“Âlemlere rahmet olarak gönderilen” Peygamber Efendimiz’i (sav) itibarsızlaştırmaya çalışan adamlar, bir de onun şefaatinin hak olmadığını dile getirerek, Müslümanların arasına nifak tohumları atıyorlar. Hâlbuki şefaat konusu ayetlerde açıkça zikredilmiştir. Hem de şefaat ediciler olarak genel çerçevede, sadece peygamberlerin değil, “Allah’ın izin verdiği kimseler” olarak görmekteyiz. Tabii ki bu sadece Allah’ın müsaade edip lütfetmesiyle olacaktır. Şartları belirleyen ve dilerse kabul edip nimete nail edecek de ancak O’dur.Şefaat aslında bir duadır. Allah dilediği kimselerin duasını kabul edecektir. Onların başında ise peygamber Efendimiz (sav) gelir. Tarifi de bu hakikati dile getirir.

Sözlük anlamı olarak şefaat: Bir kimsenin suçunun bağışlanması ya da dileğinin yerine getirilmesi konusunda o kimseyle bir başkası arasında yapılan aracılık veyahut da bir kimsenin işinin görülmesi için önüne düşmek anlamlarına gelir.

Şefaat dini anlamda ise, âhiret gününde Rasûlullahsallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimizin, diğer peygamberlerin ve kendilerine izin verilen sâlih kimselerin, mü’minlerin bağışlanmaları için Allah katında duâ ve niyazda bulunmalarıdır.

Pek tabiidir ki en başta peygamberler şefaat edecektir. Sonra da onlara yakın olanlar. Hepsi de Allah’ın iznine bağlıdır dediğimiz gibi.

“O gün Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez.” (Tâhâ 109)

“İzni olmadan katında hiç kimse şefaat edemez.” (Bakara 255)

 “Allah’ın huzûrunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. Nihayet onların yüreklerinden korku giderilince: «Rabbiniz ne buyurdu?» derler. Onlar da ‘Hak olanı buyurdu’ derler. O, yücedir, büyüktür.” (Sebe’ 23)

ŞEFAATTEN MAHRUM KALACAK OLANLAR

Şüphesiz ki asıl şefaat tümüyle Allah’a aittir:

“Yoksa Allah’ın dışında şefaatçiler mi edindiler? De ki: “Onlar (şefaat yetkisine) sahip olmasalar ve (sizin onlara olan ibadetinize) akıl erdiremeseler dahi (yine de onları şefaatçi mi edineceksiniz)?” (39 Zümer 43)

“Dikkat edin! Halis olan din Allah’ındır. O’nun dışında veliler edinenler (derler ki): “Bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye bunlara ibadet ediyoruz.” Allah, ihtilaf ettikleri konularda aralarında hükmedecektir. Şüphesiz ki Allah, yalancı ve kâfir olan kimseyi hidayet etmez.” (39 Zümer 3)

“Kendilerine üstünlük olsun diye Allah’ın dışında ilahlar edindiler!” (19 Meryem 81)

Şefaat, kâfir ve münafıklara yoktur. İnandıkları putlar ve şeytan onlara asla şefaat edemeyecektir. İşte bu hakikatleri ayetlerde şöyle görürüz:

 “Allah’ı bırakıp, kendilerine hiçbir zarar ve fayda vermeyecek şeylere ibadet ediyor ve: “Bunlar, bizim Allah katındaki şefaatçilerimizdir,” diyorlar. De ki: “(Allah bu varlıklara ibadeti meşru kılmamış ve bunlara şefaat yetkisi vermemiştir. Buna rağmen böyle iddia ederek) Allah’a göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?” O (Allah), onların şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir.” (10 Yûnus 18)

İnkârcı zâlime, müşriklere ve münâfığa şefaat yoktur. Âyet-i kerîmeler bu durumu, en net bir şekilde bizim dikkatimize sunar:“Yaklaşan gün hususunda onları uyar. Çünkü o anda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zâlimlerin ne dostu, ne de sözü dinlenir şefaatçisi vardır.” (Mü’min 18)

“Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başkasını (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse, büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.” (Nisâ 48)

“Artık onlara, şefaatçilerin şefaati fayda vermez.” (Müddessir 48)

“Bugün artık ne sizden, ne de inkâr edenlerden fidye kabul edilir! Varacağınız yer ateştir. Size yaraşan odur. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!” (Hadîd 15)

MELEKLERİN DE ŞEFAATİ VARDIR

Kendilerine şefaat etme izni verileceklerin arasında melekler de vardır. O gün melekler, Allah’ın izin verdiği kimselere şefaat ederler. Âyet-i kerimede Arş’ı taşıyan meleklerin şefaatine şöyle işaret edilmiştir:

“Allah onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. Onlar, Allah korkusundan titrerler.” (Enbiyâ 28)

Başka bir âyet-i kerimede ise;

“Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tevbe eden ve Senin yoluna uyanları bağışla! Onları cehennem azabından koru,” (Mü’min, 7) buyurulur.

HADİSLERDE ŞEFAAT

Peygamber Efendimiz’in(sav) sözlerinde ise kimlerin şefaat edebileceği hususu şöyle açıklanmıştır:

“Kıyamet günü üç zümre şefaat eder: Peygamberler, sonra âlimler, sonra da şehitler.” (İbn-i Mâce, Zühd, 37)

Şu hadisi şerif ise önemine binaen dikkatimizi çeker:“Kur’ân’ı okuyup ezberleyen, helâl kıldıklarını helâl sayan ve haram kıldıklarını haram kabul edip uzak duran “hâfız” kimselerin de cennete gireceklerini ve Kur’ân sayesinde âilelerine şefaatçi olabileceklerdir.” (Bkz: Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13; İbn-i Mâce, Sünnet, 16)

Abdullah bin Amr bin Âs (ra)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullahsallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Ezanı işittiğiniz zaman, müezzinin söylediklerinin aynısını siz de söyleyin. Sonra bana salavât getirin. Çünkü bir kimse bana bir defa salavât getirirse, Allah buna karşılık ona on defa salât eder. Daha sonra benim için Allah’tan vesîleyi isteyin. Çünkü vesîle, cennette Allah’ın kullarından bir tek kuluna lâyık olan bir makamdır. O kulun ben olacağımı umuyorum. Benim için vesîleyi isteyen kimseye şefaatim vâcip olur.” (Müslim, Salât, 11)

Allah Rasûlüsallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz yine:

“Benim şefaatim, ümmetimin büyük günah işleyen kısmınadır,” buyurmuştur. (EbûDâvûd, Sünnet, 21; Tirmizî, Kıyâme, 11; İbn-i Mâce, Zühd, 37)

Bu konudaki diğer bir hadîs-i şerîf, biraz daha tafsîlat vermektedir:

“Bana şefaat etmek ya da ümmetimin yarısının cennete girmesi hakkında tercihte bulunma fırsatı verildi. Ben şefaat etmeyi seçtim. Çünkü o daha kapsamlı ve daha yeterlidir. Siz şefaatin takvâ sahibi mü’minler için mi olacağını sanırsınız? Hayır. Aksine o günahkârlar, çok hata işleyen ve kirlenenler içindir.” (İbn-i Mâce, Zühd, 37)

Peygamber Efendimiz bu hususta, “Ben Âdemoğlu’nun efendisiyim. Kabri ilk açılacak, ilk şefaat edecek ve şefaati ilk kabul edilecek olanım,” (EbûDâvûd, Sünnet, 13; Müslim, Fedâil, 3) müjdesini vermiştir.

TEVHİD AKÎDESİ ÜZERE SABİT OLMAK

Şefaate mazhar olabilmenin ilk ve temel şartı, tevhidakîdesi üzere sabit olmaktır. Zira câhiliye insanlarında “put temelli” yaygın bir şefaat anlayışı mevcuttu. Putları, “Allah’a yaklaşma vesîlesi” saymak gibi sapkın bir inancın içerisindeydiler. Şefaat iznini verecek olan Cenâb-ı Hak’tır. Şefaat hususu, Cenâb-ı Hakk’ın iznine bağlı olup O’nun râzı olduğu sınırlar içerisinde olacaktır. Hadîs-i şerîfte;“Benim şefaatim; kalbi dilini, dili de kalbini tasdik ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına samimiyetle şehâdet eden kimse içindir,” (Ahmed bin Hanbel, Müsned,II, 518) buyurulur.

Bu şefaat, mahşerde hesabın başlaması için peygamberlerin bile talep ettiği şefaat değil, belki daha sonra günahkâr mü’minlerin azaptan kurtulmaları için vukû bulacak olan şefaattir.(Geniş bilgi için bkz: Fatma Çatak, Şebnem Dergisi, 153. Sayı)