“Bu çağda insanın yeri merkezden kaymıştır artık” diyor Oliver Roy.

Bu iddiasında çok da haksız değildir.

Zira hayvan hakları savunucularının melek ile hayvan arasındaki bu merkezî konumu, hayvan ile insan arasındaki ilişkiye yeni bir boyut kazandırmasıyla bambaşka bir mecraya kaymıştır.

Krizler çağı, erkekliğin krizi, kültürlerin krizi, dinlerin krizi, demokrasinin krizi ve daha nice krizlerle insanı çok sarsıcı denemelere tabi tutsa da insan en azından insan olarak yine merkezî konumunda kalmayı başarabiliyordu.

“Bugün ise karşı karşıya kalınan yeni kriz; insan, ahlaklı olarak dahası insan olarak kalabilecek mi?” sorusu etrafında şekilleniyor âdeta.

Çok güçlü lobilerin desteğini alan LGBT tarzı sapkın propagandalar, karşı propagandaların sesini boğma konusunda oldukça güçlü bir konuma ulaştı geleneksel küresel medya ve sosyal medyada. Büyük sermayedarların ve ABD gibi ülkelerin sınırsız destekleriyle, büyük organizasyonlara mühürlerini vurabiliyor hatta pozitif ayırımcılığa bile tabi tutuluyorlar.

Son Eurovision Şarkı Yarışması’ndaki rezaletler, bunun en açık delillerini bir defa daha ortaya koydu.

Sokak köpekleri tarafından parçalanan insan, çeşitli lobilerin şirazeden çıkmış ve hayvana tanıdıkları yeni konum karşısında çaresiz gibi görünüyor.

Hatta bazılarına göre sorun köpekte değil; onunla iletişim kuramayan çocukta ve kadındadır ve suçlu olan köpek değil insandır.

Hayvana tanınan bu “duyarlı” statü, insandan alınan ve hayvana aktarılan yeni bir bakış açısının sonucudur.

Hatırlayın, Boris Johnson 2021’de Kâbil’den kadınları, çocukları ve yaşlıları değil de 150 kadar kedi ve köpeği kurtarmayı seçmişti.

İnsanın merkezî konumunun çak daha fazla kaydığı yerler de var; Gazze ve dünyanın başka pek çok noktasında zulüm gören Müslümanlar açısından.

Bugün geldiğimiz bu tablonun en büyük müsebbibi postmodern anlayışın derinleştirdiği kültür ve inanç krizidir.

Sosyal medyanın alim ile cahili eşitleyen bakış açısında her türlü hakikat yerinden edilmiş gibi görünüyor.

Bunun en önemli sebebi Umberto Eco'nun sert deyişindeki gibidir; “İnternet ve sosyal ağlar sayesinde, daha önce hiç sesi çıkmayan bir sürü budalaya konuşma hakkı veriliyor.”

Hakikatlerin değil, duyguların ön planda olduğu bir dünyada her şey düzleşiyor, dikey hiyerarşiler kayboluyor.

Yaratılışın, kâinatın temel yasaları büyük bir cehaletle indirgeniyor hatta sıfırlanıyor.

Çünkü cehaletin kol gezdiği yerde nedenler yoktur, coşku vardır.

Kriz çağının sosyofobik insanı, insandan boşalttığı sahasına her türden hayvanı ikame ederek yeni bir duygu hattı inşa etmiş ve yol arkadaşı, teselli kaynağı olan bu hayvanı da ötekileştirdiği insandan daha üstün bir konuma yerleştirmiştir.

Oysa adil olan, hak edene hak ettiğini vermektir.

Bu zeminde de hayvan kendi konumunda, insan kendi konumunda değerlidir.

İnsanı yerinden eden ve ona varlık krizi yaşatan her düşünce, önce kendi varlığını krize sürüklüyor demektir.

Zira insanı hükmen yok sayan hiçbir insan, kendi varlığını koruyamaz.

Postmodern anlayışta her şey anlık ve uçucudur; “hemen şimdi, hemen burada” yaklaşımıyla uzun ömürlü her duygu kenara itilmiştir.

Eğer çok geç olmadan farkına varamaz isek insanın merkezî konumu sosyal medyanın safsatalarına kurban gitmek üzeredir.

Ve insan, insan olarak kalabilmek için hakikatini ve merkezî konumunu korumak zorundadır.

“Kalımsızlığın kalımı”nda, bir sosyal medya düzlüğünde, âdeta bir çölün ortasında yolunu kaybetmiş insanın, şerefli konumunu yeniden hatırlama ihtiyacı var.

İnsanın konumunu kaybettiği yerde hayvan da kendi konumunda kalamayacağı için onun yaşamı da hak etmediği ve kendisini aşan bir sorumlulukla başka bir krize sürüklenmiş olur.

Ey insan!

Yerini hatırla…

Hatırla ki her şey yerli yerine otursun…

Yol yakınken dön; yok olmadan dön…