Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Analiz

Uluslararası kamuoyu geçtiğimiz günlerde Kabil Havalimanında trajik görüntülere şahit oldu. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi üzerine Taliban’ın hızla ülkeyi kontrol altına alması pek çok kişi için sonun başlangıcı gibiydi. ABD’nin hızlı ve plansız çekilmesinin tetiklediği panik duygusu, hayatlardan duyulan endişe, insanların adeta kendilerini uçak ve helikopterlerin üzerine atmalarına neden oldu.

Afganistan’da sürdürülen ve kazanılamayacağı anlaşılınca neredeyse tek tarafl ı bitirilen bu mücadelede ölen Afgan nüfusuna böylece ardı ardına yeni satırlar eklendi. Kabil hükümeti için çalışanlar, yeni bir Afganistan’ı inşa etmek için Koalisyon Güçleri ve ABD ile iş birliği yapanlar, düne kadar Afganistan’ı temsil edenler birdenbire sahada ABD’li ve Batılı güçlerin desteğini kaybettiklerini fark ettiler.

Ülke insanları, bir tarafında ABD’nin oturduğu masadaki açık ve örtülü anlaşmalarda düşünülmediklerinin farkındalar. Kandırıldılar, terkedildiler ve nihayetinde başarısızlığın faturası da kendilerine kesildi. Kısaca Kabil’de çimenlerin ezilmesi için fillerin tepişmesi bile gerekmedi; Taliban’la 2020’de yaptığı anlaşma uyarınca sırtını dönüp giden tek bir fil tüm bu dramın ortaya çıkmasına kâfi geldi.

“DEMOKRASI GÖTÜRME” BAHANESİYLE İŞGAL

Biden yönetiminin, sebep olduğu bu görüntüler nedeniyle eleştirilmesi ve iç kamuoyuna hitap eden bahaneler bulmaya çalışması normal. Biden’ın konuşmasında Afganlar ve Trump yönetimi olağan şüpheliler olarak yerlerini buldular. Anormal olan, tüm bu fotoğrafın şaşkınlıkla karşılanması, zira zaten ABD yönetimlerinin geçmişte çeşitli ülkelere “demokrasi götürme” bahanesiyle yürüttükleri işgal ve askeri müdahaleyi de içeren stratejileri, genelde o ülkelerin insanlarına yönelik vaatlerle beraber sahneye koyuldu ve bu vaatlerin çok azı gerçekleşti.

ABD’nin müttefikleriyle ilişkilerinde ortaya çıkan Amerika’nın güvenilirliği sorunu ve ABD’nin askeri müdahalelerinin yararlılığından duyulan şüphe farklı isimlerdeki ABD başkanlarının kimlikleriyle açıklanamayacak kadar ciddi bir sorundur aslında. Bilindiği üzere ABD’nin küresel bir güç olarak ortaya çıktığı 20. yüzyılın başından itibaren ABD başkanları, Amerikan güvenlik ve dış politika stratejisinin bir parçası olarak ülke toprakları dışındaki coğrafyalara farklı gerekçelerle askeri müdahalede bulunuyorlar. Afganistan; Vietnam, Guatemala, El Salvador, Panama, Küba, Nikaragua, Kongo, Irak, Kamboçya ve sair birçok ülke isminin bulunduğu listedeki isimlerden bir isim sadece.

ABD’NİN ULUS İNŞASI HEDEFİNİ İNKÂRI

Bu müdahalelerin bir kısmı yıkım, ölüm ve ABD’nin hedefl erine ulaşması bakımından o kadar büyük bir külfet getirmişti ki Washington, ABD askeri kuvvetlerinin müdahil olduğu sınır ötesi harekatları siyasi olarak başarılı kılmak için pek çok farklı doktrin ilan etmişti. Bu doktrinlerin kimi büyük ve yıkıcı bir güç gösterisini, kimi yeni bir elit ve bürokrat sınıfının ortaya çıkartılması için rejim değişikliğini öneriyordu.

Bugün Afganistan örneğini farklı kılan, yaşanan acılar ve terk edilen müttefik/ iş birlikçi kuvvetler değil, ABD’nin 2001’de giriştiği operasyonun ve stratejilerinin amaç ve araçlarını adeta gözü kara bir tutumla inkâr etmesi. Başkan Biden’a göre ABD’nin Afganistan’da ulus inşa etme gibi bir niyeti hiç olmadı. Bu yüzden ülkede süregelen savaşta eğer Afganlar savaşmayacaksa Amerikan askerinin burada savaşmasına izin vermek söz konusu olamazdı.

Ulus inşası/devlet inşası kitapları kütüphanelerimizde hâlâ duruyor. Afganistan’ın inşasında görev alan bürokrat/teknokratların 20 yıldır anlatıp durduğu hikayeler hâlâ kulaklarımızda. Biden yönetimi, sadece kendisine inananları eli boş, sahada 2020’ye kadar “radikal” ilan ettiği bir güç ile baş başa bırakmıyor; bu başarısızlığın siyasi tarihini sıfırlamaya çalışıyor. Herkesten olayları unutmasını ve başka şekilde hatırlamasını bekliyor. İşte bu nedenle Afganistan trajedisi diğer müdahale trajedilerinden farklı bir yere oturuyor. ABD bu imkânsız görevi -tarihi unutma işini- niçin Biden’ın konuşmasının odağına koyuyor? Çünkü Afganistan’da yaşananlar sadece Afganistan’da kalmıyor. ABD’nin inanılırlığı zarar görüyor.

ABD BATILI MÜTTEFİKLERİNE DE DANIŞMADI

Tabii terk edilenler, fikri sorulmayanlar, danışılmayanlar kategorisine sadece Kabil hükümetini ve Afganları koymamalıyız. Bir zamanlar George W. Bush’un Afganistan’a yönelik terörle mücadele stratejisinde kendisine -ve dolayısıyla ABD’yedestek istediği Batılı müttefikleri de ABD’nin sık sık başvurduğu “tek tarafl ı karar verme” pratiğinin tadına baktılar. Bu tadı Avrupalıların beğenmediğini biliyoruz. Nitekim yakın geçmişte, Başkan Trump’ın NATO ve Avrupa Birliği (AB) müttefikleri hakkında neler düşündüğünü ifşa etmesi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” sözlerini söyletmişti.

ABD’nin Soğuk Savaş yıllarında SSCB ile rekabet halinde iken Thor ve Jupiter füzelerini NATO müttefiklerinin topraklarından kaldırması ve bunu da müttefiklerine haber vermeden yapmış olması siyasi tarih kitaplarında yazılı bir gerçektir ve pek çok Avrupalı aktörü “stratejik özerkliğin” önemi konusunda düşündürmüştür. Biden yönetiminin son NATO Zirvesinde bu şüpheleri dağıtmak için özel çaba gösterdiği, bir aile fotoğrafı vermek istediği de biliniyor.

Bu yüzden Trump mirasını temizlemek ve ABD’nin maliyetlerini aşağı çekmek için yapılan bu hızlı operasyonun yol açtığı güven bunalımı hem daha ciddi hem de daha ironik.

Avrupa’nın Afganistan’a sorunlu bakışı

Bu arada, ABD’nin Afganistan’ı terk etme planını açıklamasından sonra birçok Avrupalının da tıpkı Amerikalılar gibi hızla Afganistan’ı terk etme trenine atladığı görülüyor. Avrupa değerleri, insan ve kadın hakları, işveren sorumluluğu gibi pek çok liberal ve küresel değerin savunuculuğunu yapan Batılı ülkelerin elçiliklerini en son mobilyaya kadar boşaltıp, Afgan çalışanlarına haber dahi vermedikleriyle ilgili iddiaları basından okuduk. Kısaca, stratejik planlamada ABD tarafından terk edilenler de sahada gücü yettiğini terk ediyor. ABD, Rusya ve Çin gibi üç büyük gücün jeopolitik rekabeti Doğu Akdeniz’de başlamış, Karadeniz ve Kafkasya’da ikinci cephe açılmıştı. ABD’nin çekilmesinin ardından üçüncü cephenin Orta Asya-Afganistan-Güney Asya hattında açılabileceğini beklemek bizi şaşırtmaz. Batı bu mücadeleye zaten çekilmenin açtığı yaralarla topallayarak giriyor. Üstelik Avrupa maalesef Afganistan’ı hâlâ bir terör ve mülteci üreten yer olarak görüyor ve algılıyor. ABD ve AB sadece maliyet (terör, göç ve başarısız ulus inşa süreçlerinin maliyeti) üzerinden hesap yapmaya ve Afganistan’da başarısız Batı stratejilerinin maliyetini görmezden gelmeye devam ettikçe bölgeye istikrar getirecek bir politika da geliştiremeyecekler.

KISSADAN HİSSE: Dünyanın başka köşelerinde halihazırda ABD için vekaleten iş gören devlet ve devlet dışı tüm aktörlerin Afganistan’da son günlerde yaşanan trajediden ders çıkarmaları şiddetle tavsiye edilir.
Editör: TE Bilisim