Dünya tarihin farklı kesitlerinde maruz kaldığı karanlıklardan sıyrılmak ve içine düştüğü/düşürüldüğü kaostan kurtarılmak üzere -inanıyorsanız- vahye muhatap kılındı; inanmıyorsanız, yaşadıkları dönemin seçkin/önder insanlarının uyarılarıyla yaratılış mihverine/eksenine döndürüldü insanlık. İnsanlığın tarihi aynı zamanda inişler - çıkışlar, yanılmalar, yanıltılmalar ve yeniden yeniden yanılmalar tarihi olduğu için tarih, sürekli tekerrür eder. Acıtıcı bir başka hakikat de insanlık tarihinin Firavunvari yönetim biçim ve uygulamalarına açık olmasıdır. Bu sistemde yukarıdan aşağıya her bir ara durakta despot bir Firavun figürünün durması ve bu acınacak mahlukun üstü pozisyonundaki varlığa köle, altındakine Firavun olmasıdır. Bu zulüm zincirinin çağın maruz kaldığı ortam ve yönetim biçimleriyle ilişkisi de yoktur. Meseleye günümüzde yürürlükteki vasat dahil hangi çağdan bakarsak bakalım bir farklılıkla karşılaşmayacağız. Krallıklar, serfler, kabile ve derebeylikleri, şehir devletleri, dine yaslanma iddiasındaki saltanatlar, meşruti idareler, monarşiler ve demokrasilerde zulüm düzeni birileri tarafından birileri için yürürlükte tutulmuştur. Burada insan, insanlığından utandırılan bir figüre dönüştürülür ve gerçekliğinden koparılarak yaşamasının imkanları oluşturulur.

Hayatlarını insan olarak ve insanlık ideallerine sadık kalarak yaşamak isteyenler tarihin kırılma noktalarında işkence ve zulme maruz kalmayı, işkencelerden geçirilmeyi göze alarak isyan ettiler. Kimileri susarak, kimileri yüksek sesle eleştirerek bazıları da yalın kılıç meydanlara yürüyerek isyan etti. İsyan edilenlerle, isyan edenler genellikle başlarda birlikte yola çıkanlardı. Kim, kime göre yolculuğun neresinde kime göre hangi yoldan saptı? sorusu, hep cevapsız kaldı. Tarih boyunca bu duruma maruz kalan taraflardan hiç biri bu sorulara tatmin edici cevaplar verme yerine birbirlerini ihanet ve hainlikle itham etmeyi tercih etti. Müslümanların tarihinde isyanlarını ahlâkî tutarlılıkla taçlandıran kimi öncüler, kurumsal saltanatçı dindarlık adına zulüm, işkence ve mahkumiyetlere çarptırıldı. Bu konuda bilinen en tipik örnek Ebû Hanife’dir diyerek detaylardan kurtulalım. Engizisyonu acımasızca yargılayan dindar çevrelerin önemli bir kısmının bu ve benzeri Müslüman dünya engizisyon uygulamalarını görmezden gelmeleri anlaşılabilir bir şey midir?   

Burada vicdani ve ahlâkî duyarlılığın yürürlüğe konulması gerek. İyi, iyimserliğin mümkün olduğu bir dünyanın hayalini kurmak, uyurken rüyasını görmek veya uyanıkken rüya görmek gerçeklikleri üzerinde düşünmeye çağırmanın vaktidir; çünkü yaşadığımız dünya, yakın coğrafyamız, kültür iklimimiz ve en önemlisi ülkemiz umut ufkunu yitirmenin eşiğindedir. Oysa hep en karanlık vakitlerde en uzak ufuk çizgisinde bir meşale yakma kudretinde olan bu coğrafyanın insanlarıdır. Büyük Selçuklu Devletinin dönüştürücü ve ilerletici kudretine yaslanan Anadolu Selçukluları Malazgirt’te başladıkları Anadolu’da ilerleme yolculuklarını kısa zamanda bütün Anadolu’yu geçerek İzmir-Selçuk’ta denizle buluşmuş ve orada Anadolu'da iki minareli, revaklı ve şadırvanlı avlulu camilerin ilk ve güzel örneklerinden birini inşa etmişlerdir. İlk şaheser mimari örneklerden biri olan eserin St. Jan Katedrali ile pagan kültür ve inancına ait Artemis tapınağının arasında bir yere yaptırılması da tesadüfi olmasa gerek. Anadolu'yu biraz böyle okumak gerek. Bu imza eser dünyanın yeniden ve yeni bir yorumla insanlığı yenileme umudu olarak okunmalı. Bir süre sonra Bursa Ulu Camii bu mesajı omuzlayacaktır. İstanbul’un alınmasıyla önce Ayasofya’nın dönüştürülmesi, ardından Fatih Külliyesi sonra Süleymaniye’nin tarihi bir imza olarak yükselmesi, Selimiye’nin görkemi hep bir ufuk meşalesidir.

Bütün bu yapıp-etmeler katı kavmiyetçi-ırkçı pagan geleneğinden sıyrılmış, dünyayı ve yaşadığı zamanı doğru okuyan jeopolitik aklın başarısıdır. “Sessiz İstila” nam ilkel bakışa saplanırsanız, Süleymaniye ve Selimiye’den mahrum kalırsınız; çünkü bu büyük mimarın Türk etnisitesine ait bir kimliği yok. Osmanlı’nın son zamanlarında Balyan ailesine mensup mimarlara inşa ettirilen Ortaköy Camii, Pertevniyal Valide Sultan Camii, Beylerbeyi Sarayı, Çırağan Sarayı, Nusretiye Camii, Selimiye Kışlası … ve pek çok abide eserimiz olmazdı. Çünkü Balyanlar da doğal olarak “Sessiz İstila” filmine konu edilebilir bir kimliğe mensuplar.

Siyaset, kültür ve düşünce dünyası umut projeleri üreterek insanlığın yeniden yenilenme ve ilerleme ufkuna öncülük etmeli ve göçmenleri eğitim, görgü, iş kapasiteleri ve nitelikleri ölçüsünde değerlendirecek ortamlar hazırlamalıdır. Nefret söylemlerini besleyecek Firavunvari ve Hitler benzeri düşmanlıkları septik endişelerle beslemek hayatımızı iyileştirmekten uzaktır. Dünya Tarihi aynı zamanda bir göç tarihidir ve her büyük yer değiştirme büyük medeniyetlerin inşa yolunu açmıştır. Müslümanların Endülüs, Balkanlar ve Hindistan’da kurdukları büyük medeniyet birikimini buradan okusak mı?