YENİ DENKLERMLER ORTAYA ÇIKIYOR

Orta Doğu bölgesinin ve “terörizmle mücadelenin” ABD’nin dış politikasında birincil konu olmaktan çıkması ve küresel çapta yükselen Çin’in esas hedef olarak belirlenmesinin ardından bölgede yeni denklemlerin ortaya çıkmaya başladığı görülüyor. Bu kapsamda Akdeniz’de etkinliğini artırmak isteyen aktörlerin başında şüphesiz 2015’te Suriye savaşına dahil olmasıyla nüfuz alanı elde eden Rusya geliyor. Başta NATO ve AB olmak üzere Batı’ya karşı stratejisinde farklı kulvarlarda yeni taktikler geliştiren Moskova, Doğu Akdeniz’de de ekonomik ve jeopolitik avantajlar kolluyor.

Editör: TE Bilisim