Kendini aldatma; bireyin kendisi veya başka bir birey tarafından objektif biçimde incelenmesi durumunda, gerçekçi olmadığı kolayca anlaşılan bir inancı incelemeden kabul etmesi ve ısrarla savunmasıdır. Genel anlamda kendini aldatma; bireyin uyumsuz ve kötü yönlerini kendinden gizlemesi olarak ele alınabilir. Kendini aldatma aslında bir bakıma bireyin benliğini ve egosunu günlük yaşamdaki psikolojik tehditlere karşı korur ve sarsıcı gerçekliğin egoya yönelik zararını hafifletici bir işlev görebilir.

Kendini aldatması bireyin gerçekliğin acı verici yönlerinden ve etkilerinden benliğini koruması adına gerekli olarak görülebilir. Bu nedenle kendini aldatması, bireyin psikolojik anlamda sağlıksız olduğunun mutlak bir göstergesi değildir. Önemli olan bireyin her durum ve koşulda kendini aldatmaması ve günlük yaşamdaki deyimiyle “ayaklarının yerden kesilmemesi”dir.

Kendini aldatma; bireyin mevcut potansiyellerini geliştirmesine, işlevsel bir birey olmasına ve yaşama daha uyumlu bir biçimde bağlanmasına yardımcı olduğu sürece son derece insani bir olgudur. Bununla birlikte kendini aldatmanın kronikleşmesi sonucunda, bireyin narsistik ve bencil bir kişilik görünümüne sahip olması ve gerçeklikten kopması hem birçok psikolojik probleme yol açar hem de bireyin kişisel ve sosyal yaşamındaki bağlarını zayıflatır.

“Öldüren gerçekler mi? Yaşatan yalanlar mı?” sorusunun kolay ve yekten verilecek bir cevabı yoktur. İnsanlar sorunlu olduğunu, hata yaptığını kabul etmemek için doğruyu bilmesine rağmen bunu kabul etmemektedir. İnsanoğlunun kendini aldatma kapasitesinin sınırları henüz bilinmemektedir.

Bireyin diğer bireylerden daha iyi bir konumda olduğunu düşünmesi ve buna yönelik bir önyargı geliştirmesi olarak tanımlanan ortalamadan daha iyi olma eğilimi bireyler arasında son derece yaygındır. Bireyin kendini daha olumlu bir konumda algılamasına neden olan bu önyargı, sosyal karşılaştırmanın söz konusu olduğu durumlarda daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu tarz bir öz-güçlendirme eğilimi; davranış ve özelliklerin nesnel ve somut biçimde değerlendirildiği durumlardan çok öznel ve soyut biçimde değerlendirildiği durumlarda daha yoğun biçimde görülmektedir. Aynı zamanda bireylerin arzu edilen, kontrol edilebilen ve kanıtlanma olasılığı düşük olan özellikleri kendilerine daha fazla yükledikleri bilinmektedir.

Birey, benliğiyle çelişen bilgi ve deneyimleri psikolojik bir tehdit unsuru olarak algılamaktadır. Böyle bir durumda benliğini korumak ve yaşadığı deneyimin çelişkili yönlerini farkındalığından uzaklaştırmak amacıyla girişimlerde bulunmaktadır. Tüm bireyler zaman zaman çevreden gelen bilgileri benlikleriyle daha tutarlı duruma getirmek için yeniden yorumlayarak benlik imajlarını tehdit eden bilgilere ilişkin farkındalıklarını azaltma çabasında bulunmaktadır.

Bazı bireyler herhangi bir tehdit objesiyle yüzleştiklerinde (örneğin, benlikle ilişkili olumsuz bir bilgi), benliklerini savunucu ve tepkisel biçimde korumaya çalışırken, bazıları ise bu koruma sürecinde daha çok saldırıcı ve proaktif bir tutum takınarak benliklerini tehdit eden objeye yönelik farkındalıklarını çarpıtmaktadır. Kendini aldatma bu noktada devreye girmektedir.

Ancak kendini aldatma bir paradokstur. Bu paradoks Sartre tarafından şu şekilde formüle edilmiştir: “Yalan söylenen ve yalan söyleyen kişi aynıdır, bu durum kendimi hem yalan söyleme yeteneğine hem de kendimden gizlediğim aldanma kapasitesine sahip olarak kabul etmem gerektiğini göstermektedir. Gerçeği kendimden daha dikkatli biçimde gizleyebilmem için aynı zamanda gerçeği çok iyi bilmem gerekmektedir. Ayrıca bu farklı zamanlarda değil, bir anda gerçekleşmelidir.”

Aslında insanoğlu kendini aldatmaya eğilimlidir ve bunu ruhsal konforunu sağlamak için ister. Yani birey her durumda ve her koşulda benliğini güçlendirmek ve egosunu rahatlatmak amacıyla kendini aldatmanın yollarını bulmaya çalışır.

Son söz; yüzleşmek zor, kendini aldatmak kolaydır ancak birincisi bizi olgunlaştırırken ikincisi gerçeklikten uzaklaştırır.

Selametle