Zaman, Yüce Rabbimizin insanoğluna verdiği en önemli nimetlerdendir. Yüce dinimiz öncelikle insan hayatını; çocukluk, gençlik, olgunluk, ihtiyarlık ve düşkünlük gibi çeşitli zaman safhalarıyla belirlemiştir. Yine onun görev ve sorumluluk alanının dinî boyutunu gösteren namaz, oruç, zekât, hac ve kurban gibi ibadetler de çeşitli zaman dilimleriyle kayıtlı kılınmıştır. Diğer yandan Yüce Allah; gece, sabah ve asır (çağ) gibi önemli "vakit" lere yemin ederek, dikkatimizi o anlara çekmiştir. Kur'an'da zamanın hesaplanması ve ölçülmesi bağlamında bir yılda on iki ay olduğu açıklanarak iş, çalışma ve ibadetle ilgili takvimin de buna göre düzenlenmesi gerektiği bildirilmiştir. (Tevbe, 9/36; Bakara, 2/189) Böylece Kur’an-ı Kerîm; "vakit" ile ilgili içerdiği hükümler sayesinde hem onun nasıl kullanılması gerektiğini hem de onun ne kadar önemli olduğunu hatırlatmıştır.

İnsan ömrünün esası, zamandır. Çünkü insanın işleri, zaman içinde olur. Geçen her an, insanın ömrünü eksiltir ve ecelini yaklaştırır. Ne var ki, insan çoğu kez, geçen zamanı kazanç zanneder. Bunun için Peygamberimiz (s.a.s) insanların bu aldanışına dikkat çekmiş ve şöyle buyurmuştur:

“İki nimet vardır ki; insanların çoğu onların değerini bilmezler: Sağlık ve boş vakit" (Buhârî, “Rikak”, 1; Tirmizî, “Zühd”, 1)

Hayat; bir hayırlı faaliyetler alanı ve süreci; ölüm ise çalışmalarımızın karşılığını bulacağımız, ebedî varlık sahasına geçişi sağlayan bir dönüm noktasıdır. İnsanın en kıymetli sermayesi ömrüdür. Sermayemiz, kartopu gibi eriyen bir sermayedir. Hayat, dönüşü olmayan bir yolculuk, akıp giden bir sudur.

Geçen geçmiş, gelecek de henüz gelmemiştir. Öyleyse kullanılabilir sermayemiz, sadece içinde bulunduğumuz andır. Şu hâlde bütün mesele bu "ân"ı Allah’ın rızasına en uygun bir şekilde değerlendirilmektir.

Ne mutlu, vakti, asıl sahibinin gösterdiği istikamette dolu dolu yaşayan ve kuşanan güzel insanlara!

●Günün Ayeti

Ey insanlar! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Allah'tan başka size göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı var mı? O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. O halde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz? (Fâtır, 35/3)

●Günün Hadisi

“Kulların sabaha eriştiği her gün (yeryüzüne) iki melek iner. Bu iki melekten biri, ‘Allah’ım, malını hayır yolunda harcayan kişiye (harcadığı malın yerine) yenisini ver.’ der. Diğeri de, ‘Allah’ım, malını (hayır yollarında harcamayarak) elinde tutan (cimrilik eden) kişinin malını telef et.’ der.” (Buhârî, “Zekât”, 27)

●Günün Duası

“Rabbimiz! Bizi sabırla donat, bize sebat ver ve inkârcı topluluğa karşı bize yardım et. (Bakara, 2/250)

Ramazannâme ( Ramazan Manileri)

Yemekleri yiyelim,

Duasını edelim,

Haydi, hiç gecikmeden,

Teravihe gidelim!

●Sıkça Sorulanlar

Burun damlası orucu bozar mı?

Tedavi amacıyla buruna damlatılan ilacın bir damlası, yaklaşık 0,06 cm3 ’tür. Bunun bir kısmı da burun çeperleri tarafından emilmekte, çok az bir kısmı mideye ulaşmaktadır. Bu da, mazmazadan (ağzı su ile çalkalamadan) sonra ağızda kalan rutubette olduğu gibi orucu bozacak düzeyde görülmemiştir. Kaldı ki bu işlem yeme içme yani gıdalanma anlamı da taşımamaktadır. Dolayısıyla burun damlası orucu bozmaz.

Kusmak orucu bozar mı?

Miktarı ne olursa olsun kendiliğinden gelen kusuntu orucu bozmaz. Aynı şekilde mideden ansızın ağza yükselip tekrar mideye dönen şeyler de oruca zarar vermez. Kişinin kendi isteği ile ağız dolusu kusması hâlinde ise oruç bozulur. Hz. Peygamber (sav),

“Oruçlu kimse kendisine hâkim olamayarak kusarsa ona kaza gerekmez. Her kim de kendi isteği ile kusarsa orucunu kaza etsin.” (Ebû Dâvûd, “Savm”, 32; Tirmizî, “Savm”, 25) buyurmuştur. Bununla birlikte, kustuğu için orucu bozuldu zannıyla yemeye içmeye devam eden kimsenin orucu bozulur. Böyle bir kimseye keffâret değil, gününe gün kaza gerekir.

(Diyanet İşleri Başkanlığı, Oruç Sıkça Sorulanlar)

●Esma-i Hüsnâ

Ya Veliyy!

Sana tevekkül ettim vekilim sensin

Sana iman ettim sahibim sensin

Sana sığındım sırdaşım sensin

Sana güvendim veliyyim sensin

Ya Hamid!

Hamid sensin hamd sanadır

Diller senin hamdinle tatlanır

Her nefes sana minnetle verilir ve alınır

Ya Muhsi!

Hadsız acz ve zaaf içindeyim

Düşmanlarım pek yaman incitenim sayısızdır

Sana şükrüm yetersiz arzularım hesapsızdır

Fıtratımın diliyle yalvarıyorum dualar ediyorum

İsteyenlerin ve istenenlerin sayısını bilen ancak sensin

Kalbime yoldaş eyle merhametini

(Senai Demirci)

el-Metîn: Çok sağlam. Her şeye gücü yeten, kudretli. Kuvveti ve gücü eksilmeyen, kendisine zarar verilmeyen, zalimlere ve zorbalara karşı gücünü gösteren ve yalnızca kendisine güvenilen.

el-Veliyy: İyi kullarına dost. Yarattığı varlıkların tüm ihtiyaçlarını karşılayan, onları koruyup gözetleyen, seven ve işlerini idare eden.

el-Hamîd:  Ancak kendisine hamdüsena olunan, bütün varlığın diliyle biricik övülen. Bütün varlıkların kendisini güzellikle niteleyip övdüğü, verdiği nimetlerden dolayı kendisine teşekkür ettiği, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde övgüye layık olan.

el-Muhsî: Her şeyi tek tek ve bütün sıfatlarıyla bilen. Yaratmış olduğu varlıklara belirli bir ölçüye göre nimetler veren, kullarının söz ve davranışlarını bilen, bütün mahlukatı denetimi altında tutan.

●Bir İnci

Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz

Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde

İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrah

Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah

(Ziya Paşa)

●Peygamberimizden Hatıralar

Allah Resûlü (sav) bazı ihtiyaçlarını temin etmek için zaman zaman Medine pazarına gider, bu vesileyle gelip gidenlerden ve alınıp satılanlardan da haberdar olurdu. Yine bir gün pazarda dolaşırken bir buğday yığını dikkatini çekti. Hububatı satan adamın yanına gelerek buğday yığınına elini daldırdı. Ancak buğdayın altı göründüğü gibi çıkmamış, Efendimizin parmakları ıslanmıştı. Satıcıya ıslaklığın sebebini sorduğunda, yağmurdan kaynaklandığı cevabını aldı. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Öyleyse insanların görmeleri için ıslak olan kısmı üste koyman gerekmez miydi?”  diyerek ticaret ahlâkına dikkatleri çekti. Anlaşılan o ki, satıcı kuru ve ıslak olan buğdayı ayırmadan satışa sunmak suretiyle insanları aldatmaktaydı. İnsanları aldatmak ise, Peygamberimizin sünnetinden ve yolundan uzaklaşmak demekti: 

“Müslümanlar arasında aldatma olamaz! Bizi aldatan, bizden değildir!”  

(Müslim, “Îmân”, 164; Dârimî, “Büyû’ ”, 10; Hadislerle İslam, III, 507)

Her Güne Bir Kavram

İstiğfar

1. Örtme, perdeleme, kirden, pastan korunma.

2. Bağışlanma ve af isteğinde bulunma.

3. Estağfirullah (Allah’tan bağışlanma dilerim.), estağfirullah el-azim (Yüce Allah’tan bağışlanma isterim.) şeklindeki dua cümlelerini okuma.

4. İnsanın yapmış olduğu güzel işleri az görüp onları artırma çabası, ahirette azap görmesine neden olacak kötü amellerini gözünde büyütüp onlardan kaçınması ve günah eylemlerinin çirkinliğini fark ettikten sonra Allah’tan bağışlanma dileğinde bulunması.

İstiğfar etmek Kur'an-ı Kerim’de ve sünnette teşvik edilmiştir. Hz. Muhammed, peygamber olmasına rağmen günde yüz defa istiğfar ettiğini söylemiştir.

“Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ, her gece, gecenin son üçte biri kaldığında dünya semasına iner (rahmet nazarıyla bakar) ve şöyle buyurur:

“Bana dua eden yok mu, duasını kabul edeyim! Benden isteyen yok mu, ona (dilediğini) vereyim! İstiğfar eden yok mu, onu bağışlayayım!"  (Buhârî, “Deavât”, 14)

İşte Allah Resulünün dilinden “seyyidü"l-istiğfar” yani tevbe-istiğfarın en güzeli:

“Allah’ım, benim Rabbim sensin, senden başka ilâh yok.

Beni sen yarattın ve ben senin kulunum.

Ben gücüm yettiğince sana verdiğim söz üzereyim ve senin vaadine de güveniyorum.

Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım.

Bana olan nimetini itiraf ediyorum.

Günahlarımı da itiraf ediyorum.

Günahlarımı bağışla, çünkü günahları senden başka bağışlayacak hiç kimse yoktur.” 

(Tirmizî, “Deavât”, 15.)

Editör: TE Bilisim