Dilimizde bir tabir var; kıt kanaat. Yanlış anladığımız ya da yanlış kullandığımızı düşünüyorum ben bunu. Zira bizim anladığımız kadar kötü bir manası olmamalı bunun. Kanaat bir erdem zira. Lakin bizim çok uzunca zamandır farkına varmadığımız bir erdem. Olmazsa her şeyin sonu olacağını sandıklarımızın aslında olmadığı zaman da olduğunu anlamamızı sağlayacak bir erdem.

Etrafıma bakınca mutlu mesut insanlar değil de daha ziyade dertli ve hatta buhranlı, stresli her daim bir şeylere yetişmeye çalışan ama yine de hep geciken ve bunun derdine düşen insanlar görüyorum ben. Ya da ben yanlış yere bakıyorum da gördüğüm herkes birbirine benziyor ya da gerçekten herkes böyle. Bilemiyorum. Ama kimsenin durmaya, düşünmeye hatta sadece dinlemeye bile vakti yok.

Aslında işin biraz da şöyle bir tarafı var. Bizim mahallenin insanları; mazbut ailelerin çocukları, kendince ve kendi halinde olanlar ve olabildiğince inanan, öyle yaşayanlar nedendir bilmem lakin daha fazla bir memnuniyetsizlik ve ne bileyim hoşnutsuzluk içinde. Kanaat etmiyor ya da edemiyor. Belki de daha fazlasını istiyor ve olmuyor diye de hayıflanıyor çok fazla. Karşı mahalledekilere bakınca ise daha farklı bir şey görüyorum ben. Evet doğru, bizim mahalledeki kadar geleneklerine bağlı değiller, manevi meselelerde de -bizce- noksanları çok fazla. Lakin tuhaf olanı şu ki bunların yanında yüzleri gülüyor.

Elbette bizler dünyaya yiyip için kam almaya gelmedik lakin bunca huzursuzluk da çok değil mi? Ya da şöyle eksik olan şey teslim olmak ya da tevekkül mü mesela? Ne gelirse O’ndan diyemediğimizden ve dünyanın rengine kandığımızdan mı? İddiamızla yaptığımız tam da örtüşmüyor gibi geliyor bana.

Bu zamanlar bize azın da yeter olduğunu hatta azın da çok olduğunu öğretti. Bunu sadece aldıklarımız, verdiklerimiz, yediklerimiz, içtiklerimiz için söylemiyorum. Zamanın da kıymetini ve aslında ne kadar çok olduğunu ama bizim onu da israf ettiğimizi öğretti. Muhabbetin ne denli kıymeti olduğunu ve daha evvel bunu fark edemediğimizi öğretti, selam alıp vermenin, eşe dosta gitmenin ne büyük nimet olduğunu öğretti. Anlamadığımız, farkına varmadığımız onca çok şeyin içinde yaşamışız meğer ve şimdi o kadar çoğun azı hatta çok çok azı olsun diye dualar ediyoruz.

Kanaat denen şey sadece var olan mala mülke nimete değil de elimizdeki imkâna, fırsata da olmalı dedirtti bize. Gönlünce çıkıp da dolaşabilmek, bir dostunla eski bir kıraathanede oturup da bir bardak çay içebilmek, özlediğin bir ahbabına şöyle içinden geldiğince sarılabilmek mesela ya da bilmem hangi internet sitesinden değil de bir küçük sahaf dükkânında kitaplarını seçebilmek… Ya hu camie gidip iki rekât namaz kılabilmek… Ne büyük saadetmiş meğer.

Az ile yaşamayı öğreniyoruz sanırım. Azın da çok olduğunu ve diğer zamanlarda bize yetmez sandıklarımızın aslında israf olduğunu şimdi idrak ediyoruz. Bunu anlamak için bunca şeyi yaşamak zorunda mıydık bilmiyorum lakin bir musibetin anlattığını bin nasihat anlatamıyor diyenler de kitabın ortasından konuşmuşlar vesselam. Yani bu sıkıntılı günlerden de çıkaracağımız pek çok ders var.