İşgalci  İsrail’de Başbakan Naftali Bennett liderliğinde kurulan koalisyon hükümetinin 13 Haziran’da İsrail meclisi Knesset’te güvenoyu almasıyla resmi olarak başlayan yeni dönem birçok soru işaretini de beraberinde getirdi.

İç politikada ise Netanyahu/Likud ve daimî destekçileri Ultra-Ortodoks partiler, zaten kırılgan bir yapıya sahip olan mevcut koalisyonun herhangi bir zaafını değerlendirmek için pusuda bekliyor.

Yeni döneme ilişkin en çok merak edilen husus, kurulan koalisyonun ne kadar uzun ömürlü olacağı. Bir hayli farklı dinamiklere sahip sekiz partiden müteşekkil yeni hükümetin bileşenleri, geleceğe dair planlarını tatbik ederken bir hayaletle de cebelleşmek zorunda. Bu hayalet, 12 yıl boyunca kesintisiz olarak ülkeyi yöneten sabık Başbakan Binyamin Netanyahu ve bıraktığı miras.

Netanyahu sonrası İsrail siyaseti

Binyamin Netanyahu, toplumu ciddi şekilde kutuplaştıran keskin bir figür olarak İsrail siyasetinin en uzun süre başbakanlık yapan ismi olmayı başardı ve geride ikiye bölünmüş bir siyasi arena bıraktı. Nitekim Bennett hükümetinin güvenoyu oylamasının 60’a karşı 59 oyla sona ermesi de bu kutuplaşmanın bir tezahürü. Netanyahu, görevinden ayrılırken de teamüller doğrultusunda iyi dileklerini iletmek ve başarı temennisinde bulunmak yerine, “bu şeytani ve tehlikeli sol hükümeti” devireceği vaadiyle koltuğu devretti.

İdeolojik ve siyasi olarak geniş bir yelpazenin temsil edildiği yeni koalisyonun iç politikayı ilgilendiren meselelerdeki ajandalarının çarpışması da kaçınılmaz bir realite olarak karşımıza çıkıyor.

Netanyahu’nun ilk dönemki “başarısı” da bu kutuplaşmadan beslenen bir damar yakalamasıyla mümkün olabilmişti. 1996 yılında kurucu paradigmayı inşa eden, seküler geleneğin tabanını oluşturan Aşkenazilere karşı ortaya koyduğu muhalif retorikle oy toplamış ve müesses nizama başkaldıran yeni bir soluk olduğunu iddia etmişti. 1996-1999 yılları arasında görevde kalan Netanyahu barış yanlısı kesimler için bir hayal kırıklığına doğru ivmelenen Oslo sürecinin dumanının tüttüğü bir zamanda şahin kanadın temsilcisi oldu. 1999’da hakkındaki yolsuzluk iddiaları yüzünden ve bakan istifalarını engelleyemediği için istifa etmek zorunda kalmıştı. 2009’da başlayan ikinci başbakanlık serüveniyse, bölge siyasetine damga vurduğu, ne olursa olsun en çok oy alan partinin lideri olmaya devam ettiği ve nihayetinde eski ABD Başkanı Donald Trump’la yakaladığı “mükemmel uyumu” çeşitli uluslararası kazanımlara dönüştürebildiği bir jübileyle -belki de kısa bir ara, bir sezon finaliyle- nihayetlendi.

Yeni koalisyonun bileşenleri

Yeni dönemin koalisyonunu teşkil eden sekiz partinin kesişen bazı tercihlerinin -kimi noktalarda- müşterek yönlerinden daha fazla olduğunu da vurgulamak gerekiyor. Örneğin, partilerin üçü yasadışı yerleşimlerin varlığını destekleyen devletçi bir pozisyondayken, diğer beş parti farklı seviyelerde diğer alternatiflere de (iki devletli çözümü de formüle edecek şeklide) açık kapı bırakıyor.

Mevcut hükümeti benzersiz kılan özellik ise İsrail tarihinde ilk kez bir Arap siyasi partisinin koalisyonun parçası olabilmesi. Birleşik Arap Listesi’ni (Ra’am) koalisyon çemberinin içine dahil eden denklem çok kısa bir süre öncesine kadar muhtemel görünmüyordu. Fakat Netanyahu’nun iktidarını idame ettirecek bir siyasi formül çabasıyla Arap kesimlere göz kırpmasının da yarattığı atmosferle bu uzak ihtimal vuku bulmuş oldu.

Yeni dönemde koalisyon hükümetinin karşılaştığı ilk ciddi sınav “aile birleşimi” olarak bilinen ve İsrail vatandaşı Filistinlileri hedef alan tartışmalı yasanın uzatılma süreciydi. Yasa 2003’ten beri yürürlükteydi ve her yıl Meclis’te yapılan oylamadan geçiyordu. Ancak bu yıl yasanın uzatılması Meclis’ten geçmedi. Yasa temel olarak, İsrail vatandaşı Filistinliler ile işgal altındaki Batı Şeria veya abluka altındaki Gazze Şeridi’nde yaşayan Filistinliler arasında yapılan evliliklerin ardından “aile birleşimini” zorlaştırmayı hedefleyen bir düzenleme ihtiva ediyordu; yani Filistinlilerin yerleşim sorunlarını ağırlaştırmayı.

İnsan hakları kuruluşlarının “ırkçı” addettiği yasaya karşı koalisyonda yer alan sol görüşlü Meretz ve İsrail vatandaşı Filistinlilerin partisi Ra’am muhalif pozisyonda yer alıyordu. Koalisyon içerisindeki pazarlıklar sonucunda ortak bir nokta bulunsa da Ra’am cephesinde verilen iki firenin de katkısıyla yasa Meclis’ten geçmedi. Mevcut koalisyonun herhangi bir zaafını değerlendirmek için pusuda bekleyen Netanyahu/Likud ve daimî destekçileri Ultra-Ortodoks partiler de fırsatı kaçırmadı ve önceki yıllarda verdikleri oyların aksine bir tutumla yasanın uzatılması aleyhinde tavır aldılar. Yasa görüşmeleri, koalisyondaki partilerin ideolojik farklılıklarının su yüzüne çıktığı ilk ciddi sınav olarak kayda geçti.

Demokrat kanatla restorasyon dönemi

Kuşkusuz, Netanyahu döneminde ABD cenahıyla yaşanan gerilimlerde masanın diğer tarafındaki muhatap Demokrat Parti yönetimi oluyordu. Barack Obama döneminde diyalog süreçleri kesintiye uğramış, taraflar kamuoyu önünde birbirlerine suçlamalar yöneltmişti. Bu sürtüşme hali, iki ülke arasındaki ilişkilerin kalıcı bir hasar almasıyla sonuçlanmasa da yaşanan gerilimler eşgüdümlü bir politika stratejisi uygulamayı engelledi. Öte yandan kamuoyuna yansıyan tüm bu türbülanslı süreçlere rağmen Obama döneminde iki ülke arasında 38 milyar dolarlık, yani tarihin en hacimli askeri yardım anlaşmasının yapıldığını da not düşmek gerek.

Yeni ABD yönetimi, Netanyahu-Trump arasındaki ikili ilişkilere dayanan, diğer aktörleri bypass etmeye yönelik bir ortaklığın yerine, daha fazla aktörün devrede olacağı bir boyuta geçilmesi gerektiğini işaret etmişti. Bu paradigmaya ABD’deki Demokrat kanatla arasını düzeltmek isteyen İsrail yönetimi söylemlerinde uyum sağlamak isteyecektir. Buna mukabil Naftali Bennett gibi şahin isimler dümende olduğu sürece özellikle işgal altındaki yerleşim birimleri meselesinde kristalize olan devlet politikasında değişim beklemek fazlaca iyimser bir yaklaşım olacaktır. Sonuç olarak tüm bu çok aktörlü iyi niyetli söyleme karşın, Biden yönetiminin Filistin-İsrail arasında yeni bir barış sürecini başlatacak somut adımları atması muhtemel görünmüyor.

Yeni dönemde İsrail’in uluslararası arenadaki yüzü ise sol liberal siyasetçi Yair Lapid. Koalisyonun Dışişleri Bakanı Yair Lapid, yurtdışı gezilerinde şimdiye değin Netanyahu döneminde kazanılan momentumu devam ettirecek bir yörüngeyi takip etti. Görevdeki ilk ayı dolmadan Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) başkenti Abu Dabi’yi ziyaret eden ilk İsrail Dışişleri Bakanı oldu. Kısa süre sonra ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’la yapılan görüşme sonrasında da taraflar, Arap ülkeleriyle devam eden normalleşme sürecinin başka ülkeleri de kapsayacak şekilde devam ettirilmesi yönünde mutabık olduklarını açıkladılar.

Önceki yönetimden miras bu açılımların yanı sıra Netanyahu döneminde ikili ilişkilerin kötüye gittiği Ürdün’ü de 8 Temmuz’da ziyaret eden Lapid, yeni dönemde Ürdün’le ilişkilerin farklı bir tona sahip olacağının mesajını verdi. Ürdün-İsrail arasında son dönemde ayyuka çıkan ihtilaflar olsa da (Ürdün’ün hava sahasını BAE’ye gitmekte olan Netanyahu’nun uçuşuna kapatması, iki ülke arasındaki su krizi gibi) gerginliğin ana gövdesini Mescid-i Aksa ve iki devletli çözüm konusundaki farklı yaklaşımlar oluşturuyor. İki ülke arasında 1994’te imzalanan paktta uzlaşılan maddeleri aşmak isteyen İsrail cephesine Ürdün’ün ne denli toleranslı yaklaşacağı iki ülke arasında yeni dönemin yol haritasını belirleyecek. Normalleşme adımlarının son halkası olarak görülen Fas’ı 11 Ağustos'ta ziyaret eden Lapid, hem tarihte Fas’ı ziyaret eden ilk İsrailli bakan oldu hem de ikili ilişkilerdeki pozitif ivmeyi arttırma hedefinden sapılmadığını gösterdi. İsrail için Netanyahu döneminden kalan en kayda değer mirasın da bu diplomatik açılım olduğu not edilebilir.

Son günlerde gerilimin arttığı komşu Lübnan’la yaşananlar da yıllardır sınır hattındaki çatışmadan uzak dengenin bozulmasına neden oldu. İsrail 2006’daki savaştan bu yana ilk kez Lübnan’a hava saldırısında bulundu ve Lübnanlı yetkililer İsrail’i angajman kurallarını değiştirmekle suçladılar. İki ülke arasında fiilen oluşan dengede de yıllar sonra tehlike çanları çalıyor.

İran dosyası raftan iner mi?

İsrail için Obama döneminden tevarüs edilen başlıca problem, şüphesiz İran ile varılan nükleer anlaşmaydı. Her ne kadar ABD, Trump döneminde anlaşmadan çekilmiş olsa da yeni yönetimin diyalog sürecini yeniden başlatmak istediği biliniyor.

Son olarak Lapid, İran’ın sahip olduğu nükleer kapasitenin silah yapımına kadar eriştiğini ve gerekirse askeri boyutu kapsayacak şekilde aksiyon alınması gerektiğini ifade etmişti. 29 Temmuz’da İsrailli bir şirkete ait bir geminin saldırıya uğramasının ardından başta ABD ve İsrail olmak üzere birçok kesimin İran’ı fail ilan etmesi de nükleer görüşmelerin diriltilmesine yardımcı olacak bir iklimin oluşmasına hizmet etmiyor. Bu kapsamda Biden yönetiminin kısa vadede somut bir açılım yapması kolay görünmüyor.

Netice itibarıyla İsrail’de ikinci ayını tamamlayan yeni hükümetin, kendini birçok açıdan ayrıştırmak istediği Netanyahu döneminin son döneminde benimsenen dış politika stratejisini sürdürmek eğiliminde olduğu görülüyor. İdeolojik ve siyasi olarak geniş bir yelpazenin temsil edildiği yeni koalisyonun iç politikayı ilgilendiren meselelerdeki ajandalarının çarpışması da kaçınılmaz bir realite olarak karşımıza çıkıyor. Netanyahu aleyhinde kümelenen son dönemin en ilginç siyasi uzlaşısının akıbeti merak konusu. ​​​​​​​

Editör: TE Bilisim