Emmanuel Macron sadece 44 yaşında. Ancak 24 Nisan Pazar günü tekrar seçilerek son 20 yılda ikinci dönem Cumhurbaşkanlığı görevini üstlenecek tek lider o oldu. Halbuki 5 yıllık iktidarına dönüp baktığımızda olaysız bir gün bile geçmedi. “Herkesin Başkanı olacağım” iddiasıyla yola çıkan genç lider, bir süre sonra sadece belli bir zümrenin halka tepeden bakan, zenginleri kayıran başkanı izlenimini vermeye başladı.

Sarı Yelekliler eylemleri, bir toplumun adaletsizlik ve eşitsizliğe isyanıydı. Dikkate alınmadı, bastırıldı. Ülkedeki terör saldırılarının faturası Müslümanlara kesildi. Her ne kadar hükümet “bizim mücadelemiz İslam ile değil, fanatizm ve radikallikle” dese de bugün ülkede Müslümanlar hiç olmadığı kadar huzursuz. 2022 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nin de ana gündemlerinden biri İslam oldu. “Fransa İslam’ı” fikrini ortaya atan Emmanuel Macron, aşırı sağcı rakibi Marine Le Pen’in “kamuya açık alanlarda başörtüsünü yasaklayacağım” fikri için “bu bir iç savaşa yol açabilir” dedi. Oysa Macron’un “Fransa İslam’ı” ortaya çıkarma fikri, belki de yasakçı zihniyetten bile daha tehlikeliydi çünkü Macron doğrudan dini özünden koparmak istiyordu.

“Ayrılıkçı fikirlerle mücadele” adlı yasa tasarısı hazırlanırken hükümet de “ayrılıkçı” ifadesinin her yana çekilebileceğinin farkındaydı. “Demokrasinin beşiği” olarak sayılan ülkede bugün ifade, düşünce ve ibadet özgürlüğü zincirlenmeye başladı. Charlie Hebdo’nun Hz. Muhammed’e hakaret niteliğindeki karikatürleri “ifade özgürlüğü” olarak kabul edilirken, Cumhurbaşkanı Macron'u Adolf Hitler'e benzeten bir afiş asan ilan panosu sahibi, 10 bin euro para cezasına çarptırıldı. Artık özgürlük de tıpkı para gibi sadece birileri için vardı.

Peki neydi Macron’u tekrar iktidara taşıyan? Macron da bu sefer karşısına güçlü bir aday çıkarsa tekrar seçilemeyeceğini biliyordu. O yüzden yine ne yapıp edip Marine Le Pen ile karşı karşıya gelmeli ve birinci turdan sonra yine o bildiğimiz “aşırı sağ için tek bir oy dahi vermeyin, ülkeyi kurtarın” konuşmasını yapmalıydı. Ve yine bu seçimlerde de herkesin beklediği o “kurtarıcı” gelmedi. Macron hükümetinin daha geniş kitleler tarafından kabul gören Başbakanı Edouard Philippe seçimlerde adaylığını koymadı. Bu sefer bütün gözler Fransa'nın Hauts-de-France Bölgesi Başkanı ve eski bakan Xavier Bertrand'a çevrilmişken, o da beklenmedik bir şekilde Cumhuriyetçiler Partisi'nin adayı bile seçilemeyerek yerini Valérie Pécresse'e kaptırdı. Marine Le Pen’e dönüp baktığımızda ise, bu seçimlerde karşısında beklenmedik bir şekilde aşırı sağcı polemikçi Eric Zemmour’u buldu. Le Pen’in oyları bölünmeye başladı. Sanki “görünmeyen bir el” bütün siyasi parametreleri Macron’un tekrar seçileceği şekilde kurguluyordu. Peki çaresizlikten oy vermenin adı yine demokrasi miydi?

Evet bugün Macron yine Fransa’nın başına geçti. Birinin Cumhurbaşkanı seçildiği gün sosyal medyada ki gündemin “Macron İstifa” olduğuna ilk kez şahit oldum. Aynı gün, Paris, Rennes, Nantes gibi büyük şehirlerde Macron karşıtı gösteriler düzenlendi. Macron, ilk seçim zaferi gezisinde domatesli saldırıya uğradı. Daha önce hiç tasvip etmesem de bir karşıtı kendisine tokat bile atıp hapse gitmiş, hapisten “yaptığından hiçbir pişmanlık duymadığını” dile getirmişti. Bütün bunları size anlatmamın sebebi, bir ülkenin ve halkın nasıl büyük bir öfke içinde olduğunu sizlere aktarmak. Ancak bütün bu tepkiye rağmen yeniden Cumhurbaşkanı olan Macron’un işi bu sefer zor. Karşısındaki muhalefet hiç olmadığı kadar güçlü ve Macron’u alt etmeye kararlı. Muhalefet partileri, 17-19 Haziran tarihlerinde düzenlenecek olan genel seçimlerde parlamentodaki çoğunluğu ele geçirmek için şimdiden çalışmalarına başladı. Bütün bu mücadeleye rağmen, ülkede kimsenin demokrasiye inancı kalmadı.