İran’ın Şam’daki konsolosluğunu hedef alan hava saldırısına misilleme olarak İsrail’e insansız hava araçları (İHA’lar) ve füzelerle düzenlediği saldırıyla ilgili tartışmalar devam ediyor.

Genel kanaat önceden haber verilen ve sınırlı olacağı bildirilen saldırının “fiyasko” ve “tiyatro” olduğu yönündeyken İran yanlıları saldırının “ne kadar etkili olduğunu” ve “amacına ulaştığını” anlatmak için büyük çaba sarf ediyorlar.

Kimi “İsrail’e atılan her taş değerli” derken kimi İran’ın İsrail’e ilk kez saldırdığını ve oyunun kurallarını değiştirdiğini söylüyor.

Bazıları da İran’ın saldırıda kullandığı İHA’ların ve füzelerin maliyetinin düşük, İsrail’in onları düşürmek için kullandığı füzelerin ise pahalı olduğunu, böylece İsrail’in çok büyük ekonomik kayba uğradığını anlatıyor.

Bu arada, İran’ın İsrail’e gerçekten ağır bir darbe vuracağını zannedenler / vurmasını ümit edenler hayal kırıklığı yaşıyorlar.

Onların da bir kısmı beklentilerinin boşa çıkması sebebiyle sessizliğe gömülürken diğer bir kısmı saldırının sıfır etkiyle sona ermesine tepkilerini dile getiriyor.

Örneğin, Gazzeli gazeteci Motasem Dalloul, İHA’lar ve füzelerle gerçekleştirilen saldırıyla alay ettikten sonra saldırının dikkatleri İsrail’in Gazze’deki katliamlarından başka yöne çektiğini ve İsrail’e yeniden sempati duyulmasını sağladığını söylüyor.

Savaşın başından bu yana Gazze Şeridi’nde bulunan ve ailesinden birçok kişinin şehit olduğunu gören Dalloul, “Gerçek bir saldırı olsaydı vallahi çok sevinirdik. Çünkü İsrail’in ateşiyle en çok yanan biziz. Fakat o ateşin daha çok alevlendirilmesini değil, söndürülmesini istiyoruz.” diyor.

İran “imajını kurtarmak” için mecbur kaldığı planlanmış kontrollü saldırısıyla bugüne kadar takip ettiği “stratejik sabır” politikasını terk etmiş değil.

Doğrudan savaşa girmek yerine proxy örgütlerini kullanmayı ve çatışmayı İran toprakları dışında tutmayı tercih eden Tahran, provokatif saldırılarla ne kadar savaşın içine çekilmeye çalışılsa da yıkımına yol açacak bir savaşa sürüklenmemek için “o sabrını” hep korudu.

Beklenmedik çok büyük bir gelişme yaşanmaz ve gerginlik kontrol edilemez hâle gelmezse, İran devlet aklı Orta Doğu’daki mevcut kazanımlarını kaybetmemek için “stratejik sabır” politikasını sürdürecek.

Çünkü İran, önceki günkü saldırıda da görüldüğü gibi, İsrail’in yalnız olmadığını gayet iyi biliyor.

Filistin’de, Yemen’de, Irak’ta ve Lübnan’da beslediği örgütlerle birlikte dahi saldırsa karşısındaki askerî gücün kendi gücünden daha üstün olduğunun farkında.

İsrail ve müttefiklerine hava sahasını açan Ürdün, İran İHA’larının ve füzelerinin düşürülmesinde aktif rol oynadı.

Wall Street Journal’ın haberine göre, Körfez ülkelerindeki erken uyarı radarlarından Katar’daki Amerikan üssüne gelen bilgiler sayesinde İran’ın İHA’ları ve füzeleri fırlatıldıkları andan itibaren takip edildi.

Yani sadece Ürdün değil, Al Jazeera yayınlarıyla İran’a, Iraklı Şii milislere, Hizbullah’a ve Husilere propaganda desteği veren Katar da İran İHA’larının ve füzelerinin düşürülmesine katkı sağladı.

İran “stratejik sabır” politikasını terk eder ve İsrail’le doğrudan savaşa girerse karşısında ilk önce Katar’ı ve El-Udeyd Üssü’nü bulacak.