Doç. Dr. Metin Uyar / Analiz

İklim değişikliği, su kaynaklarındaki azalma ve bunun tarımsal üretim üzerindeki olumsuz etkisi, kurak ve yarı kurak alanların genişlemesine sebebiyet verirken, çölleşmeyi, tuzlanmayı ve erozyonu artıracak yıllık ortalama sıcaklıklar da yükseliyor. İklim değişikliği ile ortaya çıkan su döngüsünün değişmesi ve su kaynaklarının kullanımında sorun yaşayan ülkelerin yaşadığı belirsizlik durumu, yaşanan “su stresini” giderek artırıyor. Veriler, dünyada 17 ülkede aşırı düzeyde su sıkıntısı yaşandığını gösteriyor. Katar, İsrail, Lübnan, İran, Ürdün, Libya, Kuveyt, Suudi Arabistan, Eritre, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), San Marino, Bahreyn, Hindistan, Pakistan ve Türkmenistan bu ülkelerden bazıları. En sorunlu 17 ülkenin 11'i ise Orta Doğu'da yer alıyor. Araştırmalar, bu ülkelerdeki temiz içme suyunun yüzde 80'inin tarım, sanayi ve şehir belediyeleri tarafından kullanıldığını ortaya koyuyor.

İRAN’DAKİ SU PROTESTOLARI

Medyada çıkan haberler, İran’ın Huzistan eyaletinin sıcaktan kavrulduğunu gösteriyor. Mart ayından bu yana kuraklık ve su kıtlığı çekilen bölgede halk, hükümete ve su kaynaklarının kötü yönetimine karşı öfkeli ve sokaklarda ciddi protestolar yaşanıyor. Su protestoları nedeniyle zor günler geçiren İran’da su kaynaklarının kullanımından kaynaklı birçok sorun bulunuyor. Buna karşın son dönemde İranlı yetkililer Türkiye’nin Fırat ve Dicle nehirlerinin suyunu adil kullanmadığını ve bunun da bölgede su sıkıntısına yol açtığı şeklinde iddialar gündeme getirdi. Ancak burada İran'da su sorununun perde arkasında farklı nedenlerin yattığını kaydetmek gerekiyor. Ciddi su stresi yaşayan İran’da su kronik bir sorun. 1979 devriminden önce de su protestolarının yaşandığı ülkede, bu durum günümüzde de sorun olmaya devam ediyor. Yıllar geçtikçe sorun büyüse de hayati derecede öneme sahip olan bu soruna kalıcı bir çözüm üretilemedi.

TÜRKİYE’NİN ‘GAP’ PROJESİ

Esasında İran'daki doğal kaynakların yıllardır yanlış yönetilmesinden dolayı su sorunu içinden çıkılmaz bir hale gelmiş durumda. İran'daki su krizinin Türkiye ile bir ilgisinin bulunduğunu söylemek hayli güç. Türkiye geçmişte olduğu gibi bugün de sınır aşan su kaynakları üstünde iş birliği yaklaşımını izliyor ve bu yaklaşımını hiçbir zaman bozmuş değil. Keban ve Karakaya barajları inşa edilirken Fırat Nehri’nde saniyede 350 metreküp su bırakılması taahhüt edilmiş, komşu ülkelerin ihtiyaçları da bu bağlamda dikkate alınmıştı. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında yapılan diğer baraj ve hidroelektrik santrallerinde de aynı politikanın izlendiğini görülebilir. Türkiye, 1987 yılında Suriye ile imzalanan protokolle de saniyede 500 metreküp su bırakmayı taahhüt etmişti ve günümüze kadar da bu sözüne hep sadık kaldı. Burada ironi olan ise İran’ın son yıllarda özellikle yaz aylarında Irak'a giden suyu ya tamamen ya da büyük oranda kesmesi. Bu durum, halihazırda önemli ölçüde su sorunu yaşayan Irak’ta yaşamı oldukça olumsuz etkiliyor. Özellikle Dicle nehrinin bazı kollarındaki suların tasarrufu husu- sunda eleştiriler yönel- ten İran’ın, komşusu Irak’a yönelik su kesintisi yapması da çelişkili bir tutum olarak öne çıkıyor.

Türkiye üzerine düşeni yaptı

Türkiye'nin Fırat Nehri üzerinde Keban Barajı'nı inşa etmeye karar vermesi üzerine Türkiye-Irak-Suriye ilişkilerinde yeni bir dönem başladı. Keban'dan sonra Karakaya ve özellikle sulama amaçlı Atatürk Barajı’nın inşaatı ve su tutması sırasında zaman zaman gerginleşen ilişkiler, günümüzde nispeten daha sakin. 1987 yılında Suriye ile yapılan ve saniyede nehir yatağına 500 metreküp su bırakılmasını öngören protokol Türkiye tarafından düzenli şekilde uygulanıyor.

Asıl sorun iklim değişikliği

Küresel iklim değişikliğinin yarattığı olumsuz etkilerin en büyüğü kuşkusuz su ve su kaynaklarının etkilenmesi. İklim değişikliğine karşı uyumda ciddi sorunlar yaşadığımız da bir gerçek. İklim değişikliğinin yarattığı etkilere doğanın uyumu bir süre sonra gerçekleşecek olsa da insanoğlunun adaptasyonunun kolay olmayacağı da görülüyor. Küresel iklim değişikliğinin hızla büyüyen etkilerinin yanında, ciddi su stresi yaşayan İran’ın, yaşadığı su soarunu ile yüzleşmek yerine, halkın öfkesini yatıştırmak için faturayı başkasına kesme işine son vermesi önemli. Kuşkusuz, diplomatik gerilim yerine iş birliği çok daha başarılı ve kalıcı çözümler üretecektir

PEKİ ÇÖZÜM NE?

Küresel iklim değişikliğinin yeryüzünde yaratacağı su kıtlığının savaşlara zemin hazırlamaması için önerilecek en doğru çözüm, ilgili ülkelerin bir araya gelerek kıt kaynakların insanca bir temelde ortak paylaşıma sokulmasını sağlayacak bir planlama yapmasıdır. Suyun bir insan hakkı olması dolayısıyla su politikalarının adalet ve hakkaniyet ilkelerine dayanan etik bir çerçevesi hızla hayata geçirilmelidir. Ayrıca, su sorununa bulunacak adil çözümler ve uygulanabilirlikleri uluslararası anlaşmalarla garanti altına alınmalıdır.

Üç ülkenin su anlaşması

Türkiye, Suriye ve Irak arasında sınır aşan suları kapsayan ilk uluslararası anlaşma, Lozan Anlaşması’dır. Mezkur anlaşmaya daha sonra eklenen 109. maddede, anlaşmanın imzalandığı tarihte yeni bir sınır çizilmesi yüzünden bir devletin su sisteminin diğer bir devletin ülkesinde yapılacak işlere bağlı kaldığı veya bir devletin ülkesinde, savaştan önceki teamül gereğince diğer bir devletin ülkesinde bulunan sular veya su kuvveti kullanıldığı takdirde, ilgili devletler arasında birbirinin menfaatlerini ve müktesep haklarını muhafaza edecek bir anlaşma yapılması gereği belirtiliyor. Fakat bugüne kadar böyle bir anlaşma imzalanmadı. 1946 yılında imzalanan Türk-Irak Dostluk Anlaşması’nın 1 Nolu protokolünde, Fırat ve Dicle nehirleri ile kollarını içeren suların düzene konması için Türkiye tarafından yapılacak tesislerin her iki ülkenin yararına olacağı kabul edilmekte. Türkiye'nin inşa edeceği tesislerden Irak'ı haberdar etmesi gerektiği belirtilmektedir.

Fırat ve Dicle nehir sistemleri

Türkiye'den doğup Suriye ve Irak topraklarında aktıktan sonra birleşip müştereken Basra Körfezi'ne dökülen Fırat ve Dicle nehirleri, en az beş bin yıldan beri bölge insanları için hayat kaynağı. Tarihin en eski dönemlerinden beri çeşitli kanallarla birbirine bağlanan ve yüzyıllar içerisinde sulama alanlarındaki kullanımları büyük değişiklikler gösteren bu iki nehirle ilgili meseleler, özellikle 1960’lı yıllardan itibaren, Türkiye'nin başlattığı projeler dolayısıyla yoğunluk kazanmış ve üç ülkenin siyasi ilişkilerini önemli ölçüde etkilemiştir.

Editör: TE Bilisim